Somacı bizim

Abone Ol

Sosyal medyacı ya da eğlenceci

Soma acılar içinde...

Sosyal medyacılar atış peşinde.

Maksat vurmak olunca, hedefe oturttuklarının Soma madencileri olması ne gam.

Bir açık yakaladık ve ordan vurduk hükümete, diyorlar.

Orası, bir madencinin, içinde yanmış yüreğini taşıdığı sinesi.

“15 yaşında çocuk çalıştırıyorlarmış!”

15 yaş ve civarının korumacısı bunlar ya...

15 yaşındaki bir kızı evinden alıp, onların yaşam alanı sayılan “Bar”larında katlederlerken, ne görmüşlerdi, ne bilmişlerdi halbuki.

Çünkü o günler 28 Şubat günleriydi ve kartel patronuna İstanbul tapusu gerekiyordu.

“Soma kömür ocaklarında 15 yaşında çocuk çalıştırılıyormuş! İstifa”

İstifası istenen hükümet ama, suçladıkları kim Maden ocaklarının çilesini çeken ve o maden ocaklarında hayatlarını kaybeden Somalılar.

Acı içindeki bir maden şehrinin insanları bu kadar mı can kıymeti bilmez, bu kadar mı çocuk sevmez sayılabilir

Kendilerine sosyal medyacı diyen bu insancıklar mı biliyor 15 yaşının ne olduğunu

Efendim, onlar kömür ocağının patronunu bildiklerinden, tanıdıklarından 15 yaşında çocuk çalıştıracağına inandıklarından...

Peki, gidip neden o patrona sormuyorlar üretimleri bu soruyu. Yoksa ucu kartel patronuna dokunur mu sanıyorlar

“15 yaşında çocukların çalıştırıldığı Soma kömür ocakları...”

Somalı kaybettiklerine mi yansın, cenazelerini defnetmekle mi uğraşsın, ocakta kalanlara mı ulaşmaya çalışsın

Yoksa sosyal medyacıları tatmin etmenin peşine mi düşsün

Hiç kimse şunu neden demiyor Yandaş yahut muhalif kalemşorlardan hiç kimse neden demiyor

– Ey kendilerine sosyal medyacı diyenler ve 15 yaşında çocuk çalıştırılan yer suçlamasını Soma’nın yanmış insanlarının üstünden hükümete havale edenler, Somalı’nın 15 yaşında bir çocukla madene inmeyeceğini bilmiyor musunuz Değilse inanmama sebebiniz ne

Somalıyı nasıl düşünüyorsunuz ki, 15 yaşındaki çocuğunu madene salabilir, diyorsunuz.

Somalı madencileri nasıl düşünüyorsunuz ki, 15 yaşında çocuklarla yerin yedi kat altına inebilirler, diyorsunuz.

Ey o iddianın sahibi sosyal medyacılar, size kim verdi, bizim Somalı’mıza hakaret etme hakkını Gezi’cinip dururken büyük patron otellerinde mi öğrendiniz

Çocuğunu, delikanlısını, ciğer paresini madende bırakmış yüreği yanık baba elinde bir fotoğrafla sosyal medya utanmazlarını inandırmaya çalışıyor.

– Benim yavrum 19 yaşında idi!

15 yaşındaki çocuğunu madene gönderen baba, iftirası uzak kalsın, istiyor.

Acısına rağmen telaşı ondan.

Biliyor ki onlar, keçisi çalınan müftüyü, keçi çalan müftü ilan eden kartelin yetiştirdikleridir ve biliyor ki, onlar iftiralarıyla bu ülkede başbakanlar, bakanlar astırmışlardır.

15 yaşında çocuk çalıştırıyorlar, iftirasıyla sanık sandalyesine oturtmak istediğiniz o insanların, 19 yaşında evlat kaybetme acısını anlamayan ve tanımayan ve Gezi’nip duran sosyal medya insancıklarına, bilmeyiz ki başka ne denebilir.

Biz birbirimizin aynıyız biz bize aynayız

Türkiye’nin konuştuğu ambulanstaki madencimiz üstüne birkaç kelime de biz yazalım.

“Çizmelerimi çıkarayım mı ” diye soran o madencide herkes kendini gördü. Sanki ayna konuşmuştu, sizden güzeli yok, diyordu. Kulaklar duydu, gözler ağladı.

