Canım acıyor Ya Rab, içim sızlıyor. Huzurum yok, rahatım yok bu dünyada. Nereye bakıyorsam, kime yaklaşıyorsam hayal kırıklığına uğruyorum. Nerde bir Müslüman varsa orada bir acı ve sızı vardır. Neredeyse bütün İslam coğrafyasında kan ve barut vardır, sömürü vardır, gözyaşı ve hüzün vardır. Mağdur ve mazlum olan her insana üzülürüz ancak, bunlar mümin kardeşlerimiz olunca acımız bir kat daha artar. Zalime karşı mazlumun yanında yer almak dinimizin emri, vicdanımızın gereğidir. Efendimiz (sav) bir hadisinde şöyle buyurmaktadır: "Müslüman Müslüman'ın kardeşidir, ona zulmetmez ve onu (zalime) teslim etmez. Her kim bir kardeşinin ihtiyacını giderirse Allah (cc) da onun ihtiyacını giderir, her kim Müslüman kardeşinin bir sıkıntısını giderirse, Allah (cc) da onun kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir ve her kim bir Müslüman'ı setrederse Allah (cc) da onu kıyamet günü setredecektir (ayıplarını örtecektir).” Onun için bu bir görevdir, mazlumun derdiyle dertlenmek ve gereğini yapma mecburiyeti vardır.
Dünyayı temaşa ederken, maalesef çok az güzel şey, gönlümü inciten, içimi acıtan çok şey görüyorum. Yakından uzağa, doğudan batıya, kuzeyden güneye her yerde feryad ü figan var, yetimlerin, miskinlerin, mazlumların çığlıklarını duyuyorum. Tarihte, İngilizler başta olmak üzere, Fransızlar, İtalyanlar, İspanyollar, Ruslar, Çin ve son dönemlerde bilhassa ABD ve İsrail... Acımasızca insanları ve özellikle Müslümanları sömürmüşler, kandırmışlar, öldürmüşler, dininden-kültüründen uzaklaştırmışlardır. Sadece İngiltere, neredeyse dünyanın yarısını egemenliği altına almış ve sömürmüştür. Tarihte güneş batmayan ülke olarak bilinir. Koca Hindistan’ı (Pakistan ve Bangladeş’le tek ülke olduğu zaman), Avustralya’yı, Kanada’yı… sömürge olarak kullanmış, Fransa ise özellikle Fas, Tunus ve Cezayir’i... sömürmüş, İtalya Libya’yı, Çin özellikle Doğu Türkistan’ı, Rusya dağılmadan önce bütün Türki Cumhuriyetleri ve Çeçenistan başta olmak üzere birçok yeri egemenliği altına almış ve acımasızca sömürmüşlerdir.
Arakan'da, Budistlerin mezalimini bütün dünya izlerken, Filistin’de İsrail terör devletinin 1948'de kurulmasından bu yana, yaptığı zulmü ve katliamı saymamız mümkün değil. İsrail, Filistin’in kalbine oturdu, topraklarını vahşice gasp etti, hunharca masum Filistin halkını öldürdü ve öldürmeye, sindirmeye devam ediyor. Kudüs’ün ve Filistin’in başına getirdikleri yetmiyormuş gibi pek çok başka planları da bilinmektedir. Batı ülkeleri, Amerika’yı işgal ederken, Kızılderili diye bildiğimiz yerli halkı acımasızca katlettiler, Müslümanlara yaptıklarını onlara da yaptılar. Neredeyse bütün yerli halkı hunharca öldürdüler. Yaklaşık kırk yıldan beri, önce Ruslar sonra da ABD ve ortakları sırayla, Afganistan’ın adeta nefesini kestiler, Afganistan’ı işgal etmekten ve Afgan Müslümanlarını öldürmekten usanmadılar. Kısa bir süre önce, Afganistan’da 104 hafız çocuğu hunharca katlettiler, şehid ettiler. Ruslar yakın geçmişte yıllarca Çeçenleri bu şekilde katletti, itaatkâr yönetici bulunca ancak bu katliamdan vazgeçti.
