Konuşma ses çıkarma mıdır, anlamlı karşılığı olan mı Söz
ağızdan çıkan, uzama yayılan bir şey mi Ses çıkaran varlıklar arasında insan
ile diğerleri arasındaki fark nedir Niçin konuşuruz Bir takım hükümler ile
bunun çerçevesini belirleyebilir miyiz
Yazıyoruz muhatabımız insan, konuşuyoruz muhatabımız
insan. İnsanın muhatabı görünürde insan. Hayvanın muhatabı da hayvan.
Hayvanların dilini bilemiyoruz. Seslerinin elbette bir karşılığı var. İnsanın
da konuşmalarını duyuyor ve biliyoruz. Her insanın ne konuştuğunu bilmiyoruz.
Ancak kendi kültür, düşünce ve ruh dairesinde bulunduklarımızın sözlerini
anlıyor, biliyoruz.
Söz dile evriliyor. Dil ayrı bir konu. Ve insan teki
kendi muhatabının dilini kavrıyor, kendine yeni bir dünya kuruyor.. Biri birine
bir şeyler öğretiyor konuşarak. Hâl diliyle onu zenginleştiriyor ve
anlamlandırıyor. Başlangıçta insana öğretilen kelimelerin, sözlerin temel bir
karşılığı vardı. Eşyayı bilme ve tanıma, anlama ve anlamlandırma.
Söz bilinci söz sevgisi, nefreti, dostluğu, içtenliği
insanın gerçeği.
Bilinç dünyasına gözlerini açan bir çocuğa taşı
gösterdiğimiz de bu taştır deriz. Taş nesnesinin hissini ona dokundurarak
anlatabiliriz. Onun işlevi zaman içinde kavranır. İlk elde anlamsız bir varlık
gibi algılanan taş ilerleyen hayat sürecinde farklı anlamları ve konumları
olduğu kavranır. Taş bir yapı malzemesi midir sadece Soğuk ve katı bir nesne
mi Algının sınırları söz ile anlatılabilecek kadar olur. Fakat onun daha ötesi
olabileceği zannı ve düşüncesi onun künhünü kavrayanlarca bilinebilir. Hikmetin
sınırlarını aşanlarca.
İnsanı insandan ayıran, farklılaştıran da budur.
Her insan değerlidir, azizdir. Çünkü insan diğer
varlıklardan farklı olarak sözünü etmekte olduğumuz hâllerin, durumların bir
biçimde eyleme dönüşmesiyle kendisini ancak tanımlayabilir, farklılaştırabilir.
Her insan değerlidir azizdir ama söz ve düşünce eylemiyle kendini
konumlandırır.
Bir mecliste, bulunulan bir topluluk arasında söylenecek
sözün değeri, etkisi, anlamı sözün kendi gücündedir. Bir toplum içinde konuşan
birinin sözleri bir anlam ve değer taşımıyorsa boşa salınmış sıradanlıklardır.
Onlar birkaç kişiyi ilgilendirebilir ama bir yere kadar. Kah kah, kih kih gibi
birkaç sözcüklü bir ortamın bir dünyası olmaz. Akmakta olan suya atılmış bir
taşın dalgasızlığı gibi yiter bir zaman sonra.
İnsanı insandan ayıran bilgi ve düşünceye dayanan söz
gücüdür. Güçlü yazı, güçlü şiir, deneme, makale ve hatta topluma doğrudan hitap
eden hatibin söz dizisi anlamlar içeriyorsa inciler gibidir. Onlar hayatın
içinde parıldarlar. İnsanı çekerler.
Hazreti Mevlâna nın meclisindeki işgüzarlar kendilerinde
bir hüner olduğu vehmine kapılır, yüzler kendilerine dönecek düşüncesiyle
önceden meclis yerine varır başköşeyi işgal ederler. Tabiî bu yadırganır ama
ses çıkarılmaz. Meclisin tadını kaçırmak da var böylesi bir durumda. Mevlâna
hazretleri gelir, başköşenin işgal edildiğini görür kapının arkasında bulduğu
bir boşluğa ilişir. Başköşeyi işgal edenin ne söyleyecek sözü var ne de gücü.
Beklenir ama hiçbir şey çıkmaz. Söz gücü ve hüneri olmayanın söyleyecek nesi
olabilir ki. Söz sahibi, bilgi hazinesinden inciler dizmeye, meclisi
aydınlatmaya başlayınca bütün yüzler ona döner. Başköşeyi işgal edenler orada
anlamsızlığa oturmuş olurlar. Olurlar ama onlar da söz sahibine yüzlerini döndürmek
zorunda kalırlar. Kapının arkası başköşe oluverir. Kapının arkasını da diğer
yeri de anlamlandıran söz gücüdür. Onları güçlendiren ne üzerine oturdukları
minderler, sırtlarını dayadıkları hasır yastıklar ve ne de onların sahip
bulunduğu ruhsuz ve anlamsız sözcüklerinin dünyasıdır.
Sözün içini doldurma, ondan bir incir kümesinden sızan
bal gibi, arı kovanından süzülen bal gibi bir tadı olur. Tadı olan söz
meclisinin hüneri, sevgisi, muhabbeti başkadır. Orası bir çekim merkezi olur.
Merkezi merkez kılan hünerler dizgesi. Söz hüneri söz mânâsı ve sahibinin
bilgeliği.