Silah bırakma görüntüsü altında anayasal dönüşüm mü?

Abone Ol

Barış söylemiyle meşrulaştırılan bu süreç, aslında anayasal yapının ve ülke bütünlüğünün yeniden kurgulanmasına yönelik uzun vadeli bir planın parçası olabilir.

Sevr’den BOP’a: Türkiye’nin 100 yıllık kıskacı

Son günlerde kamuoyuna yansıyan gelişmeler, Türkiye’nin yakın geleceğine dair ciddi tartışmaları beraberinde getirmektedir. 26 yılın ardından bebek katili Abdullah Öcalan’ın video mesajı yayımlandı ve bu mesajla birlikte “sembolik” bir silah bırakma sürecinin başlatıldığı duyuruldu. Bu gelişme, yalnızca bir terör örgütünün yön değişimi değil; aynı zamanda yeni bir siyasal iklimin habercisi olarak okunmalıdır.

Öcalan’ın, silahlı mücadeleyle ulaşılmak istenen hedeflerin artık demokratik yollarla ve Meclis eliyle gerçekleştirileceğini ifade ettiği mesajı, Türkiye’nin birliğini önceleyen herkes açısından dikkatle analiz edilmelidir. Çünkü bu söylem, görünürde barışçıl olsa da, arka planda yeni bir anayasal düzen tartışmasını tetikleyebilecek bir içeriğe sahiptir.

“Türkiyeli” Kavramı: Sade Bir Terim Değil, Sistematik Bir Yönelim

Son yıllarda bazı çevreler tarafından sıkça dile getirilen “Türkiyeli” kavramı, sadece dildeki basit bir değişiklik değil; Türkiye’nin üniter yapısını dönüştürmeye yönelik anayasal bir projeye işaret etmektedir. Bu kavram, etnik kimlikleri esas alan çok parçalı bir yönetim modeli arayışının parçası olarak değerlendirilmelidir. Irak’ta ve Bosna’da yaşananlar bunun acı örnekleridir.

Tarihten Bir Belge: Özal’a da Denettiler

Bu tür planların geçmişte de gündeme getirildiği ve hatta dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal üzerinden denendiği unutulmamalıdır. Aşağıda yer alan gazete kupüründe, Özal’ın “Türkiye’nin adı Anadolu olmalıydı” şeklindeki şaşırtıcı ifadesi yer almakta; Türk-Kürt meselesi üzerinden ülke isminin dahi değiştirilmesi gerektiği yönünde bir yaklaşım sergilenmektedir:

(1993 yılına ait bu gazete kupüründe Özal’ın açıklamaları dikkat çekmektedir.)

Gazeteci Güldemir’in “Texas-Malatya” kitabına da yansıyan bu görüş, Özal’a o dönem kimlerin neyi “denettirdiğini” açıkça ortaya koymaktadır. Bugün PKK’yı susturan eller, dün aynı yapıyı kurdurup besleyen ellerdir. O gün Özal üzerinden denenen proje, bugün yeni aktörler eliyle yeniden sahneye konulmak istenmektedir. Bu nedenle, “barış” adı altında sunulan her öneriye karşı dikkatli olunmalı, perde arkasındaki esas hedef iyi analiz edilmelidir.

Uyanık Olmalıyız

Bu mesele, sadece bir terör örgütünün silah bırakması ya da bir kişinin mesajı değildir. Bu, Türkiye’nin anayasal kimliğine, toplumsal bütünlüğüne ve gelecekteki yönetim biçimine dair ciddi bir müdahale girişimidir. Görünürde silah bırakma ve barış diliyle sunulan bu süreç, perde arkasında Sevr benzeri bir stratejiyi, yani yüz yılı aşkın süredir gündemde tutulan sözde “Büyük Kürdistan” planını yeniden devreye sokma girişimi olabilir.

Üstelik bu plan, zamanla BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) gibi daha geniş ölçekli bir jeopolitik tasarımın parçası hâline getirilerek başka güç odaklarına devredilecektir. En son aşamada ise, bu aklın içerideki uzantıları, toplumu ikna etmek adına yeni söylemler geliştirecektir: “Yok oluyoruz, bari küçülerek var olalım. Küçülürüz ama sonra toparlanır, Osmanlı’yı yeniden kurarız” gibi, tarihî duygulara seslenen ama reel tehlikeyi perdeleyen bir anlatım ortaya konacaktır.

Bu söylemlerin cazibesine kapılmadan, aklıselimi ve tarih bilincini önceleyerek hareket etmek mecburiyetindeyiz.

Görülmeyeni görmek, gecikmeden harekete geçmek zorundayız.
Aksi takdirde, kaybettiğimizi fark ettiğimizde çok geç olabilir.