Resmi ideolojinin sahte sanatçılara gösterdiği o haksız ve iri ilgiye karşın, sanat değeri inatla yadsınmış, hırçınlıkla görmezden gelinmiş büyük ustayı bir kez daha anımsıyorum solmaz bir baharın eşiğinde. Yapıtlarını her elime aldığımda, başımı semaya kaldırıp pembe bulutların kümelendiğini görüp gülümsüyorum.
Laciverd akşamların, bahar serçelerinin, güz güllerinin de bu şiirlerden habersiz olmadığına fazla şaşırmam. Üstadın eserlerinde eksik bırakılmış bir yön, değinilmemiş bir detay, dikkatimizin çekilmediği sorgu da kalmamış gibidir.
Evrensel düşünceyi utku edinen ustanın görkemli şiirlerinin yanı sıra, düz yazılarında da müthiş bir sanat gücü ve çok renkli bir iç dünyanın iz düşümlerini görmek mümkündür. Çile şairidir, acı çekmiş, yaşamını hangi gayelere harcamış, neyin peşinde olmuş; dupduru bir ırmak olup nesillerin önüne düşüp çağlayarak anlatmaktadır.
Üstadın hazine değerindeki eserleri, bir medeniyetin haritasını, derdini, elemini, musikisini, şiirini sunarken onun görmezden gelinişini anlamaya çalışmak güçtür. Ustanın hitabına koşup saf olanlarda da; sözünü, tınısını, ritmini anlayacakların sayısı sınırlıdır. Cins düşünürlerin anlaşılması, zorlu bir eylem olarak insanların önünde durmaktadır.
Bu şiir okyanusu, düşünce dervişi, çağıldadığı ırmağın dar boyutlarını bilse de, muhatabı tek bir yürek bile kalsa derdini anlatmayı sabırla sürdürmektedir. Belki de gelecek kuşaklarla ilgili umudu daha fazla olduğundan edebiyat ve medeniyet meselesini, yıllardır kelimelerine aratmaktadır.
Evrensel öğretiyi, ince ve mert bir doğu yüreği ile algılayıp aktaran “Diriliş” ustası, kişilik olarak da şarkın onuru, tevazuu, soyluluğunu paylaşmaktadır. Dicle ile Fırat’ın getirdiği kültür zenginliğini alıp başına koyduğundan neşeden uzak, çokça hüzünlü, ağırbaşlı ve düşüncelidir. Bütün Ortadoğu coğrafyası, taşımaktan yorulmadığı ağır bir yüktür.
Küçük dükkânında kolluklarını geçirmiş kelimelerin elmas yontuluşu gibi yumuşatılması, inceleştirilmesi, ipek ve gül formatında ayarlanması için yoğun çaba vermektedir. Metafizik bir ürpertiyle kaleme aldığı eserleri, fecrin gül bahçelerini bir seyr-i süluk, bir temaşadır. Derdi dağlardan büyüktür, medeniyet mücadelesinde beyni zonklamaktadır. Geçmişle gelecek arasında bağ kurmaya çalışan, fecrin erlerinin dün olduğu gibi, bugün de, gelecekte de fecir devletini tenleştirebileceklerine inanan üstadın bu çabası, yapıtlarına ayrı bir değer katar.
Fakat insanlar onun en çok gizem motifleri üzerinde dururlar. Gençlik yıllarında yazıp sonra yapıtlarına almadığı fakat son senelerde tekrar kitabına kabul ettiği aşk şiiri “Mona Roza”sınırlarında tutmak, sabitlemek istemektedirler üstadı.
“Parçalanan gemiyi ve yırtılan yelkeni
Katıvermek sessizce söylenen bir türküye
Ve sonra bir köşede öldürmek ölmeyeni
Ve son vermek bitmeyen, bu bitmeyen şarkıya
Bir tren ışığına güneşe çekmek seni…”
Aslında üstad, aşkı çiçek gibi taşımaktan ziyade bir kurşun gibi taşımayı daha çok tercih etmektedir;
“Ben çiçek gibi taşımıyorum göğsümde aşkı
Ben aşkı göğsümde bir kurşun gibi taşıyorum
Gelmiş dayanmışım demir kapısına sevdanın
Ben yaşamıyor gibi yaşamıyor gibi yaşıyorum
Ben aşkı göğsümde bir kurşun gibi taşıyorum.”
Bir ara Leyla’nın yanı başında duralamış ama büyük sevgisine layık olmadığını gördüğünde yolunu Mevla’ya çevirmiş modern zamanların Kays’i olarak insanlara kutlu değerleri anımsatması onu, duyarlı ve yetkin okuyucuların gönlünde bir fikir ve düşünce evliyası kılmıştır.
Üstad daima Anadolu’ludur, çünkü Anadolu kadim medeniyetlere beşiklik eden soylu bir diyardır. Bu sebeple bu kadim diyar, onun şiirlerinde hak ettiği saygıyı hep bulur;
“Dicle’yle Fırat arasında
İpek sedirlerinde Kur’an okunan,
Açık pencerelerinden gül dolan,
Güneşin beyaz köpüklerinde yanmış,
Bir şehir, bir eski kanatlar ülkesi”
Diyerek, Anadolu’nun akustik yapısı, sanat ve tarihi dile gelir dizelerinde. Onun şiirlerinde Ortadoğu’nun iklimi, ırmakları, kerpiç evleri, eyvanları da nakışlıdır. Zira Anadolu gibi Ortadoğu’da üstadın sevgili yurdudur.
Üstad, dost iklimlerin insanıdır. Düşman ortamlar onu yıkar. Bunun için kaba rüzgârları hiç sevmez, ona yeryüzüne muştu yayan sabah esintisi gereklidir ki, eserlerini yazabilsin. “Fecir Devleti”adlı şiiri, bir duygu sağanağıdır. Bu sağanakta medeniyet yitikliğinde acı, hüzün kol gezer. Fakat umut da yok değildir. Bir başka şiirinde umudu kuşanıp “dua”yı ışıklarla etrafa saçar;
“Işık tut Rabbim
Büyük ışığını esirgeme bizden
Koruyan acımana
Güzeller güzeli adlarına
Sığınan bu erlere
Işık tut Rabbim
Kur’an ın aydınlığını yay gönlümüze
Peygamber duasını eş et bize
Saçılsın senin solmaz baharının gülleri yolumuza”.
Solmaz baharın gülleri onu hiç bırakmadı. Yıllardır, “yazın” eylemini kuşanmış; şiirde, sanatta, düşüncede “Diriliş” okulunu kurmuştur.
Yapıtlarını, zengin iç dünyasının renkli iklimi; tarih, coğrafya, medeniyet süzgecinden geçirip zarif kelimelerle düşüncesini inşa edip bir elmas dizisi olarak ortaya çıkarmıştır.
Ucuz ideologların ve sanat adamlarının yerine “Diriliş Ustası”nın eserlerinin anlaşılması, yaygınlaşması temennisiyle kendilerine Rabbimizden nice sağlıklı uzun yıllar diliyoruz.