Sorulduğu için yazıyorum: İmamoğlu olayına dışarıdan bir bakış

Abone Ol

Bu köşede, bir Türk asıllı Alman vatandaşı olarak, Avrupa’da yaşayan toplumumuzun güncel meselelerini, Türkiye-Avrupa ilişkilerinin seyrini ve siyasetin her iki yakasındaki gelişmeleri gurbetçinin gözünden değerlendireceğim. Amacım, Avrupa’daki Türklerin sesine tercüman olmak; hem içinde yaşadığımız ülkelerdeki siyasi atmosferi hem de anavatandaki gelişmeleri gurbet penceresinden samimi bir dille sizlere aktarmak.

Türkiye’deki dostlarım sıkça soruyor: “İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne dair Almanya’dan bakınca nasıl görünüyor?” diyorlar.
Bu yazı, Almanya’dan bakan bir gözün samimi değerlendirmesidir.

Ben de şöyle yanıtlıyorum: Tıpkı sizler gibi, burada da özellikle Alman medyasında İmamoğlu hakkında çıkan irili ufaklı haberlerle birlikte konu sık sık gündeme geldi. İlk haberler yayınlandığında çevremdeki Alman iş arkadaşlarım ya da sokakta karşılaştığımız tanıdıklar, “İstanbul Belediyesi’nde neler oluyor?” diye soruyordu. Bu yoğun ilgi üzerine, Türkiye ve Müslümanlar hakkında çıkan yanlış ya da çarpıtılmış haberlerle ilgili zaman zaman yazdığım Alman gazetesinde, 23 Mart 2025 tarihinde şu yazımı kaleme aldım: Alman gazetesin de, belgesi yazımın için de.

GECE YARISI OPERASYONUYLA ADALET OLMAZ diye yazmıştım.

Alman medyasında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu hakkında çıkan çok sayıda haber gündem oluşturdu. Bu gelişmeler karşısında birçok kişi bana, “Ne düşünüyorsun?” diye sordu. Ben de durumu açıklamak adına şu değerlendirmeyi yazdım:

Eğer İmamoğlu’na yönelik yolsuzluk iddiaları gerçekten ciddi ve yeni değilse, neden bugüne kadar beklenildi? Hukuk devletlerinde suç iddialarının nasıl soruşturulacağı bellidir: Adil bir yargılama süreci yürütülür, kişi savunmasını yapar, deliller değerlendirilir ve sonunda mahkeme kararını verir. Ancak bu sürecin yerine, gece yarısı ev baskını ile gözaltına alınma yöntemi tercih edilmiştir.

Bu yöntem, kamuoyunda adaletin değil siyasetin gölgesi olduğu algısını güçlendiriyor. Yolsuzluk olup olmadığını hukuk belirler. Fakat şu an kamuoyunun tartıştığı şey, iddiaların içeriğinden çok, bu sürecin tam da İmamoğlu’nun Erdoğan karşısında en güçlü rakip olarak öne çıktığı bir döneme denk gelmesidir. Bu durum, meselenin hukuki değil siyasi olduğu izlenimini yaygınlaştırmıştır.

Benim inancıma göre adalet, kişilere ya da zamana göre eğilip bükülemez. Güce göre şekillenmez. Adalet, toplumların en sağlam direğidir. Ne suç işleyeni korur ne de suçsuz olanı siyasi hesaplarla hedef haline getirir. Hukuk, seçimleri manipüle etmek için değil, toplumsal güveni sağlamak için vardır.

Kur’an-ı Kerim bu konuda açık bir ölçü koyar:
“Ey iman edenler! Kendinizin, ana-babanızın ve en yakınlarınızın aleyhine bile olsa, Allah için hakkı ayakta tutarak adaletle şahitlik eden kimseler olun…” (Nisa 135)

Adaletin bu denli siyasallaştırılması, Türkiye’de hukuka olan güveni zedelemekten başka bir sonuç doğurmaz. Oysa toplumsal huzurun ve devletin meşruiyetinin temel dayanağı, hukukun üstünlüğüne bağlılıktır. Bu yazıyı kaleme aldığım dönemde, Alman medyasında konuya dair irili ufaklı haberler sıkça yer alıyordu. Ancak bugüne geldiğimizde, ne Alman kamuoyunun ne de siyasetçilerinin gündeminde bu konu yer almıyor. Oysa benzer olaylar başka zamanlar da yaşansa, başta ABD, İsrail ve Avrupa Birliği olmak üzere birçok aktör kıyameti koparırdı.

Peki neden bu kez sessizler?

Çünkü Avrupa Birliği, Türkiye’yi göçmenler için adeta “açık hava mülteci toplama merkezi”ne dönüştürdü. Üç beş milyar avroluk anlaşmalarla bu yük Türkiye’ye devredildi. Dönemin Başbakanı Binali Yıldırım, “Avrupa’nın huzurunu biz sağlıyoruz” diyerek bu durumu özetlemişti.

Macaristan Cumhurbaşkanı’nın, Türkiye seçimlerinde Tayyip Erdoğan için “gece gündüz dua ettim, yoksa 5 milyon mülteci Avrupa’ya gelecekti” dediğini hatırlayalım. Yine geçtiğimiz haftalarda Cumhurbaşkanı Erdoğan İtalya’yı ziyaret ettiğinde, İtalya Başbakanı Giorgia Meloni açıkça “Türkiye’den sıfır mülteci geldiği için teşekkür ederiz” dedi.

Diğer taraftan ABD ve İsrail, Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) sorunsuz işlemesi ve Sevr benzeri bir haritanın adım adım uygulanabilmesi için, Suriye’de bir PKK devleti kurulmasını zaruri görüyor. Ancak sol bir liderin Türkiye’de başa gelmesi, İran’a karşı kurulacak muhtemel savaş ortaklıklarını halk nezdinde meşrulaştıramaz. Türk halkı böyle bir durumda ayaklanabilir. İşte bu yüzden, Trump’ın da Tayyip Erdoğan’la yola devam etmeyi tercih ettiği konuşuluyor. Avrupa ülkeleri de benzer düşüncede.

Çünkü bu düzenin devamı için Türkiye’nin bölünmesi pahasına dahi olsa, “Tayyip Erdoğan’ın vardır bir bildiği” diyen, akletmeyen, sorgulamayan ve morfinlenmiş bir kitleye ihtiyaçları var.

Şunu da eklemeden geçemeyeceğim: Bugün Ekrem İmamoğlu, muhalefetin olası cumhurbaşkanı adayı olarak görülüyor. Şimdiden mağduriyet algısıyla kamuoyunda yeni bir “hikâye” inşa ediliyor. “Mazlum lider” imajı, bir sonraki seçim için hazırlanıyor. Bütün bu süreci sadece bugünün gerilimleriyle değil, gelecekteki siyasi planlarla birlikte değerlendirmek gerekir.