Sermaye ve Sanayi İle Sınanma…

Abone Ol

Evlerin çatısından gemiler geçiyor,

Bahçelerde birer kuş misali helikopterler.

Gökyüzüne merdiven çakmış uzun sevimsiz evlerde endişe

Her geçen uçaktan titreme,

Biraz mimari hırstan gelen korku,

Biraz siyasi ihtirasın titrettiği darbe kaygısı.

Sanayi toplumu işte,

İçinde yaşadığımız ortam.

Afganlara, Araplara, Pakistanlılara yaratık diyen genç,

Yunan dostluğunu öncülleyen, ümmet kardeşliğinden habersiz.

Öylesine elitist, süzülmüş, rafine barınaklar kurmuş ki insanoğlu.

Sadaka verecek yoksulun bulunamadığı.

Sözde refah toplumunun inşasıdır her gökdelen.

Doğru değil işte.

Ahşabı kararmış zamana direnen, yıkılan tahtaların yerine yağ tenekelerinin açılıp çakıldığı

Konforlu bulunmadığı için hoyratça yıkılmasının beklendiği.

Zarif kafeslerinin gözyaşlarının duyulmadığı,

Karanlık gecelerin sisinde, sahiplerinin yerine beton evler kondurmak için yaktığı geçmiş zaman güzelleri.

Sitelerle sorunları çözdünüz, cenneti kurdunuz sandınız,

Konforunuz darmadağın, sarsıntısıyla arzın.

Sosyal psikoloji aldı eline kalemi.

Sermayenin tesbih gibi sıraladığı marketlerin açılmasından bir saat önce dolan kuyruklar.

Bir teknolojik alet içinmiş.

Üç tane gelmiş, kuyrukta 20 kişi, önündeki beğenmezse, sıra kendisine gelecek beklentisi.

Çıkışta da yakalamakta sizi sinsi sermaye,

Patronların kasa yanına yığdığı ürünler.

Kasiyer kız, “10 liraya düştü alır mısınız”?

“Hayır, onlar benim için fare zehiri hükmünde, hem o zalim patronlarınız biraz az kazansın”.

Ah fark etmiyoruz.

Kazandıkça kaybetmekteyiz.

Kazananların fakirleşmesini görmüyoruz.

Karnını, budunu, bileğini şişirmiş insanların kalbini küçülttüğünü anlamıyoruz.

Ne araba sevdamız tükendi son bir asırdır, ne mülkiyet bağımlılığımız.

Değerleri kazanmalıydık oysa paradan önce.

Servetten değerli bağları koruyabilmeliydik.

Dostlukları, arkadaşlıkları, akrabalıkları, komşulukları, geniş aileyi, ümmet kardeşliğini,

Ah sanayi ürünlerle avunan gelişmemiş kalbimiz,

Tarımın insan yüreğini büyüttüğü büyük zamanlardan geçmiştik oysa.

Patlıcan pişen evdeki koku bütün köye yayılırdı.

Şimdi tencerelerde sebze yerine odun kaynamakta.

Randevusuz gidilen komşuluklarda,

Tereyağında pişen yumurtaya ekmek banarken,

Sadece mide doymaz, ruh da suvarılırdı, komşuluk ve ahbaplığın serin sularıyla.

Şimdi darbeler almakta ruhumuz, beton sitelerde.

Dikey mimari adeta evler gibi insanlığımızı da yontup küçültmüş,

Karşı dairedeki kadın selam almıyor,

Konuşmuyor,

Başı örtülü lakin kapitalizmin buyruğuyla erkenden kalkıp işine koşuyor,

Sitenin verandasında komşularıyla oturmaya vakti yok.

Onları tanımaya da zaten hiç istekli değil.

O yüzden haberi olamıyor, akrabalarına sığınmış afetzedelerin yaralarından.