Siyaseti önemsemeyen Müslümanları, Müslümanları önemsemeyen siyasetçiler yönetir

Abone Ol

“Siyaseti önemsemeyen Müslümanları, Müslümanları önemsemeyen siyasetçiler yönetir”

Bir zamanlar yazılarını yazmak için okyanus sahiline giden bir yazar varmış. Okyanusun rahatlatan dinginliği ve dalgaların coşkuya getirdiği duygularıyla yazılarını yazarmış. Bir gün, günün doğuşuyla birlikte yine yazı yazmak için okyanusa ilerlerken, sahilde dans eden bir insan silueti görmüş. Şaşkın ve meraklı bir şekilde adımlarını hızlandırıp yaklaştığında görmüş ki, bu insan dans etmiyor, yerden denizyıldızlarını alıp bir kaç adım koşuyor, suya atıyor ve bu hareketi durmaksızın tekrar ediyor. Yazar merakla adama ne yaptığını sormuş. Adam: “Gün doğmak üzere ve sular gitgide çekiliyor. Ben de bu denizyıldızlarını suya atarak hayatlarını kurtarıyorum” demiş. Yazar biraz da alay edercesine gülümsemiş ve “Güneş doğdu doğacak, ne yapabilirsin ki Bundan sonra bir şey fark eder mi” demiş. Adam duyduğu şeyi hiç umursamadan yerden bir denizyıldızı daha almış ve okyanusa attıktan sonra “Bunun için fark etti!” demiş.

İlk yaratılıştan bu güne kadar, günün doğuşuna ve çekilen sulara aldırmadan, yerden tek tek denizyıldızlarını alarak okyanusa atan ve nefessiz kalmalarına engel olmaya çalışan kurtarıcılar hep var olmuştur. Kimse anlamasa da yaptıkları işin önemini, onlar nice hayatlar kurtarmaya devam etmiş ve bu uğurda kendilerini feda etmiştir. Büyük davaların büyük sevdalıları, tarihin hangi döneminde anlaşılmıştır ki zaten!

Bundan yaklaşık yarım asır önce de öyle bir fidan atılmıştır ki toprağa, asırlık bir ulu çınar olmuş ve yüz yılın mevsimler üstü tek gerçek baharını başlatmıştır. Kınayanın kınamasından korkmadan, şefkatli bir doktor gibi reçeteler sunan, kapı kapı dolaşıp tek tek insanları doğru yola çağıran ve batıl sistemden sakındırmak için gecesini gündüzüne katan bu bahara Milli Görüş denir. Ve Milli Görüş, denizyıldızlarını bağrına basarak hayatlarını kurtaran, onlara can suyu olan engin bir okyanustur. Bu davaya gönül verenler ise, bıkmadan, usanmadan, azim ve gayretle ama en çok da şefkatle o denizyıldızlarını suyla buluşturan fedailerdir.

İşte şimdi insanlık için yeniden Milli Görüş zamanı. Yeniden Saadet zamanı. Şimdi yeniden ellerimizdeki en güçlü silahlarımızı kullanma zamanı. Bütün dünya siyasetle yönetilirken ve zalimler zulümlerini siyaset üzerinden insanlara dikte ederken, bizim elimizdeki imkânımızı hafife almamız ve önemi kadar hassas davranmamamız kabul edilebilir bir şey değildir. Evet, oylarımız bizim zalimlere savuracağımız en güçlü silahımızdır. “Hüküm yalnız Allah’ındır” demenin gereğini yerine getirmek, Allah’ın indirdikleriyle hükmedecek bir yönetimi iktidara getirebilmek için bir araçtır.

