Tahterevalli

Abone Ol

Çocuk parklarında olur, bilirsiniz. Ben çocukluğumda hiç

tahterevalliye binmedim. Bunun yerine gıngıç dediğimiz tahterevalliye

benzer başka bir aygıta binerdik, o ayrı. Konumuz çocukluk değil.

Tahterevallinin iki oturacak/binecek yeri var. Birinde kimse yok

ise diğeri yere çakılır. Yani iki kişilik olduğu için bireyin gücünü yok

sayar bir anlamda; toplumsal bir oyuncak/binecek. Ama işin açığı

meydana getirdiği toplumsallık hani pek de hayra alamet değil. Çünkü

insan bir diğer insana mecbur; mecbur kalıyor. Bu durumda tahterevalli,

birilerinin omuzlarına basarak yükselebilinecek yer halini alıyor.

Omuz yerine oturak var yani. Aynı fonksiyonu görüyor.

Hayatımız tahterevalli üzerine kurulu adeta; şu hocaya karşı gelirsen

o cemaatten dışlanıyorsun, bu partiye oy vermezsen bu partinin

mensupları seni sevmiyor ya da parti iktidarda ise devlet hizmeti

alamıyorsun. Edebiyatta da aynısı var; bir dergi editörünü azıcık

sevdiğini belirt diğeri seni dışlıyor, tam tersine bir editörü azıcık

eleştir seni siliyor. Benim putum senin putunu döver durumu. Put

yiyiciliği karın doyurmaz efendiler. Karın doyursa ruh doyurmaz; ruhunuz

buruşabilir...

Yirmibirinci yüzyılda, bir insanı sevmek onu putlaştırıp tapınmak

anlamına getirildi ve halen de devam ediyor. Cemaatlere bakınız;

yukarıdaki kişiler birbirlerini sevse de cemaatin alt tabakalarındaki

insanlar diğer cemaatleri karalıyor; bakın yeriyor demiyorum resmen

karalıyor. A cemaatinin mensuplarına B cemaatinin hocasını

sevdiremezsiniz; ya da bunun tam tersi; B cemaatinin mensuplarına A

cemaatinin hocasını sevdiremezsiniz. Bunun mümkünü yok. Oysa her iki

cemaatin mensupları da aynı dine inanıyor ve aynı dinin gerekliliklerini

yaşıyor. Ya da yaşatmaya çalışıyor.

Tahterevalliye bir de şuradan bakalım, iyi yönünden; bir şey isteyen

karşılığına bir şey vermelidir. İşimizden verim isteniyorsa aşımıza

verim katılmalıdır. Ya da ben şunu olmak istiyorum diyor insanlar ama

olmak istediklerinin bedelini ödemiyorlar. Bedel ödenmeden sıradan

olanın dışına çıkılamaz. Sabah akşam gezip tozacaksın, kızlarla orada

burada çene çalacaksın, işlek caddelerde akşama kadar caddeboyu

yapacaksın sonra da oturup yazı yazmaya kalkışacaksın; yazı yazmanın

mümkün yok! Şiir kitaplarını küçümseyip okumayacaksın; sonra arada

hercai duygulanımlarla oturup şiir yazmaya çalışacaksın; böyle şiir

yazmanın mümkünü yok! Yazdığın hercai metinlere şiir denilemez.

Olayın bir başka tarafı da şu; insan maddi dünyaya dair bedel öderse

maddiyat elde eder, manevi dünyaya dair bedel öderse maneviyat kazanımı

olur. Paraya düşkün biri şiir yazamaz. Bulunduğu işyerinde akşama kadar

müdür olma hesapları yapan birinden şiir sadır olmaz. Hem ticaretle

uğraşıp zengin olan hem de politikayla uğraşıp parti toplantılarına

katılan birinden sanatçı olmaz, şair olmaz, romancı olmaz, hikâyeci

olmaz... Tahterevallinin kuralları burada da geçerli; hem de en çok

sanat ve edebiyat verimleri için geçerlidir. Düşünün, örneğin Sezen

Aksu, herhangi bir siyasi partinin toplantılarında sürekli yer almış

olsaydı efsane bir sanatçı olabilir miydi Elbette olamazdı.  Çünkü

sesinin Allah vergisi orijinalliğinin yanı sıra bedel ödeyip uğraşıları

sonucunda efsane bir sanatçı olmuştur. Örnekler çoğaltılabilir...

Oturduğun yerden önüne aş gelmez; en azından kalk mutfağa git... Kalk

bir adım at, bir nefes al, bir portakal soy, bir karpuz dilimle, bir

türkü söyle, bir insanı sev...

Ne demiş atalarımız; emek olmadan yemek olmaz. Tahterevalli -iyi

yönünden bakar düşünürsek- sanki bu atasözünü doğrulamak için vardır.

Çocuklar geleceğin atasözleridir.

Hayatımız tahterevalli; bir tarafında acılar, hüzünler, can

sıkıntıları, yoksulluklar, ayrılıklar, özlemler, sevinçler, neşeler,

güzellikler... Diğer tarafında biz; insanoğlu insan...

Umut ediyorum; insan kazanacak... Geleceğin manevi dünyasını kuracak... Tahterevalli; hayat karşısında ölüm yani ebediyet...

Güzel görelim.