Şehvetçiler ve reklamcıları karşısında hâlâ mı dehşete düşmedik

Abone Ol

Fizik dersiyle tanıştığımız ortaokul yıllarımızda öğrendiğimiz Newton’un “etki-tepki yasası” en basit şöyle anlatılırdı: Her etkiye karşılık eşit ve zıt bir tepki vardır.

Hiç tepki verilmeyen olayları duyduğumda, ya da ancak yıllar sonra tepki vermek akıllara geldiğinde, söz konusu olanlara ben, Newton’un asileri dedim. Maksat hem magazinsel olsun yazımız, hem de ünlenecekleri bir sıfatları olsun.

Misalimiz, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın haberlerinin yer aldığı “Dinihaberler.com” sitesinden.

Bizim okurken ve yazarken utandığımız bu haberi, “şehvet”le duyurmalarını hükümete, hükümetin FETÖ mücadelesine bir destek sayıyorlarsa eğer, Müslüman olma hassasiyetindeki insanlarımızı üzmelerini, incitmelerini nereye koyacağız bu “Newton asileri” dediğimiz din, diyanet bilmişlerinin?

Bu yazımızı okuyanlardan ve haberdar olacaklardan peşinen özür dileyerek alıntılıyorum o sitenin duyurduklarını:

“Bütün peygamberler evlenerek şehvetini giderirler ama (FETÖ) ise ibadet ederek şehvetini giderirdi.” (Parantez içi bizim kısaltmamızdır.)

Bir il müftü yardımcısı böyle demiş.

İl müftülüğünde, ilçe müftülerinin aylık toplantılarının birinde demiş. Ötekilerde ne dediğini de Allah bilir.

DİB’in ve herkesin ancak şimdi haberi oluyor olaydan. Haber başlıkları da 15 Temmuz sonrasına çok uygun. “FETÖ’cü müftünün hezeyanı”

Hezeyan sahibi il müftü yardımcısının bir başka ile müftü yapıldığını da bilin.

Bu haberi (ancak) şimdi, bugün, 15 Temmuz sonrası duyuran Newton asilerine ilk sorulacak soru şudur: Sizleri o gün tepkisiz kılan ne idi? Bugün hangi ödülü hak ettiğinizi düşünüyorsunuz?

İkinci sorumuz ise, birlik ve beraberlikcilerin aman bir tatsızlık olmasın, kompleksinden çıkmasını sağlayacaktır.

Bu ülkenin Müslümanlarında olan, olması gereken peygamberler sevgisinden, ne oldu, ne yapıldı da uzaklaştınız?

“Peygamberlerden de üstün olduğu için” gibi bir gerekçe yazarak (herhalde yüzleri kızararak) haberlerini reytingli kılmaya çalışan site sahipleri ve söz konusu Newton asileri, o il müftü yardımcısının, yıllarca kendilerine böyle “FETÖ” eğitimleri verdiğini niçin farketmediler?

Ne istiyorlarsa verilenlere, peygamberlerimize karşı hata ediliyorken dahi karışmamak, bir tepkide bulunmamak, hangi korkulardan kaynaklanmıştır? Müslüman bu konumda işini, maaşını kaybetmeyi göze alamayacaksa –ki o insanların müftülük mensubu olmak gibi bir etiketleri de varsa– gerekçelerini, dayanaklarını ve kendilerini haklı sandıkları noktaları bilmek bu ülkenin Müslümanlarının hakkıdır.

Rahmetli Üstad Necip Fazıl’ın, birlikte yargılandıkları emekli generale verdiği cevabı burada hatırlamasam olmaz.

“Ben müdafaamı mahkeme heyeti karşısında bir heykel gibi sessiz kalarak yaptım” diyen o kişiye söyledikleri, kendinden duyduğu rahatsızlığı da anlatır.

“Bari kasete aldırsaydın bu sessizliğini.”  (Kaset, ses kasetidir. Görüntülüler hayallerde bile yoktur. Bu da unutulmasın.)

Newton asilerine bir sorumuz daha olmalı: 15 Temmuz sabahsız ihaneti olmasaydı, o FETÖ’cünün müftü olarak il, il dolaşmasından ne siz rahatsız olacaktınız, ne de DİB’imiz, değil mi?

Bilmem Mahmut Toptaş Hoca’mız yazmış mıdır? Doğru hocalarımızdan olduğu için bizim de eğitiminden yararlanmamız ve bu sayfalarda anlatmamız hoşgörülsün diyerek ve yine ondan duyduğumuz bir olayla misallendirmek istiyoruz varmak istediğimiz noktaları.

Bir Orta Anadolu şehrinin suç dosyası kabarık bir insanı ünlü Sinop cezaevindedir. Orada yaşadığı bir olayı anlatıyor:

“Cezaevinin en belalı gardiyanı, topuk sesi duyulduğunda koğuşun bütün mahkumlarının, ranzalarının yanında esas duruşta beklemelerini isterdi.

Yine bir gün o topuk sesini duyup hazır vaziyeti aldığımızda, cezaevine o hafta getirilen ve bu protokolden haberi olmayan birinin ranzasında oturduğunu gördü. Hiçbir şeyin farkında olmayan o mahkum, Kur’an okumasını sürdürüyordu. Gardiyan geldi, diğer bir ranzadan güç alarak ve uçarak o mahkuma tekme savurdu. Mahkum bir yana, kitap bir yana...

Yatağın altından şişimi çıkardığımı ve o gardiyana sapladığımı beni oradan götürürlerken anladım.”

