SON ESERİ: KORUK HELVASI

Abone Ol

Muhbirlik mi diyeceksiniz buna, vakıf olduğu bir devlet sırrını ifşa etmek mi

Yoksa “Koru-cu”nun pazarlama/pazarlanma taktiklerinden biri daha, deyip geçebilecek misiniz

“Dışişleri Konutu’yla, Başbakan’ın resmi konutu yan yana. Arada, dışarıdan görünmeyen, sadece ikilinin ve çok yakınlarının bildiği bir geçit var. O geçidi kullanarak bir araya geldiler.”*

“Sadece ikilinin ve çok yakınlarının bildiği…”

Sen de bildiğine göre..

Devlet iki binasının arasına gizli bir geçit yaptırmışsa, planlayıcılarının aklına, gün olur bunu “koru-cu”nun biri röportajında konu edebilir, yahut hikayesini yazabilir ihtimali gelmiş midir

Hikaye deyince, şimdi hatırlanmaz mı, Sabahattin Ali’nin Sinop cezaevinde yazdğı “Duvar” hikayesi. Marangozhanedeki dehlizden kaçmak isteyen mahkumun yıllar sonra bulunan kemikleri, “ikili”nin hayatta olanına yılların pişmanlığından sonra bir sevinç yaşamıştı.

Dehliz ya da geçit.. İçinde biri varken ve “ikili”den biri beklemiyorken, iki giriş/çıkış kapatılırsa..

Dehşete düşer insan.

Olayın başına dönelim.

C.Başkanı Gül ve Başbakan Erdoğan, “Geçidi kullanarak bir araya” gelmişlerse, haberi olmaması istenenlerin habersiz kaldığına bugünden bakıldığında kim inanabilir

“Gül-seven” danışmanın alelacele yayınladıkları, kollanmış ve ne istemişse verilmiş bir bürokratın “Hatırat”larıyla tatmin araması mı idi, yoksa habercilik gücünü küçük bir örnekle gösterip, bizde daha ne hatıralar var, mesajı vermek mi idi

“O akşam vardıkları karar, devlete yönelik bir kuşatma olduğu ve bunun mutlaka durdurulmasıydı.”

“Kuşatma”..

İnkar edilmeyen, itiraf edilen ve fakat sınırları çizilmiyen, çizilemeyen bir kuşatma.

Diyelimki karar merkezindekilere bilgi veren kurumları vardı, ama “koru-cu” nerden vardı bu kanaate Davet edenlerin rapor edecekleri düşünülemeyeceğine göre, kuşatanlar mı bilgilendirmişti ünlü “Koru-cu”yu önceden, önceden

17 Aralık’tan bir gün sonra 17 Aralık konuşuluyor.

Abdullah Gül adı geçen bakanların rüşvet alabileceklerine ihtimal vermemiş, onlara yakıştıramadığından..

Tapelere de inanmamış. Konuşmalar gerçek gibi ama demiş, aradaki boşlukları birileri doldurmuş olabilir mi diye de sormuş bay “koru-cu”ya.

Durun, hemen bu nasıl “Gül” durumudur

Sorup öğreneceği devlet elemanları varken, ne demek rüşvetlere ihtimal vermemek, tapeleri teknik direktörlere sormak.. Demeyesiniz.

Ortada “Koru-cu”nun sorgulanması vardır. Onu itirafcılığa zorlama vardır.

Bu bir pazarlama röportajı olduğundan, Hürriyet’in görevlendirdiği çocuk, işte bu noktada şu soruları sormuyor.

Sayın Gül, rüşvete ihtimal vermiyorum dediğinde, tapeler dolduruldu mu diye sorduğunda siz ne dediniz

Emrinizde onlarca cevap verecek görevli varken, niçin bana soruyorsunuz, dediniz mi

“Koru-cu”, neden siz, sorusunu cevaplıyor. İyi bir nabız yoklaycılığımı bildiklerinden tercih edilmişim diyor. Hepsi mi, içlerindeki bir klik mi

Kabul gerekçesini de söylüyor: “Bir şeyler öğrenmem gerektiğine inandığım için mahsur görmedim.”

Öğreneceksin de ne olacak

“Bir şeyler…” Daha neler mesela

Anlatıyor:

“Olanlardan son derece rahatsız bir F.Gülen…” görmüş. Diyormuşki: “Devletin görevlileri yanlışlık yapıyorsa devletin mücadele etme hakkı vardır.”

Devletten yana bir F.Gülen gösterme gayretine bir kelime ekleme yaparsak, hem F.Gülen’in ne dediğini, hem de bugüne kadar olanların ne olduğunu anlayabiliriz.

Devletin görevlileri yanlışlık yapıyorsa, devletin “cemaatinin” mücadele etmeye hakkı vardır.

Bir de şöyle:

Devletin “cemaati” yanlışlık yapıyorsa, devletin mücadele etmeye hakkı vardır.

Kendilerini Devletin cemaati olarak görenler ve onları Devletin cemaati olarak gördüklerinden ne istemişlerse vermiş olanlar..