İlk önce, “Bir benim oyumdan ne olur” düşüncesini zihinlerimizden atmak zorundayız. Bundan yüz yıl önce, Seyyid Çavuş eğer “Bir tek benim atacağım top mermisiyle ne olur” demiş olsaydı, düşman gemisi boğazı geçer ve Çanakkale adını tarihe asla “Geçilmez” olarak yazdıramazdı. Seyyid Çavuş elindeki silahtan sorumluydu ve onu kullanmak zorundaydı. İsabet edip etmemesi onun bilebileceği şey değildi. Bizlerde şu an en az onun kadar sorumluyuz. Bizim de elimizde, ülkemiz üzerinde oynanan oyunların son hamlelerini yapmak üzere boğazı geçmek isteyen düşmana atabileceğimiz mermilerimiz var. Ve doğru yere hedef alıp, sonucunu Allah’a bırakıp “Ya Allah” diyerek mermilerimizi ateşlemeliyiz. Önce sefer, sonra şanlı bir zafer; elbette büyük sevdalara yaraşan bir sondur. Fakat biz sonucundan mesul değiliz. Çünkü zaferden değil seferden sorumlu tutmuş Yaradan bizi. Asıl seferimiz, asıl cihadımız ise, göz boyamalara, aldatmalara inanmadan, Hak çizgide sebat etmek ve her şeyin açısının saptırıldığı bir dünyada, dosdoğru yolda yürümeye devam etmek, açıyı tam tutmaktır.

Hak taraftarı olmak, hiç bir zaman mağlup olunmayacak bir kulpa tutunmaktır. Hak’ta sebat etmek, seçimlerle, sandık sonuçlarıyla mukayese edilemeyecek kadar ulvi bir vazifedir. Kazanabilme ihtimalinin binde bir olduğu zamanlarda bile, kazandığını bilmektir, dava delisi olmak. Nemrud’un küfrüyle harladığı şirk ateşine su taşıyan karınca misali, taşıdığı şeyin madden değil manen ağırlığını bilmek, idrak edebilmek ve gereğini hassasiyetle yerine getirebilmektir. “Senin taşıdığın bir yudum suyla bu koca ateş söner mi ” diyenlere, tarafını belli etmek adına “Sönmese de bu yolda ölürüm” diyebilecek bir imanı kalbe sığdırabilmektir. Dava delisi olmak, dert sahibi olmaktır. Dert sahibi insan ise, tek başına bile olsa milyonların karşısına geçip “Kandırıldınız” diye haykıracak, krallara, efendilere inat “Kral çıplak” diyebilecek kadar cesurdur. Ümmetin derdiyle dertlenen insan, “Biz bu kuşun canlısını istiyoruz” diyebilecek kadar gerçekçi bir bakış açısına sahiptir.

Kardeşlerim, kapatın televizyonlarınızı, kapatın internetlerinizi. Bizi narkozlamakla görevlendirilmiş medyalara kapatın gözlerinizi ve bir kez, ne olur biz kez, vicdanınızın sesini açın. Maddi-manevi engellemelere rağmen dosdoğru yolda yürüyen, kapkaranlık bir dünyanın aydınlık yıldızları olmaktan vazgeçmeyen bir davayı görsün kalpleriniz.

Bizler kardeşiz. Düşünce ve fikirlerimiz birbirine tamamen aykırı da olsa, desteklerimiz ve destekçilerimiz birbirinden tamamen bağımsız da olsa, bu gerçek asla değişmeyecektir. Asıl mesele ise, iman kardeşleri olarak kucaklaşarak yaşadığımız bu dünyayı, cennetten bir bahçeye çevirmek. Ezilenlerin hakkını ezenlerden almak ve adil düzen üzerine yepyeni bir dünya kurmak…

Dava böylesine büyük olunca, kaybetmek olur mu hiç Hedef bu kadar yüksek olunca küçük hesaplar yapılır mı hiç Seçimler, sandıklar, iktidarlar… Hepsi gelip geçicidir. Bizim derdimiz ise bütün dünyalık hesapların üzerindedir. Bizim davamızda sayıların önemi yoktur. Çünkü Nuh (a.s)’ın bin yıl tebliğ ettiği halde inanan yüz kişi bile bulamadığı bir davadır bu. Öyleyse, bu yüzyılın sevdasına ömrünü adamış bir büyük liderin, *Erbakan Hocamızın sözüyle noktalayalım yazımızı: “Haksız bir davada zirve olmaktansa, haklı bir davada zerre olmayı tercih ederim.”