Ankara yı kana bulayan terör saldırısının ardından
Suriye de Proxy savaşı vermekte olan terör odakları ve taraf ülkelerin
reflekslerine baktığımızda, saldırı konusunda malûmu ilâmdan (bilineni bildirmekten)
öteye gitmeyen klişe kavramların ön planda olduğunu görmek mümkün olsa
gerek.
Suriye de, ABD ve Rusya nın kendi politik dengeleme
arayışlarını, marjinal lokal güçlerle stratejik işbirliği anlayışı çerçevesinde
sürdürürlerken, yeni vektörel güç olarak ortaya çıkan PYD nin silahlı gücü
YPG nin, Ankara daki menfur terör saldırısından kesin bir dille
sorumlu tutulması, Türkiye nin sözde müttefiklerine yeni süreç yükünün
ağırlığını yüklemeyi zorunlu kılmaktadır.
Suriye deki kötü gidişatın giderek Türkiye nin iç
güvenliğini tehdit edecek bir boyuta ulaşması karşısında, sözde müttefik
ülkelerin uzun vadeli hesaplarını yeniden gözden geçirmelerini zorunlu kılıp
kılmayacağı ve/veya aynı perspektifi paylaşıp paylaşmayacakları merak
konusudur.
Ne yazık ki, geçmişte Irak ta gerçekleştirilen toplumsal
gerginlik ve kutuplaşmanın bir benzeri şu anda Suriye de ağır bedellerle
gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır. Bu aşamada, Suriye ile Türkiye arasındaki
ihtilafların azaltılması ve çözümü konusunda etkinliğin artırılması gerekirken,
yeni ihtilafların ortaya çıkarılması düşündürücü ve bir o kadar da ürkütücü
boyutlarda seyretmeye başlamış olması düşündürücüdür.
Suriye nin gelecekteki istikrarına yönelik olarak
atılacak hayati adımlarda, Türkiye açısından yeni bir başlangıç yapma dönemi
daha da önem kazanmaktadır. Sayın Cumhurbaşkanı, ABD ile söz düellosuna girmek
yerine, D-8 çerçevesinde bölge ülkeleri iç dinamiğini harekete geçirerek,
Suriye de bütünlüğü sağlayacak politikaların gerçekleştirilmesine önemli
katkılar sunabilir.
Böylece, tarihten gelen bölgesel sahiplenme ve kardeşlik
ruhunu yeniden yeşertme adına Müslüman ülkeler arasında, ortak mekanizmalar oluşturmak
yoluyla bölgesel istikrarın sağlanmasına büyük katkılar ortaya konulabilir.
Suriye ye yapılan dış müdahaleler sorunları çözmeden çok,
daha da karmaşık ve içinden çıkılması zor bir hale getirmiştir. Dış
müdahalelerle ortaya çıkan bu istikrarsızlık tablosu, ister istemez bölge
ülkelerinin iç güvenliğini de tehdit eder bir duruma gelmiştir. Ankara da
meydana gelen menfur saldırıyı da bu çerçevede ele almak gerekir kanaatini
taşıyoruz.
Küresel güçlerin bir nevi rekabet ve mücadele alanına
dönüşen Suriye, bölgesel etnisite ve mezhep kavgalarının da alevlendirilmesi
sonucunda içinden çıkılmaz bir kaos ortamına sokulmuştur. Bu vahim gidişat
belki küresel aktörler ve İsrail politikalarına katkı sağlayabilir, ama
Türkiye yi kapsamlı bir şekilde istikrarsızlaştıran ve zora sokan bir durum
olmaya devam etmesi ise kuvvetle muhtemeldir.
Suriye de sorunları gidermeye yönelik ciddi, etkin ve
caydırıcı (containment) hiçbir adım atılmazken, Rusya nın, İŞİD bahanesiyle
Suriye de yeni ve güçlü jeostratejik mevziler kazanmaya yönelik hamleleri
karşısında, ABD nin Rusya nın Suriye deki geleceğe yönelik olası varlığına
karşı nasıl bir tutum sergileyeceği hala belirginlik kazanmamıştır.
Türkiye nin can damarını oluşturan Azez gibi gerilimli
bölgelerin PYD nin inisiyatifine terk edilmeye çalışılması yeni sorunlu
bölgelerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. ABD ve Rusya nın el altından aynı
düşünceye sahip oldukları en önemli nokta hiç şüphesiz Kuzey Suriye de
oturtulmaya çalışılan PYD inisiyatifli yeni güç ekseni projesidir.
Sonuç olarak, Suriye de kalıcı ateşkesin sağlanamaması ve
Suriye sorununun nasıl çözüleceği konusundaki belirsizlik ve sürekli olarak
oyalama taktiklerine dönüşen barış görüşmeleri yüzünden cari durum kronik bir
sendroma dönüşmüş olup, ABD ve Rusya nın jeopolitik ince hesapları yüzünden,
yüzyıllardır süregelen bir arada ve birlikte yaşama iradesi ne yazık ki artık
yavaş yavaş ortadan kalkmaktadır.