Kartel tv’lerinin, gazetelerinin Gezi günlerinden beri evlerimizin içine, odalarımızın içine ve beyinlerimizin içine soktukları; tekmelenen ambulanslar, taşlanan ambulanslar, yakılan ambulanslar görüntülerinden ve tehditlerinden öylesine bunalmıştık ki... İmdadımıza yetişiverdi, “Ambulans kirlenmesin, başkalarına da lazım” diyen o yiğit insanın görüntüleri.

Bu ülkenin bir insanı ve bu ülkenin bir ambulansı arasında nasıl bir bağ olabileceğini, yaşadığına sevinmesinden önce bizlere anlatan o insanlarımız olduğu için burası Türkiye’dir.

Sözü daha da uzatabilirsiniz.

Ambulans ülkedir, vatandır, devlettir, hazinedir, tüysüz yetim kuruşlarıdır...

Madenci ise biziz. Bu ülkenin insanları...

Somalı olmak üstünden öğrendik bir kere de insanlığımızı ve bu ülkenin insanı olmaklığımızı. Olay bu.

Muhalefet; değişmeyen şekil, değişmeyen fiil

Başbakan ve vatandaş karşı karşıya gelirse sahnelerini konuşma vaktine geldik şimdi.

Menderes günlerinden başlayalım.

Kızılay Meydanı... Nümayiş (miting) yapan üniversiteli ağırlıklı gençlik... Aralarında Menderes... Yakası birinin elinde: Hürriyet istiyoruz! Cevap kurşun gibi: Yakamı tutuyorsun, daha ne hürriyetidir istediğin

O hürriyetin dahasının, bakanlarıyla bir başbakan asmak olduğunu aklına getirmeyen tek kişi Menderes’tir.

Yaka tutanın ünlendği yer ise, CHP’dir. Üyedir, milletvekilidir, bakandır, genel başkandır, sonra yine milletvekilidir... Adı Baykal’dır.

CHP’li 1960 yılından beri ürettikleri bu efsanenin altında ezilmektedir. Baykal’ın en baştan beri, hayır dememesi, ben değildim, dememesi de, pay almacılıklarını körüklemektedir, genlerinden CHP’lilerin.

Başka olamıyoruz. Biz de öyle yapalım.

Hacıbektaş’ta Bakan yumruklayan CHP’linin şuur altında da bu var, Danıştay kürsüsünden saldırı pozisyonu alan Feyzioğlu’nun şuur altında da bu var, Soma’yı kullanmak isteyenlerin şuur altında da bu olay var.

Demirel’e yapılan ferdi saldırıların böyle bir amacı olmadığından, hatırlanmaz bile. Ne zaman ki o, örgütlü bir saldırı olacağını gördü, şapgasını aldı ve gitti.

T.Özal’ın şanssızlığı ise, saldırganının Demirel’in fedaisi Cavit Ç. olmasıydı. Bir zamanlar memuru olan T.Özal’ın zayıf noktasını iyi bilen Demirel, üstüne hep Cavit Ç.’yi göndererek netice almıştır.

Bunlardan birini aynen şöyle anlatıyor Mehmet Barlas. (Sabah Gazetesi - 12.05.2014 - Siyasetin bir yönetimi de sahipleri öfkelendirmek midir )

“Turgut Özal Cumhurbaşkanıyken toplanacak Karadeniz İşbirliği Zirvesi’nin sabahında Devlet Bakanı Cavit Çağlar, Başbakan Süleyman Demirel’e ‘Özal’ı delirteyim mi’ diye sordu. Demirel ‘Bildiğin gibi yap’ diye izin verince de Zirve’ye katılmak üzere olan Cumhurbaşkanı Özal’ın yanına gitti. Ona ‘Sizin bu Zirve’de imza yetkiniz’ yok dedi. Özal çok öfkelendi. Kapıdan geri döndü ve kıyıdaki motora binip, oradan ayrıldı. Mimarı olduğu Karadeniz Ekonomik Örgütü de hayata eksikli başladı.”

Olayın bu anlatışla gerçek olduğuna inanırsak, şöyle sorular gelebilir aklımıza:

T.Özal, mimarı olduğu o örgütten bir şey beklese idi, imza yetkisizliği hatırlatılınca bırakır gider mi idi

Veya T.Özal’ın, bırakıp gitmek gibi bir keyfiliğe hakkı var mı idi

Veya T.Özal’ın yanında olması gereken ANAP’lılar nerede idi Onlar da mı korkuyorlardı bir Cavit Ç.’den

Olayın öyle olduğuna inanmıyorsak, aklımıza düşen sorular başka olur.