ABD günümüzde çok farklı şekillerde dünyayı sömürüyor, çıkarlarına pek çok milleti alet ediyor. Vekalet savaşlarıyla bu işi sürdürüyor. Irak’ta en az bir milyon Müslüman'ı bir hiç uğruna katletti. Nükleer silah var dediler, onun için işgal ettiler. Bir milyon Müslüman'ın kanına girdikten sonra “pardon” dediler çünkü ortada nükleer silah falan yoktu. Bu tamamen bir senaryodan ibaretti. Suriye’yi anlatmama gerek var mı? Libya ve Kaddafi’nin başına gelenler herkesin malumu. On yıl Irak ve İran savaştırıldı, Müslümanlar ölürken Batı zevkle seyretti ve silahlarını büyük bir iştiyakla onlara sattı. ABD ve ortakları uzun süre Saddam'ı kullandıktan sonra acımasızca öldürdüler. İşleri bitince böyle yaparlar. Kaddafi’yi de, Saddam'ı da bütün dünyanın gözü önünde vahşice katlettiler. Bu insanları seversin veya sevmezsin bu şekilde faşist, katil ABD ve aveneleri tarafından katledilmeleri kabul edilemez. Baba Esad da, oğul Esad gibi zalimdi, katildi. Ancak ne olursa olsun, bu devletler tarafından parçalanması, sömürülmesi, vurulması kabul edilebilir şeyler değil. Afrika’da, Balkanlar’da yaptıkları herkesin malumudur. Sadece Bosna Hersek’te yaklaşık 250 bin Müslüman Sırplar tarafından katledilirken, direkt veya endirekt olarak bu mezalimde Batı’nın desteği vardı. En ufak bir tepki göstermediler. Müslümanların öldürülmesinden, ülkelerinin parçalanmasından, sömürülmesinden zevk alan sadist ruhlu insanlardır, toplumlardır bunlar.
Türkiye’de yapılan darbelerin hepsinde de bu şer odaklarının parmakları var. En başta 15 Temmuz darbe girişimi olmak üzere, geriye doğru gittiğimizde, ne kadar darbe, suikast, faili meçhul cinayetler... ve oluşturulan ne kadar terör örgütleri varsa, hepsinde de onların direkt parmağı vardır. PKK’yı da, Fetö'yü de, geçmişte var olan pek çok terör örgütünü de hep onlar kurdurmuştur. Mısır'da yedi dil bilip “Hafız-ul Kur'an” olan Mursi’yi indirip Sisi zalimini getirenler yine bu Batı emperyalizmi, bunların gizli servisleri ve yerli işbirlikçileridir. Dünyanın öbür ucundaki ABD'nin ne işi var buralarda? Binlerce TIR ve uçak dolusu silahı, niye Suriye’deki YPG'ye, PYD’ye veriyor? Bu topraklarda ne işleri var? Suriye’de, Irak’ta ve diğer bütün geri kalmış ülkelerde bulunmayı, petrol ve diğer zenginliklerine el koymayı, kendilerine bir hak olarak görüyorlar. Çıkar ve menfaat elde etmek, hangi metotla olursa olsun meşrudur bu müstekbirlere göre. Dünyanın her zenginliği onların olmalı, herkes onların çıkarı doğrultusunda hareket etmelidir(!). Var olan güçlerini sürdürmek, sömürülerini idame ettirmek için her sömürü şekli mübahtır! Vahşi kapitalizm bunu gerektiriyor. Her devleti, her milleti bu amaç için kullanırlar, kullanmaya çalışırlar. Kurulu dünya düzenlerine müdahale istemezler, teslimiyet ve itaat isterler. Suudi Arabistan’ı burada zikretmeden geçemeyeceğim. Neredeyse ABD, bütün servetine el koymuş durumda. Açık açık, bütün dünyanın gözü önünde Suudi’yi sömürmektedir ve kötü emellerine alet etmektedir. O da teslim olmuş durumda. BAE ise bir nevi İsrail gibi Batı'nın uşaklığını yapmaktadır.
