Gezi Parkı bahane edilerek günlerdir sürdürülen
eylemlerin iki boyutu söz konusu; Bir boyutu iyi niyetle başlayan gösteriler,
diğeri ise gizli tutulan kin ve öfkenin Taksim Gezi Parkı bahane edilerek dışı
vurulması ve saldırıya dönüşmesidir. Genellikle polislerin orantısız güç
kullandığı tartışılıyor ama, eylemcilerin araçları yakmaları, binalara
saldırmaları ve ateşe vermelerini demokratik taleplerin dile getirilmesi olarak
nitelendirmek kanaatimce esas meseleye uzak kalma, hatta esas konuyu tartışmaya
açmama isteğidir. Diyelim ki, bazı konuları deşmek toplumsal huzura zarar verir
diye düşünülmesi sorunun giderilmesine katkı sağlamamaktadır.
Kısacası, yüzyıllar öncesinde yaşanmış bazı hadiseleri
bugünkü öfke patlamasının sebebi olarak sunmak tartışılması gereken hususlardan
birisidir.
Artık herkes görmeli ve bilmelidir ki, toplumun bir
kesimi yüreğinin derinliklerindeki kin ve öfkeyi sürekli canlı tutmakta, yerine
göre bazen sol, bazen bir siyasi yapılanma, bazen de terörist bir grup olarak
açığa vurmaktadır. Kısacası, görünen o ki, bu öfke ve kini gidermek mümkün
değildir. Belki uzun yıllar gizli tutulmuş, açığa vurulmamış kin ve öfke giderek
bunu açığa vurmak için uygun bir zemin bulmaya başlamıştır. Bir diğer ifade ile
azgın azınlık sessiz çoğunluğa haddini bildirmek, hizaya getirmek istemektedir.
Azgın azınlık şimdiye kadar sessiz çoğunluğu darbeler yoluyla hizaya getirme
yolunu seçmişti. Darbecilerin yargılanmaya başlaması bu azgın azınlık
darbelerden ümidini kesmiş olacaklar ki, kitleri çatışmaya çekmek, bunun sonucu
olarak ortaya çıkacak bir iç çatışmadan medet umduklarını insan düşünmeden
edemiyor. Çünkü bu ülkenin çoğunluğu uzun yıllar inandığı gibi yaşama hakkından
mahrum edilmiş, bir takım çevrelerin belirlediği inanç çerçevesinde hareket
etmeye zorlanmıştır. Yani, azgın azınlık içindeki kini sürekli canlı tutmuş,
fırsat buldukça açığa vurmaktan kaçınmamıştır. Tüm bu gelişmeler karşısında
sessiz çoğunluğa sürekli olarak sessizlik, sabır telkin edilmiş ama azgın
azınlığın önü açılmıştır. Bu durum daha ne kadar devam eder; sessiz çoğunluk
uğradığı bunca saldırı ve hakaret karşısında daha ne kadar sessiz kalır
bilinemez ama artık olaylara doğru teşhis koymak, doğru tartışmak gerekiyor.
Çünkü meseleyi tartışma dışında tuttukça kitleler işin özünü anlamakta güçlük
çekmektedir. Partilerin ilçe binalarının ateşe verilmesini hak arama ve
hassasiyetin dışa vurumu olarak takdim etmek mümkün olabilir mi Bununda
ötesinde marjinal grupların taşkınlığı şeklinde yorumlamak ne kadar gerçekçi
olur Etrafı yakıp yıkanların marjinal grup olarak nitelendirilmesi sokağa
taşan kin ve öfkeyi izaha yetmez/yetmiyor. Bu bakımdan olaylar
değerlendirilirken öncelikli olarak göstericilerin etrafa yönelik kin ve
öfkelerinin sebeplerinin araştırılması, bulunması ve bunun tartışılması
gerekiyor. Aksi, halde her çatışmanın ardından sessiz çoğunluk itidale davet
edilecek,onlarda boyunlarını büküp oturacaklar, azgın azınlık meydanı boş
bulacaktır. Bunu belirtirken sessiz çoğunluğun sokağa dökülmesini, kendine
yönelik her türlü saldırının hesabını kendisinin sorması gerektiğini savunuyor
değilim. Bunun hesabını sormak emniyet güçlerinin ve yargının işidir. Benim
üzerinde durmaya çalıştığım husus sessiz çoğunluk öylesine sindirilmiş
durumdaki, söz konusu kin ve öfkenin kaynağı üzerinde durulamamaktadır bile.
Konuşmamak sorunları gidermiyor. Görünen bu.
Unutulmamalıdır ki, ülkemiz üzerinde bir takım hesap ve planları olan emperyalist
güçler el altından bizim konuşmaktan ve tartışmaktan kaçındığımız konuyu
sürekli kaşıyor. Konuşarak farklılıklara tahammül kültürünün toplumun her
kesimince özümsenmesi gerekiyor. Hiç beklenmedik bir anda ülkemizi Irak ya da
Suriye konumuna düşürmek için fırsat kollayanların işi kolaylaştırılmamalı,
buna imkan verilmemelidir.