Siyasetin dönüştürme gücü

Abone Ol

Siyaset ve değişim üzerine konuşmaya devam edebiliriz. Toplumsal değişimin ilgi alanını gelecek üzerinden okumamız gerekiyor. Her toplum kendi geleceğini belirlerken toplumsal değişimin dinamikleri ve mevcudun kendini yarına taşıma kapasitesi arasında gidip gelir. Siyaset burada kendine uygun pozisyonu belirler. Mevcudun muhafazasında bir aktör mü olacak yoksa toplumun gelecek tasavvuruna uygun olacak şekilde değişim imkânını mı zorlayacak? İlki tercih ediliyorsa siyaset yapmanın en konforlu alanına talip olunuyor demektir. Ama ikincisi tercih ediliyorsa beraberinde zorluklar da davet ediliyordur. Çünkü toplumsal alışkanlıkları değiştirmek kolay olmayacaktır. Alışılan ortam toplum için güvenilir alandır. Her ne kadar sistemin kendisi sorunlu da olsa bu güvenli alanı terk etmek kolay değildir.

Ülkemizin siyasi paradigmasına baktığımızda sistemin artık tıkandığını görebiliyoruz. Kamplara bölünmüş kültürel aidiyetin belirlediği bir siyasi yelpazeye sahibiz. Güven duygusu hem kişisel, hem toplumsal hem de siyasal ilişkilerde zedelenmiş durumda. Ama her insanın kendisini güvende hissetmesi açısından haklı bir talebi var. İşte mevcut siyasi irade bu güven talebini güvenlik kaygısı üzerinden siyasetin merkezine yerleştirmiş durumda. Kutuplaştırıcı, itham edici ve nefret merkezli siyasi söylemin amacı değişime çağıran siyaset anlayışına karşı endişe uyandırmaktır. Günümüz siyasetinin propaganda aracı olan güvenlik kaygısı ve istikrar vurgusu tam da bunun içindir.

Siyasetin dönüştürme gücü elbette toplumun beklentilerine göre kıvam alacaktır. Bir toplumun dinamiklerini değiştirme iradesi siyasetin tekelinde değildir. Asıl belirleyici olan, o toplumun dünyayı nasıl okuduğu, kendisini nasıl tanımladığı ve geleceğe dair nasıl bir tahayyül geliştirdiğidir. Bu yüzden öncelikli olan güven duygusunu yeniden inşa edebilmektir. Peygamberimizin risalet mücadelesinde ilk yapılan iş güven duygusunun yeniden inşa edilmesiydi. Tevhit mücadelesinde insanları güven duygusundan alıkoyacak bir yol izlenmedi. İlk aşamada kabile asabiyetinin verdiği güvenlik çemberi üzerine bir tartışma oluşturmadı. Kabile birliğinin dışına itilen müminler içinse yeni bir güven atmosferi inşa edildi. Vahiy; müminler birbirinin kardeşidir, diyerek bu yeni güven ortamını oluşturmayı başardı. Bu örneklikten yola çıkarak bir siyasi hareket değişimi arzuluyorsa mevcudun inşa ettiği güven duygusunu aşacak yeni bir güven duygusu inşa etmeyi başarmalıdır. Bu yüzden siyasetin, değişimi toplumsal ikna üzerinden yürütmesi gerekiyor.

Türkiye’de uzun yıllardır süren kimlik tartışmalarının merkezinde yatan ana sebep aslında güven duygusunun inşa edilememesidir. Devlet toplumdan, toplum devletten; dindar sekülerden, seküler dindardan; merkez çevreden, çevre merkezden korkar durumda. Bu korkular siyasal rekabetin değil, zihinsel güvensizliğin ürünüdür ve bu güvensizlik olduğu sürece mevcudun muhafazası herkes için anlamlı olacaktır. O yüzden siyasi hareket gelecek tahayyülünde topluma yeni bir güven duygusunu aşılamayı başarmalıdır. Bu güven duygusunun inşa edilmesinde üç kavramın hayata geçirilmesi önemlidir.

Birincisi tarihi sürekliliğin sağlanması gerekiyor yani geçmişle bağ doğru bir zeminde kurulmalıdır. İkincisi tüm toplumsal kesimlerin oluşturulmak istenen güven zeminine dâhil edilmesi gerekiyor yani toplumsal farklılıklar birbirlerine karşı güven duyabilecek ortak bir kaygıda buluşturulmalıdır. Üçüncüsü ise adaletin tüm toplumsal yapı içerisinde tesis edilmesi gerekiyor yani yargıdan siyasete, toplumsal ilişkilerden ekonomik paylaşıma kadar her alanda adalet merkeze yerleştirilmelidir.

Siyaset bu üç kavramın gölgesinde güven duygusunu inşa etmeyi başarabildiği sürece halkın değişime olan bakış açısı da makul bir seviyeye ulaşacaktır.