Bu güçlerden, dünyayı ellerinde bulunduran bu ülkelerden veya ailelerden merhamet dilenmez. Karşılarında güç istemezler. Osmanlı’yı yıkmak için her türlü hile ve hurdaya başvurdular. Abdülhamid’i tahttan indirmek için büyük mücadeleler verdiler. Siyonizm'in o dönemlerde bu gaye için kurulduğunu biliyor. Siyonizm'in başı olan Yahudi Theodor Herzl'in, Emanuel Karasu’nun ve daha sonra Haim Nahum'un... entrikalarını burada zikredecek değilim. Ancak şunu bilmeliyiz ki; bu adamlar inandıkları bu batıl dava uğruna pes etmeden, kararlı bir şekilde, teşkilatlanarak mücadele ettiler, Abdülhamid’i de tahttan indirdiler. Koca Osmanlı’yı yıkıp parçaladılar, pek çok ülke ve ülkecikler oluşturdular. Hilafeti kaldırıp harf inkılâbını getirdiler. Pek çok din âlimini ve kanaat önderini astılar veya sürgün ettiler. Yeni kurdukları bütün ülkelerin başına kendi adamlarını koydular... Her yönden sömürdüler, kültüründen uzaklaştırdılar; tarihinden, dininden kopardılar. Ne istedilerse onu yaptılar ve yapmaya devam etmektedirler. Pek çok proje ürettiler: “Ilımlı İslam projesi”, “Sünnetsiz hadissiz Kur'an Müslümanlığı”, "Dinler arası diyalog..." gibi…
Peki ne olacak? Bunlara itaate devam mı edeceğiz, yoksa bir şeyler yapmak mı gerekir? Elbette bir şeyler yapmamız lazım. Ye’se düşmeden, sabırla cehd ü gayret içine girmemiz lazım. Unutmayalım ki, kâfirden merhamet dilenilmez. Güçlenmek için çok çok çalışmak gerekir. Dostumuzu, düşmanımızı iyi bilmemiz lazım. Çok okuyup bilimsel araştırmalara girmek zorundayız. Ticarete ciddi bir şekilde, usulüne uygun olarak el atmak gerekir. Müslümanlar ve mağdur bütün insanlarla kol kola girmek, teşkilatlanmak ve çok büyük bir sabırla mücadeleye devam etmek gerekir. Esas bizleri en çok üzen şey kâfirin, zalimin yaptığı zulüm değil; Müslüman'ın sessizliği, tembelliği, duyarsızlığı, cehaleti ve en kötüsü de onlarla yaptığı işbirliğidir. Hem gaflet hem hıyanet mevcut. Bu iş bedelsiz, cihadsız, mücadelesiz, bilgisiz, birliksiz ve sabırsız olmaz. Bu mevcut durum içimizi acıtıyor, bizi kahrediyor. Ancak ağlamanın bir faydası yoktur. Karanlığa taş atacağımıza, her birimizin bir mum yakması gerekir. Birlik ve beraberlikten kuvvet doğar. Kuvvetli olmak istiyorsak bir olmalıyız, D-8’i canlandırmalıyız, Varlıklarımıza sahip çıkmalıyız, salih ve bilgili nesiller yetiştirmeliyiz. Unutmayalım ki, çalışmayanı Allah (cc) muvaffak etmez... Sözlerimi Erbakan Hocamın şu sözleriyle bitirmek istiyorum: “İsrail’in emniyeti için Irak, Libya, Suriye, İran ve Türkiye’yi parçalayacaklar. Gelin İslam Birliği'ni kuralım.” Müslüman'ın Müslüman'dan başka dostunun olmadığını bilelim. Ne Rusya, ne ABD ne de bir başkası bize asla dost olmaz / olamaz. Küfür tek millettir. Onlar ancak “birbirlerinin dostudurlar” şeklindeki İlahi fermanı unutmayalım. Çözüm İslam'dadır, kurtuluş İslam Birliği'ndedir.
Selam ve dua ile...