Tarih konuşuyor: Asgari ücret ve unutulan hafıza

Abone Ol

Geçen gün bu köşede açık ve net bir cümle kurmuştum:
“Bu asgari ücreti reva görenlerden olma.”

Bu bir sloganik çıkış değildi.
Bu, yıllardır emeği yalnızca bir “maliyet kalemi” olarak gören anlayışa karşı, emekçinin içinden gelen bilinçli bir itirazdı.

Aradan sadece bir gün geçti.
Milli Gazete’nin manşeti her şeyi özetliyordu:
“İşçi de mutsuz, işveren de mutsuz.”

Demek ki mesele sadece işçinin geçinememesi değilmiş.
Demek ki bu sistem artık işvereni de boğuyormuş.

Çünkü 2026 yılı için açıklanan 28 bin 75 liralık asgari ücret,
işçiye yetmiyor;
işverene ise 40 bin 874 lira gibi ağır bir maliyet yüklüyor.

Ortada bir çelişki yok.
Ortada adaletten kopmuş bir ekonomik düzen var.

Tam da bu noktada, bugünü tartışmadan önce,
hafızamızı tazelemek zorundayız.

Aşağıda okuyacağınız satırlar bir yorum değil;
bir temenni hiç değildir.

Bu satırlar, Sebahattin Önkibar’ın,
16 Nisan 1997 tarihinde Türkiye Gazetesi’nde yayımlanan yazısıdır.

Altını özellikle çizmek gerekir ki o dönem kurulan hükümet bir koalisyon hükümetidir. Merhum Prof. Dr. Necmettin Erbakan başbakandır. Hükümet, sadece 11 aylık görev süresi içinde tam 10 gensoru ile karşı karşıya kalmıştır. İçeride ve dışarıda yoğun baskıların olduğu, siyasi istikrarsızlığın hâkim olduğu bir dönemde görev yapılmıştır.

Ve buna rağmen; işçi kazanmıştır, memur kazanmıştır, esnaf kazanmıştır. Türkiye kazanmıştır.

Buyurun, hep birlikte okuyalım.

İŞÇİLERLE BAHAR HAVASI

Sebahattin Önkibar
Türkiye Gazetesi – 16.04.1997

Türkiye’de hükümetlerin “gidişatıyla” ilgili önemli göstergelerden biri, kamuda çalışan işçilerin toplu sözleşmesi müzakerelerinin seyridir.

Gerçekten de, kurulan tüm hükümetler, ya kurulduktan sonra ya da ertesi yıl, mutlaka işçilerin kazançları üzerinden bir sınav verir. Kamu işçileriyle yapılan toplu sözleşmeler, hükümetlerin diğer kesimlere yönelik uygulamalarının da ipuçlarını taşır.

Bu açıdan bakıldığında, Refahyol Hükümeti ciddi bir toplumsal sınavı başarıyla vermiştir.

Yaklaşık 500 bin kamu işçisini ilgilendiren toplu sözleşme müzakerelerinde, hükümet ile Türk-İş ve Hak-İş arasında mutabakat sağlanmıştır. Siyasi muhalefet ve medyanın başta mesafeli durduğu Refahyol Hükümeti, beklenenin aksine işçilerle son derece yumuşak ve sıcak bir dönem yaşamıştır.

Kamudaki toplu sözleşmeler, geçmişte çoğu zaman grevler ve sert çatışmalarla sonuçlanmıştır. 1989 Bahar Eylemleri, 1991 Körfez Savaşı sürecindeki grevler ve 1995’teki büyük iş bırakmalar bunun örnekleridir.

Ancak bu dönemde sağduyu hâkim olmuş; grevsiz, lokavtsız bir mutabakat sağlanmıştır. 9 aylık icraat döneminde memur ve emekliye üç kez iyileştirme yapılmış, kamu işçilerine ise ilk altı ay için ortalama yüzde 80’e varan zam verilmiştir. Düşük ücretlerde bu oran yüzde 135’i bulmuştur.

Neticede Refahyol Hükümeti, kamu işçileriyle yapılan toplu sözleşmelerde kendi hanesine önemli bir artı yazdırmıştır.

ŞİMDİ BU METNİ KAPATIP BUGÜNE DÖNELİM.

Bugün tek başına iktidar var.
Yetki sorunu yok.
Kurumlar tamamen kontrol altında.

Ama sonuç ortada:
Asgari ücret hâlâ açlık sınırının altında.

Bu tablo şunu gösteriyor:
Sorun imkânsızlık değil,
sorun kaynaksızlık değil,
sorun emeği merkeze almayan anlayıştır.

Ve bu yüzden şunu söylemek gerekiyor:

Merhum Necmettin Erbakan,şu tarihi sözlerini de hatırlayalım Haim nahum planı'nını

Planın temel hedeflerini ülkeyi aç ve işsiz bırakmak, borca bağımlı hale getirmek, toplumu dinden uzaklaştırmak, milleti bölmek ve iç çatışma zeminleri oluşturarak Türkiye’yi kolay müdahale edilir hale getirmek..

BU ASGARİ ÜCRETİ REVA GÖRENLERDEN OLMA.
Eğer emeğin karşılığının verildiği,
işçinin, memurun, emeklinin nefes alabildiği
bir Türkiye istiyorsan;

Saadet Partisi’ne üye olmayı,
vicdani bir sorumluluk olarak
düşünmek gerekir.

Bu da emekçi bir kardeşinizden samimi bir hatırlatmadır.