Soğuk Savaş- 2. Kısım

Abone Ol

2. Dünya Savaşı nın bitiminden sonra Batı dünyasının bir

numaralı düşmanı SSCB ydi. Nazi Almanyasına karşı aynı safta yer alan ve aynı

ittifakın birer üyesi olan ABD ve Rusya, Avrupa nın üzerindeki Nazi tehdidinin

kalkmasıyla birlikte karşıt cephelere geçiverdiler. Yani, 2. Paylaşım savaşı

biter bitmez, yeni bir paylaşım mücadelesi başlamış oldu: Soğuk Savaş!

Önce İngiltere nin Almanya karşısında etkisizleşmesi,

sonrasında da Avrupa yı kasıp kavuran Almanya nın dünya savaşını yine yenik

kapatmasıyla, Avrupa küresel güç dengesinde bir süre ortalarda gözükmeyecekti.

Bu yokluğu, 2. Dünya Savaşı yla birlikte iyiden iyiye palazlanan kurtarıcı (!)

ABD ile düşman ilan ettiği SSCB doldurmaya girişti.

Bu iki süper güç, öyle çetin ve amansız bir mücadeleye

girişti ki, kısa sürede tüm dünya ya özgür(!) dünya tarafına ya da kızıl

Rusya ya eklemlenmeye itildi. Avrupa da ABD yanlısı kıta Avrupası devletleri,

tabii ki kurnaz İngiltere, Akdeniz ülkeleri bir yana, Avrupa nın itilmiş

kakılmışları Doğu Avrupa devletleri Varşova Paktı marifetiyle kızıl cepheye

geçiverdi.

Bu cepheleşmenin en klasik numunesi ikiye bölünmüş Berlin

şehriydi. Bu amansız Soğuk Savaş, dünyanın da başına bela olmaya başladı ve

hemen her ülkeyi birinden birine taraf olmaya zorladı. Ya Batı ittifakını ya da

komünist bloğu tercihe zorlanan ülkeler, adeta filler tepişirken ezilen

çimenler misali bu savaşın piyonları olacaklardı sadece.

SSCB nin giderek zayıflamaya başlaması, önce 1989 da

Berlin Duvarı nın yıkılması neticesini doğurdu. Kuşkusuz, Berlin in şahsında

Almanya nın bölünmüşlüğünü simgeleyen bu duvar bir simgeydi. Glasnost ve

perestroyka hamlelerine rağmen Sovyet İmparatorluğu nun önlenemez yıkılışının

1991 de gerçekleşmesiyle beraber, Soğuk Savaş ın galibi olarak ABD tek süper

güç olarak dünyanın başına bela olmaya başladı.

Dehşetengiz güç dengesi döneminde, ikisinden birisinin

kontrolsüz güç şımarıklığını diğeri önlerken, SSCB nin yerle yeksan olmasıyla

bu durum ortada kalktı. Şunu belirtmekte fayda var; iki şerden bir hayır

çıkmıyor! Dünyanın üzerindeki iki bela birbiriyle çatışırken de, birisi yıkılıp

diğeri tek başına kaldığında da insanlık yararına bir şeyler gelişmedi. Amansız

güç dengesi varken de, ABD tek süper güç olarak kaldığında da insanoğlunun

huzur ve sükunu namına olaylar yaşanmadı. 

SSCB yle çekişirken rekabet ve dünyayı paylaşma uğruna

ülkelere savaş ve katliam ihraç eden ABD, Soğuk Savaş ın bitimiyle bunu aynı

şekilde sürdürdü. Değişen sadece işgal gerekçeleri oldu. Önceden komünizm

tehlikesine karşı özgürlük götürmek diyen ABD, yine özgürlük götürdüğünü

iddia ederken artık komünizm tehlikesinden bahsetmez oldu. Soğuk Savaş ın

bitimiyle kendisine İslam ı hedef olarak seçen ABD nin bu uğurda

gerçekleştirdiği işgaller, 11 Eylül den sonra hız kazandı. BOP çerçevesinde

İslam ülkeleri ya işgal edildi, ya iç karışıklığa sürüklendi ya da parçalandı.

Ortadoğu yu yeniden şekillendirme sürecini aynı

pervasızlıkla sürdüren ABD, yeniden palazlanan Rusya ve arkasına aldığı Çin,

Hindistan, İran gibi ülkelerin oluşturduğu blok karşısında bocalamış vaziyette.

Rusya, önce Kırım ı işgal etti, şimdi de Ortadoğu ya müdahil oluyor ve Batı

izliyor. Ortadoğu da kartlar yeniden dağıtılıyor, kirli planlar yeniden

tasarlanıyor ve insanlığın baş belası Soğuk Savaş yeniden sahnelenmeye başlıyor

yani.

İşin kötüsü,  bu

Soğuk Savaş ın ana üssü Suriye ve Türkiye de filler tepişirken ezilen çimenler

rolünde olacak gibi duruyor. Her iki taraf da, birisi koalisyon güçleri diğeri

de Suriye rejimine destek adı altında Müslümanları katlederken, başta İslam

ülkeleri sadece birinden taraf olma derdindeler maalesef.

Rus uçaklarının Türk hava sahasını ihlaline pek bir

hevesle tepki koyan NATO ve ABD de gösteriyor ki, Soğuk Savaş fiilen

başlamıştır. Bu noktada, sürekli olarak Türkiye ye destek oluyormuş gibi

gözüken NATO ya bel bağlamak ve güvenmek ise fiyaskonun büyüğü olacaktır.

Sözün özü; Rusya ya teessüf sunuyoruz, ABD ye ise hiç ses

bile etmiyoruz. İki beladan birine taraf olmak dışında varlığımızla yokluğumuz

bir ne acıdır ki