Semranım yanında ise, aman Turgut, şimdi ne toplantısı Hava güzel, haydi denize gidelim. demiş olabilir mi

Veya Semranım yanında değilse, Turgut bir bahane bul, haydi gel, burda deniz çok güzel, diye telefon etmiş olabilir mi Okluk koyunda güneşlenirken... Hem bak kıyıda bir motor da hazırdır mutlaka...

Refahyol hükümeti günlerinde taktikleri farklıdır. Silahlı ve silahsız bütün kuvvetler topyekûn savaş halinde olduklarından...

Veya Başbakan Erbakan’ın karşısına tek tek çıkma güçleri olmadığından...

Soma’daki bir marketteki başbakanı ise...

Kartel’in ünlü kalemşoru o olayı değerlendirirken dün akşamki bir tv programında, geçmişi artık konuşmayalım, diyordu.

Bugünü nasıl anlayacağız ama...

Önce Kendilerini Kaybettiler

Yukarıdaki karikatüre iyi bakın!

20 Temmuz 1935 tarihli, 10 kuruşluk bir dergiden aldım bunu.

İstanbul’un sokaklarını kazıp Bizans eserleri arayanlar...

Ve,

İstanbul’u kaybetme endişesi yaşayan Müslümanlar...

Yıl 1935. İsmet İnönü başbakan.

Geçtiğimiz günlerin bir Cuma günü, bir Cuma saatinde bir avukat, Kültür Bakanlığı yetkililerini, Büyükşehir Belediyesi yetkililerini, Fatih Belediyesi yetkililerini yani yasal olarak orada olması gerekenleri, bir keşif yerine götürür.

Ekmekçibaşı Camii’nin arsasına.

O avukat, geçtiğimiz yerel yönetim günlerinde tek başına SP’ni temsil ediyorken Belediye Meclisi’nde, kayıp doksandan fazla cami için dava açmıştı.

İşte o avukat. Adı Tevfik Dağ olan o avukat, işte o keşif günü yasal yetkililere gösteriyor Ekmekçibaşı’nın haziresini, caminin temellerinin olması gerektiği yerleri, minarenin kaidesini... Çünkü Fatih Belediyesi’nin bayan avukatı delil sormuştur.

İyi ama der, delil peşindeki Fatih avukatı, ben de Anadolu’ya gitsem, bir sürü kilise temeli bulabilirim. Onların da mı peşine düşelim

İçimi yaktı Fatih Belediyesi’nin avukatının bu savunması. Geçtiğimiz seçimlerde, adliyelerde kafasını yerden kaldıramayan AKP’li başkanda ısrar eden ve meclisine tek SP’li göndermeyen Fatihli seçmenlerin, bizim yangınımıza ilgi duymamalarını anlamamız zor olduğu için yazdık bu yazımızı.

Kayıtlara böyle geçsin.

Kılıcı olan kazanır

Yerel seçimlerden sonra sıkça dillendirilen Sarıgül ne olacak sorusunu cevapladı Kılıçdaroğlu, parti yönetiminde yeni düzenlemeler yaparak...

– Sarıgül burada bir şey olmayacak!

Kılıçdaroğlu’nun değişmez ve değiştirilmesi dahi düşünülemez bu noktasından sonra bir soru daha düştü akıllara.

– Ya Feyzioğlu

Gerçi bu soru, Danıştay’ın o ünlü toplantısından önce geliyordu akıllara.

Kılıçdaroğlu oradaki bir hareketiyle bitirdi Feyzioğlu’nu.

Cumhurbaşkanı, Başbakan ve diğer davetliler terkederken o toplantıyı, arkalarına Kılıçdaroğlu da düşmüştü. Yani o da kendi lisanınca bir şeyler söylemiş oldu, çıktığı kürsüden hâlâ inmeyen ve gittiği Van’dan gelmeyen Feyzioğlu’na.

Kılıçdaroğlu’nu, Feyzioğlu’nun avukatı ve her yerde, her ortamda müdafaacısı sananlar soruyorlar:

– Sen de mi Kılıçdaroğlu Neden terkettin

Kılıçdaroğlu’nun bu soru sahiplerinden daha zeki olduğunu bilmek ve kabul etmek gerek. Onların içinde Kılıçdaroğlu’ kadar zeki olanlar olsaydı, bugün CHP Genel Başkanlığı koltuğunda Kılıçdaroğlu değil de onlar oturuyor olacaktı.

