Şezlonglarda unutmak, havuz başında uyuşmak

Abone Ol

Yol kenarında uzayıp giden reklam panolarında aynı cümle parlıyor: “Erken rezervasyon fırsatlarını kaçırmayın!” Sosyal medya sayfaları sahil fotoğraflarıyla dolup taşıyor. Mavi, beyaz, bej tonları birbirine karışıyor ama insanın iç rengi hâlâ gri. Şehirden çıkıp başka bir şehre giden ama zihnini, kalbini, yorgunluğunu yanında götüren milyonlarca insan... Kalabalık havuzlarda, açık büfe sıralarında, gürültülü eğlencelerde bir huzur arıyor. Oysa dinlenmenin adı konulmadan, amacı hatırlanmadan yapılan hiçbir kaçış insana iyi gelmiyor. Ekonomik krizlerin, savaşların, sosyal adaletsizliklerin arasında biz gerçekten tatil yaptığımızı mı sanıyoruz? Yoksa bizler de bize dayatılan tatil kültürünün içinde, aslında görünmeyen bir savaşın parçası hâline mi geldik?

 

Şehirdeki yaşantımız zaten bir tür yorgunluk. Erken saatlerde uyanan bedenler, bitmeyen işlere koşuşturan zihinler, okuldan işe, evden ekrana savrulan bir insanlık... Zaten yorulmuşuz. Zaten bıkmışız. Fakat ne hikmetse bu yorgunluğa çare diye sunulan tatiller, bizi daha da tüketiyor. Paketlenmiş mutluluklar, planlı neşeler, hazır manzaralar... Oysa düşünmeye, tefekkür etmeye, kalbi biraz susturup iç sesi duymaya ihtiyacımız var. Ama kimse bize bunu söylemiyor. Çünkü düşünen insan sorgular. Sorgulayan insan, yönlendirilmesi zor olandır. Sistem ise düşünmeyen, sorgulamayan, sadece tatil zamanı geldiğinde “tüketen” insan ister. Tatil, bu sistemin en incelikli tuzaklarından biridir artık.

 

Gerçek şu ki; toplumun büyük bir kesimi tatil yapabilecek maddi imkâna sahip değil. Ama yapılan reklamlarla, sosyal medya paylaşımlarıyla herkes “tatil yapamıyorsan eksiksin” duygusuna itiliyor. Bu, sadece fiziksel bir yoksunluk değil; aynı zamanda psikolojik bir ezilmişliktir. Çünkü modern dünya sana durmadan şunu fısıldıyor: Ne kadar çok tüketirsen o kadar değerlisin. Oysa Müslüman için değer; neyi tükettikleriyle değil, neyi tefekkür ettikleriyle ölçülür. Bir Müslüman tatili, iç âlemini dinlediği, sükûnete erdiği, çevresine daha geniş bir dikkatle baktığı bir zaman dilimi olarak görmelidir. Gökyüzünü izleyerek geçirilen bir saat, belki de beş yıldızlı bir tatil köyündeki beş günden daha değerlidir.

 

Efendimiz (sav) vahiy öncesi günlerinde Hira mağarasına çekilirdi. Sessizliğe, yalnızlığa ve düşünmeye talip olmuştu. Modern insan ise yalnızlıktan korkar hâle geldi. Sessizlik, ona tehdit gibi geliyor. Hemen bir video açıyor, müzik çalıyor, ekran kaydırıyor. Çünkü düşünmeye başlarsa, rahatsız olacağını biliyor. Oysa rahatsız olmak, uyanmanın ilk adımıdır.

 

Mesele yalnızca bireysel yorgunluğumuz da değil. Asıl mesele, insanlık olarak içine çekildiğimiz bir büyük uyuşma hâli. Bugün dünya kanıyor. Gazze’de çocuklar uykularında öldürülüyor. Sudan’da susuzluktan insanlar kırılıyor. Yemen, Afganistan, Suriye hâlâ enkaz altında. Avrupa’da sokakta yatan mülteciler, Asya’da sömürülen işçiler, Afrika’da açlıktan ölen çocuklar var. Ve biz, tüm bunlar olurken ekranlarımızda “erken rezervasyon indirimi” kovalıyoruz. Çünkü bize düşünecek zaman bırakılmıyor. Düşünürsek canımız sıkılır, üzülürüz, bir şey yapmak zorunda kalırız diye sürekli meşgul ediliyoruz. Aslında biz de bir savaşın içindeyiz: Fakat bu savaş ne topla ne tüfekle, zihinler üzerinden yürütülüyor.

 

Tatiller, bu büyük oyalamanın en konforlu parçası. Bedenlerimizi dinlendiriyoruz ama zihinlerimiz uyuşturuluyor. Savaşın ve sefaletin bu kadar yakınında hâlâ hiçbir şey yokmuş gibi eğlenmek, insani duygularımızın köreltilmesidir. Bu yüzden tatil artık bir dinlenme biçimi değil; gerçekten kopma ve gerçeği unutturma aracı hâline gelmiştir. Bizler, bombardıman seslerini ekranlarımızdan uzaklaştırıp havuz başındaki müziğe kulak kesildikçe, sadece görmezden gelmiyoruz; aynı zamanda sistemin işini kolaylaştırıyoruz.

 

Bugün bize tatil diye sunulan her şey, aslında zihinlerimizi meşgul ederek bizi hakikatten uzaklaştırma çabasının bir parçası. Savaşlar görünür yerde ama asıl savaş görünmeyen yerde: Kalpte, zihinde, vicdanda… Ve biz bu savaşın tam ortasında tatil kisvesi altında uyutuluyoruz. Unutuyoruz, uzaklaşıyoruz, alışıyoruz…