Hürriyet’in röportajcısı tam bu soruyu sormuş “Koru-cu”ya. Takiyye mi yaptı diyor, kandırdı mı sizi diyor.

“Gülen gerçek duygularını paylaşmadı mı sizinle ”

Cevap muğlak. “Özellikle mektubuna yansıttığı samimi görüşleriydi.”

Muhtevayı nerden biliyorsun. Bu ülkenin en tepesindeki iki kişiye (ikiliye) yazılmış bir özel mektubun içinde yazılanları nerden biliyorsun

Daha önceki açıklamalarında, “Ben New York’da otelde iken, mektup bana ulaştırıldı” demişken.

“Ya Erdoğan Onun tepkisi nasıldı” diye sormuş röportaj yapması istenen çocuk.

25 Aralık gününü anlatıyor “Koru-cu”:

“Ama madem böyle bir mektup yazıldı, madem barış aranıyor, acaba bu iş burada durdurulabilir mi diye bir iyimserlik içinde…”

Erdoğan’ın iyimserliğini daha önceki bir yazımızda, “hoca mısın, banka patronu mu” dediği günlerdeki bir yazımızda vurgulamıştık. İyimserlikten öncesi var.

“Ama madem böyle bir mektup yazıldı, madem barış aranıyor…”

Bu anlatım şu soruya götürmez mi sizi de

Mektubu yazdıran, mektubun yazılmasını isteyen Gül mü idi

Erdoğan’a ragmen mi yazıldı

Pensilvanya’daki hayat da sorulmuş, Amerikanca yazılışıyla.

“Bir saray, külliye havası içinde yansıtılıyor, doğru. Başlangıçta öyle değildi, ufak bir yerde kalıyordu.”

Pensilvanya’da geçen zamanların bütün safhalarını bilmesine bir şey demeyiz ama, saray külliye göndermesini de iyi yaptırmış yeni ikametgahının sahipleri, bay “Koru-cu”ya. Bunu da gördük.

Artık F.Gülen güzellemesine geçebilir.

“… ufacık bir odası var. Orada yerde yatıyor.”

“Fazla yiyip içen biri değil.”

“Tansiyon, ve şeker gibi ciddi rahatsızlıkları var.”

“İtikafa çıktığını biliyoruz.”

“Koru-cu” olmak böyle birşey. Adama şiir bile yazdırırlar.

Yerde yatmak ne demek Kuştüyü yataklar da var ama… Nefsine hakim olduğundan.. gibi birşey mi, yoksa Amerikalı cinsellik kaset (!) leri patronunun tahta üzerinde yatması gibi bir durum mu

Yiyip içmekteki fazlalık ölçüsü ne Bir oturuşta bir danayı ya da kuzuyu yemek midir

Çok parası var ama, yiyip içmiyor, yani dişten artırıyor, tutumlu adam. Şeklinde mi anlayalım

Duyduklarını “Enteresan bir figur” diye tanımlıyor Hürriyet’in röportajcı çocuğu. “Koru-cu” ise başka dünyalarda. “Kolay kolay idrak edilebilecek bir şey değil.” Taraftarlarının “Herkül” demesine katılmaktır bu.

Bay “Koru-cu”nun şu tanımını da herkes dikkate almalıdır. “…tuttuğunu koparan bir insan.”

Bir vaiz, cami kürsüsünde neyi tutacaktı da neyi koparacaktı

Halbuki ondan önce bilinmesi gerekenler, onun etrafındakilerdi Etrafındakilerin özelliklerini hep onda topladılar. Ona yıllarca kendini “Veren” biri geçenlerde, “Onu bütün siyasilerle ben tanıştırdım” demişti.

Bütün siyasileri tanıyan adam, vaizlerden bir vaiz tercih ediyor.

Geçelim ve soralım: Daha başka nasıl anlaşılır bu tuttuğunu koparma işi

Çocuklarımızı tuttu, ailelerinden kopardı, gibi mi Koparılmış çocuklar ve kotarılmış cemaatler başka nerde var Nerde bu dağlar, taşlar Bu ağaçlar, “Gülen” kuşlar nerde var

Durun!

Bay “koru-cu” nun, tutuğunu koparan bir insan derken, hükumete, son icraatı “paralelle mücadele”yi kaybedeceği tehdidini yolladığını iddia etmeyin. O tarafı toparlamaya çalışmaktır onunkisi. Bir nevi direniş çağrısıdır yaptığı.

Biraz ileride, “peşleri bırakılır mı”, sorusuna verdiği cevap da ispatıdır bu arzusunun. Orda diyorki Bay”Koru-cu”:

“Birileri üzerinize gelir ama varlığınızı sürdürürsünüz. Bir sure sonra siyaset de peşinize düşmeyi bırakır.”

Son cümleleri bay “Koru-cu”nun, “cilalı taş devri” cilalamasını bitirirken, bir iki fırça da kendine sallamasının anlatımıdır.

“Ama F.Gülen çapında birisi olmadığı için..”

F. Gülen çapını en iyi kim bilir Çapı ondan daha büyük olanlar. Bay “Koru-cu”da işte bunu söylüyor. Diğerlerinin çapı onunki kadar değil. Bu durumda galiba bir ben varım.