Kılıçdaroğlu bunu da biliyor.

Cevabı da muhataplarının zekasının hacmine ayarlı.

– Ben, toplantı sona erdi, sanmıştım!

Herhalde Kılıçdaroğlu’nun bu cevabından açık–seçik anlaşılmıştır; hem Feyzioğlu’nun, hem ona bağlanan ümitlerin bittiği...

Miras

Kadıncağız, şemsiyesine dayana dayana İkdam matbaasmın merdivenlerini çıkmış, yazı işleri müdürünün karşısına dikilmişti. Konuşmaya başladılar:.

— Buyurunuz hanım teyze..

— Ah evlâdım, sizden bir ricam var..

— Emrediniz!

— Estağfurullah.. Şey.. Sizin İkdam car idesinde bir roman çıkıyor: (Kanlı odanın esrarı) isimli bir polis romanı..

— Evet efendim..

— Aman yavrucuğum, ne olursa sizden olur, kuzum, bu romanı bir an evvel bitiriniz.. Yoksa, bu roman bir cana mal olacak!

— Acayip.. Ne gibi

— Ah yavrucuğum, hiç sorma: Bizim kerime bu romana merak saldı.. Halbuki, ayıptır söylemesi, altı aylık hamile... Maazallah, günün birinde okurken çocuğunu düşürüverecek!

Yazı işleri müdürü gülümsiyerek cevap verdi:

— Aman teyze hanım, biz romanı yarıda nasıl keselim .. Siz gazeteyi kesiniz.. İkdam almayıveriniz..

Bu söz üzerine kadıncağız, hiddetle ayağa kalktı:

— İkdam almıyalım mı .. İlâhi evlâdım, hiç öyle şey olur mu .. İkdam gazetesi bize rahmetli efendimden miras kaldı!..

Eyüp Merkezine

Bay R. anlatıyor:

Yeni şube müdürü olduğum tarih harf inkılâbına rasgelmişti. Bir taraftan vazifeme yeni başlamanın acemi tecrübesizliği vardı. Türk harflerinin tecrübesizliği vardı. Türk harflerini yeni okumayı öğrenenlerin nasıl yazdıklarını düşünün. Bir gün şubeye koca bir dosya geldi. Öyle berbat bir yazı ile yazılmıştı ki, bütün dosyayı okumak değil, bir satırını seçmek bile güç işti. Evirdim, çevirdim, içinden çıkamadım. Polis müdürünün yanına gittim. Dosyayı masasının üstüne bıraktım:

Bay müdür, dedim, bendeniz bu dosyanın içinden çıkamadım. Yazı okunur gibi değil, meselenin ne olduğunu da anlıyamadım. Ne emrediyorsunuz

Tecrübeli polis müdürü dosyaya bir göz attı:

— Eyüp merkezine havale et!

Dedi. Benim bu kadar uğraştığım

halde anlıyamadığım bu dosyanın neden bahsettiğini polis müdürü bir bakışta anlamış mıydı İmkânı yok. İtiraz edecek oldum.

— Fakat, neye ait olduğu anlaşılmıyor.

— Eyüp merkezine havale et, dedim ya...

Dosya Eyüp merkezine gitti. Bir hafta sonra tekrar bize geldi. Merkez memuru şöyle bir derkenar yazmıştı.

— Dosyada mevzuu bahsolan mesele filan oğlu filânın falan tarihte falan mahalde falanın eşyasını sirkat etmesine dair olduğundan bizim merkezimizle alâkası görülemediği cihetle iade olundu.

Dosyayı alıp müdürün yanma gittim:

— Gördünüz mü, dedim, Eyüp merkezi dosyayı iade ediyor. Kendisine ait değilmiş.

Müdür:

— Ne yazıyor, derkenarı oku!

Dedi. Okudum.

— İyi ya, oğlum, şimdi meseleyi anladın, ait olduğu yere havale et!

Diye gülümsedi. Sonra beni yanına oturttu:

— Sen yeni bu vazifeye başladın. Sana bir nasihat edeyim, eğer böyle içinden çıkamıyacağm bir iş olursa onu hiç düşünmeden Eyüp merkezine havale et

— Niçin

Demek ister gibi yüzüne baktım.

— Çünkü, diye devam etti. Orada gayet müdekkik, gayet vazifeperver bir merkez memuru vardır, Eyüp merkezinde de iş yoktur. Merkez memuru oturur, bütün evrakı son noktasına kadar okur.. Şimdi sebebini anladın mı