Sınırları zorlamak

Abone Ol

Siyah-beyaz ve sessiz sinemanın dahilerinden Charlie Chaplin in Asri Zamanlar filminde, defalarca izlediğimiz halde ruhumuzu burkan, tüylerimizi ürperten, hem komik hem de trajik bir sahne vardır Kahramanımız iş bulmak için gittiği fabrikada, seri üretim yapan bir bandın kenarına konulur Bantın üzerinden malzemeler hızla akmaktadır. Kahramanımız akan bantın üzerindeki civataları sıkmak, işi yetiştirmek için vargücüyle çalışmaktadır. Ama, bir türlü bantın hızına yetişememektedir. Bant akar, işler üst üste yığılır, herşey bir anda çorbaya döner Vahşi kapitalizmin insanları mekanikleştirdiğini, robotlaştırdığını bundan daha güzel anlatan bir sahneyi sonraki dönemlerde de  izlediğimizi hatırlamıyoruz. Karnını doyurmak, geçinmek, hayati ihtiyaçlarını gidermek zorunda olan insan, ister istemez kapitalizmin acımasız çarklarına kapılıyor.

Vahşi kapitalizm, insanları "çalışmak, başarmak, en öne geçmek, zirveye yükselmek, kariyer yapmak, koltuk kapabilmek" kavramlarıyla öğütüyor İnsanlar, insan olduğunu unutuyor, insani duygularını yitiriyor. Çevresiyle ilişkilerini kesiyor Herşey mekanikleşiyor, rutine biniyor. Komşuluk ilişkileri, sıla-i rahim, anne-babayla, aile efradıyla, akrabalarla yapılması gereken münasebetler "İşlerin çokluğu" gerekçesiyle ihmal ediliyor. Kısacası, vahşi kapitalizmin içine girdiği bedenler, çalışmaya programlanıyor Chaplin in filminde olduğu gibi, insanlar bandın üzerinden akan işleri yetiştirmek için kendilerini paralayan birer robot haline dönüşüyor. Önceki gün NTV ekranlarında Celal Pir in sunduğu, bir tanıtım programını izledik. Otomobil, motor, sürat teknesi gibi alanlarda faaliyet gösteren Honda firmasının tanıtıldığı programda, ısrarla "Japon mucizesi"ne vurgu yapılıyor, Japonların çalışma azminden, şevkinden bahsediliyordu. Bir ara programın stüdyo konuklarından birisi, "Japonya da otomobil firmasında çalışan en sıradan işçi bile, kendisinin yaptığı işi süratlendirmek, en üst noktaya çıkarmak için mühendislere, grup yöneticilerine ve firma yetkililerine öneriler getirir. Yapılan toplantılarda bu konuda işleri hızlandıracak projeler geliştirilir" gibi bir cümle kurdu.

Medyamızın da sürekli gündeme getirmeye çalıştığı ve örnek almamız için önümüze konulan Japon mucizesi aslında şudur: Çalışmak, çalışmak Hatta kendini paralayana dek çalışmak En sıradan işçi bile, işleri hızlandırmak, daha çok çalışmak, daha çok araba üretmek için kafa patlatıyormuş Ve, bu durum takdir edilesi, örnek alınması gereken bir durummuş Çalışmak, çalıştığı kurum için "alın teri akıtmak", helalinden para kazanmak, işini çok iyi yapmak elbette takdir gereken, olması gereken bir şey. Fakat, sınırları zorlayarak, bir araba daha fazla üretip, dünya piyasalarına hakim olacağız diye insanların kendini paralamasının bizce takdir edilecek hiçbir tarafı yoktur. Çalışmanın, emek sarfetmenin de bir kapasitesi vardır. Bu kapasiteyi zorlamak, insanı insan kılığından çıkarır Robotlaştırır, mekanikleştirir Günde 10 saat boyunca cıvata sıkan birisinin, "Ben 100 değil, 110 cıvata sıkmam gerek" diyerek, iş kapasitesini artırmaya çalışmasını, "yaptığı işi sevmek" diye değerlendirmemiz akılla bağdaşmaz. Çünkü insanın insani özellikleri vardır Hata yapma riski vardır Çalışırken nefeslenme ihtiyacı vardır Bir iki kelam etme hakkı vardır Tuvalete gitme, çay çorba içme ihtiyacı vardır Vardır babam vardır Her insanın "yoğurt yiyişi" standart değildir Sırtlarına yüklenecek kapasite, taşıyacakları yük farklıdır "Biz de Japonların çalışma standardını uygulayalım, insanları sınırları zorlayacak şekilde çalıştıralım Vahşi kapatilizm, üretmek, başarmak, büyümek üzerine kuruludur Kapasitemizi artırabilmek için bir civatanın bile hesabını yapalım" Bu zihniyetle elbette dünya piyasalarına hakim olursunuz Ama insanlıktan çıkarsınız