Genel olarak, siyaset ile “iktidar” kavramlarını eş anlamda kullanmanın ötesinde, mahiyetleri itibariyle herhangi bir ayrım gözetmeden aynı olgularmış gibi anlamanın yol açacağı sakıncaları ve tehlikeleri öngörmenin imkânı ortadan kalkabilir.
Her şeyden önce siyaset, insani bir olgu olarak birtakım ilkelere, kurallara dayanmak durumundadır ve bunun gereği olarak bir “kurum”dur. Bu bağlamda siyasetin mutlaka düşünsel bir temeli içkin olması, belli bir düşünce sistemini yansıtması beklenir. Bu niteliği gereği, siyasetin, herhangi bir uygarlığın izini taşıması yanında, aynı zamanda adeta o uygarlığın sözcülüğünü üstlenmesi birincil ve belirgin işlevi olarak ortaya çıkmaktadır. Onun için siyasetin ilkeleri ve kuralları, ahlakın ilke ve kurallarının, bireysel nitelikten toplumsal niteliğe dönüştürülerek uygulanmasından ibarettir. Ahlâki ilke ve kuralların toplumsal niteliğe dönüştürülmesi işlevi, siyasetin aynı zamanda bir sanat görünümü kazanması sürecini işaret eder ki, siyaset üzerine düşünenler tarafından da bu nitelik vurgulanmıştır. Ayrıca, siyasetin sanat olduğu görüşü, temsil ettiği uygarlığın mahiyet ve niteliği hakkında somut göstergeleri ne ölçüde yansıttığını açıklar. Nitekim siyaset, felsefi düşünce bağlamında Ethik (Ahlak Felsefesi) alan kapsamında ele alınıp incelenmiş ve tartışılmıştır. Platon, ideal toplum ve devlet tasarımını ahlaki ilkeler, kurallar ve kurumlar temelinde betimlerken, Aristoteles ise, Ethik’in bir uzantısı olarak siyaseti açıklamaya çalışmıştır. Ünlü “Politika”sı, “Nikhomakos Ethik”in bir bölümünden ibarettir. Farabi’nin “Medine-ül Fazıla”sı (Erdemli Devlet) bir başka örnektir.
“İktidar”, her ne kadar siyaset ile doğrudan ilişkilendirilmiş olsa bile, aslında, sadece insana özgü bir nitelik değildir. Doğadaki her canlı veya her canlı topluluğu bakımından, farklı şekillerde ortaya çıkan bir durumdur. İnsan ve toplum bakımından “iktidar”, bir olgu olarak çeşitli niteliklerde kendini gösterebilir. Üstelik olumlu, yani insan ve toplumun varlığı ve hayatına sağladığı yararlı ya da olumsuz, yani zararlı ve tehlikeli olaylar, durumlar ve nitelikler şeklinde ortaya çıkabilir. Gerçekten, insan birtakım güdülerini, niyetlerini, isteklerini, hedeflerini, kısaca yeteneklerini ve güçlerini denetim altına almadığı takdirde, olumsuz sonuçlar ile karşılaşması kaçınılmazdır. Sözgelimi erdemli, olgun, kemal sahibi bir kişiliğe ulaşmak için insanın birtakım yeteneklerini ve güçlerini eğitmesi, uslandırması, dizginlemesi, denetim altına alması, bir anlamda “iktidar”ını sınırlandırması, kimi zaman da yok etmesi gerekmektedir.
Bir açıdan irdelendiğinde, özellikle toplumsal olan ve toplumsal hayat bakımından, “iktidar” olgusunun sınırsız mahiyeti ve niteliği göz önüne alınarak, siyaset olgusunun dayandığı ilkeler, kurallar ve kurumlar çerçevesine alınması, bir zorunluluk olarak görüldüğü söylenebilir. Böylece, insan ve toplumun varlığı, hayatı, menfaati; belirgin, sınırları çizilmiş, öngörülebilir bir “iktidar” karşısında güvenceye alınmış demektir. Daha önemlisi de, “iktidar”ın kişiliğe bağlı, ondan ayrılamaz mahiyet ve niteliği, siyaset yoluyla ortak, toplumun bütününe ilişkin, kamuya ait (beyt-ül mal) bir niteliğe kavuşturulması mümkün olabilmiştir.
Gerçekten insan ve toplumların tarihi ve siyasi süreçlerine genel olarak bakıldığında, siyaset ve “iktidar” sorunlarının değişim, dönüşüm ve biçimlenişlerini gözlemlemek olasıdır. Sözgelimi monarşi, oligarşi, demokrasi ya da belli bir kişinin, bir ailenin, bir kabilenin, bir ırkın, bir sınıfın, bir zümrenin vb iktidarlarıyla gerçekleşen uygulamaları bu açılardan değerlendirdiğimizde, sorunun mahiyetini kavramak daha açıklayıcı olabilir. Ancak, her hal ve şartta, salt “iktidar”ı önceleyen ve ona dayanan her türden yönetim şekilleri veya türleri, insanın ve toplumların varlıklarını, hayatlarını ve menfaatlerini pek olumlu yönde etkiledikleri, değiştirdikleri, sonuç aldıkları kolaylıkla ileri sürülemez gibi gözükmektedir. Diğer bir ifadeyle, siyasetin yozlaşması sorunu söz konusu olabilmektedir.