Kim bilir, belki de bu durumu önce gören Hürriyet oldu.

* Hürriyet Gazetesi’nin 3 Nisan 2016 tarihli nüshasındaki “Savaştan önce son mektup” adlı röportajını konu ettik

FUTBOL, ONLARIN ANLATTIĞI DEĞİLDİR

Bizim gazetemiz dahil, anlamakta zorlanır oldum spor sayfalarını tüm bu ülke gazetelerinin.

Ligin 3. Sırasına yerleşmiş bir Anadolu takımının deplasman galibiyetini “kibrit kutusu” büyüklüğündeki bir alanda anlatırlarken, onuncu sırayı ancak bulabilmiş bir takımın deplasman galibiyetine ise yarım sayfalarını ayırabiliyorlar.

O iki takımın şehirlerindeki gazete satış rakamları yaptırtmadığına göre bu farkı, gazete çalışanlarının kalitesi ve kapasitesi mi giriyor devreye Yoksa yağlı-ballı davetlerin sahibi midir bazı kulüp başkanları

Zafer Biryol Konyaspor’da gol kralı olmuştu. Kendisini Milli Takım’a almayan F.Terim’e kırgın olacağını sanıyordum. Çok sonraları bir gün, yani emeklilik günlerinde bir gazetede tam sayfa yayımlanan röportajında, “F.Terim büyük adamdır” gibi cümlelerini okuyunca şaşırmıştım. Yoksa demiştim, bizim kadar üzülmedi mi, o muameleye

Spor servisimizin sorumlusu İlhami Yetiş, yetiştirmişti cevabı. Ondan öyle deme garantisi almasalar o röportaj ne yapılırdı, ne de yayımlanırdı.

Bu ülkenin futbol sayfasını yazanları anlamak gerçekten kolay değil, tv’lerin programlarında konuşanları da…

Hakemlerimizin bu yıl taktiklerini bir onlar bilmiyorlar, ya da rol yapıyorlar.

Penaltılarını vermedikleri FB maçlarında, üç kadar FB’li oyuncunun faulünü görmezden geliyorlar. Ki herkes o üç faul olayını bir hafta konuşsun da verilmeyen penaltılar akıllara gelmesin. Varsa yoksa düdük çalınmayan o üç faul..

Penaltı demişken, Osmanlıspor oyuncusu Webo’nun hareketini bakın nasıl yorumladılar.

“Webo eski FB’li olduğu için, penaltı yapayım da FB gol atsın istedi. Ama MHK’nın uyanık hakemi yemedi bunu. Aferin ona! Yanaklarından öpüyorum!”

Mustafa Reşit Akçay hocama gelince.. Bu ülkenin futbol adamlarının önlerindeki tek engel F. Terim örnekliği kalkınca, ki o günler uzak değil, Avrupalardan ses verecek teknik adamlarımızın başında olacağına inandığım Akçay hoca, istediğini aldığı FB maçını yorumlarken FB’nin penaltısı verilseydi, bizim taktiğimiz yine puan alma üzerine olacaktı, gibi bir hak verici cümle söylese idi, hakem hataları geleneğine, netice alan bir karşı duruş sergilemiş olacaktı. Zira o, ofsayt gollerle galip geldikten sonra, rakibimiz bize fark mı atacaktı gibi lüzumsuz demeç ustalığına soyunanlardan değildir.

Lig sıralamasında değişen yerler vardır, değişmeyecek yerler vardır. Lig üçüncülüğü, dördüncülüğü gibi… Oralara başka bir takımı monte etmeye ne MHK hakemlerinin ne de futbol kalemcilerinin gücü yeter.

Atı alan Üsküdar’ı geçmiştir. Beyoğlu’na doğru gelmektedir.

HATA VE TEDBİR

CHP’nin bayan vekilleri (CHP’nin kanunlarına göre kullandık bu sıfatı) Başkanları Kılıçdaroğlu’nu can siperane savunmuşlar.

“Önüne yatmak, Türkçe’de, koruma, kollama anlamında bir deyimdir” demişler.

Ecevit’in sanskritçe demesi gibi, Türkçe diyorlar. Türçe’yi bir onların bilmesi doğal haklarıdır.

“Aileden Sorumlu Bakan, zaten birilerinin önüne yatmış vaziyette..”

Bizim Başkanımızın Türkçesi kıt, anlayışı sorunlu, demeçleri kaset korkulu diyeceklerine CHP’nin bayan vekilleri, Türkçe’yi suçluyorlar. Türkçe işte böyle bir dil imiş.

Biri çıksa deseki onlara: Yani şimdi siz, Kılıçdaroğlu’na koruma, kollama yaptığınıza göre, tedbir aldınız mı

Mecbur kaldığım bu espriyi yaparken utandığımı, hiç hak etmedikleri halde böyle yazmak zorunda kaldığımı da bilsin onlar.

Mesele başörtüsüdür.

Kılıçdaroğlu’nun bu kinini, nefretini bu ülkede kimsenin hak etmediğini anlatmak için, vurgulamak için yapmak ve yazmak “zorunda kaldık.”