Bu bir tepkidir. Bu tepkiye doğru diyemeyiz diyor Mahmut Toptaş Hoca’mız. Lakin biz, suç makinası sıfatı verilen bir Orta Anadolu insanının yaşanmışıdır, diye yazdık.

“Bir müftünün hezeyanı” nı sitelerinin haberlerine başlık atanlar bilmezler mi, o “hezeyan”cıların, müftülük istediklerinde müftülük makamlarının sorgusuz, sualsiz verildiğini?

“Kırk yıldır hazırlanıyorduk” itiraflı o “hezeyan”cılar sorgulanacaksa, yardımcı olalım ve bir kırk yıl öncesi olayını hatırlatalım.

Selef-Halef Cumhurbaşkanlarımızın, MTTB çatısında olduğu günler. İslam Enstitüsü Derneği fakülte olmak mücadelesi vermektedir. Dernek Başkanı H. Fehmi Ulus’u, mezun arkadaşlarının atamalarının yapılmamasına üzüldüğü bir günde yakalamıştım. Daha çok da müftü olarak ataması yapılan birisine ve onun atanmasında başrol oynayan bir genel müdüre kızıyordu. Anladıklarımı sorularla pekiştirmek istedim.

– O yeni müftü Cuma namazı da mı kılmaz?

Sayın Ulus’un cevabını duyduğunuzda siz de hak vereceksiniz, hâlâ içimizin neden yandığına.

– Ne Cuma’sı, Kıble ne yana düşer, bilmez!

Sonraları partilerine “Kurucu” oyuncu yapılan o genel müdür için rahmetli Üstad Necip Fazıl’ın (yine adını andık), “Boyu posu altıkulaç devrilsin!” demesinin boşuna olmadığına biz o günlerde inanıyorduk.

“FETÖ”cülerle mücadele gerçekse ve başarılmak isteniyorsa “Farkımız” gözetilmelidir derken kastımız, çay sohbetleri değildir. Bu da biline!

Not: Tv’lerin kadrolu itirafçılarından biri, FETÖ’nün kaşıntı hastalığının olduğunu ve hastalığının da evliliğine mani olduğunu anlatmıştı yakınlarda. “Hezeyan”cı müftü haberlerine paralel...

Bu bilgiyi geldiğinde, artık nereye gelmişse, verseydi ve DİB’imiz de genelge yazarak duyursaydı müftülük teşkilatlarına, personelin “Şehvet” farkıyla kandırılmalarını önlemiş olurdu, gibi bir cümle gelse de akıllara şimdi, artık çok geç!

GEL-GİT VARSA, MÜCADELE YOKTUR

Altı kere gittim,

Yedi kere geldim.

İmza: Demirel

Gazetelerde ve haber sitelerinde bu tabloyu görünce, “Birbirlerini en iyi anlayan iki insan, iki başkan” gibi bir tanım geçti aklımdan.

Recep Tayyip Erdoğan’ın seçimlerle kazanılmış “Başkan” sıfatı ve Aziz Yıldırım’ın seçimlerde kazanılmış “Başkan” sıfatının süreleri birbirine yakın. 22 yıl ve 17 yıl. İkisi de iyi bilir, seçimlerle kazanıp gelmenin ne olduğunu. Ve ikisi de iyi bilir, onca yıkıcı muhalefete rağmen şahsiyetlerini ve makamlarını ve sorumlu oldukları alanları korumayı, sahip çıkmayı...

FETÖ mücadelesi dendi mi de önce akılara bu tablo gelecektir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı yazmayı, yaverini ciddiye almıyorduk diye övünen uçak yolcusu gazetecilerine bırakıyor ve Aziz Yıldırım’ı yazıyoruz.

“Askerliği nerde yaptın” diye soruyorlar, yıllardır.

Biz devletimize güvenmiyoruz, demek şeklinde anlamazsanız bu soruyu, sorucular sorumludur askerlik işlerinden gibi anlamak zorundasınız. Kendileri devletin bilmediğini de bilen olduklarından.

“Ne yaptıysam Fenerbahçe için yaptım” cümlesini de yıllardır kalemlerine dolayanlara bir bakın.

Yanlışlıkları, kendileri söylese idi böyle bir cümleyi, bir olumsuzluk anlatacağını bilmelerindendir.

Halbuki aynı cümle bir başkasında fedakarlığı, gayreti, harcanan fazla mesaiyi ve hatta sevgisinin büyüklüğünü anlatıyordur.

Hangi utanmaz ve insanlıktan nasipsiz suçlayabilir, “Ben ne yaptıysam çocuklarım için yaptım” diyen bir babayı, bakkaldan çikolata çalmakla...

Aziz Yıldırım da kongrelerde seçilerek başkan olmuştur. Tıpkı Cumhurbaşkanı’mız gibi...

CHE ‘REZ

TBMM’nin sayın Başkanı memleketi Rize’de bir konuşma konuşma yapmış. Konuşmasının liseli çocuklar kısmı solcu medyada itirazlara neden olurken, çok yakın medyanın kalemcileri de hemen savunmaya geçmiş.

Başkan diyorki: Liseli çocuklar Che Guevara’nın gömleklerini giymişler.  Che katil bir kişilik, bir gerilla..Benim liseli gencimin  yakasında, göğsünde olmamalı.

Ve kendi kahramanlarımızı tanımalıyız icabında, gibi cümleler...

Che’nin artistik pozunun, kazanımları olduğunu bilen sol’a, AD devşirmesi de destek veriyor.”Küba’ya cami yaptıracağız. Meclis Başkanı özür dilesin” Buralardan gittiği nasıl belli ama..

Yakın medyanın katipleri ise bir garip savunmada. Stalin rozeti de takın, pot pot tişörtü de giyin. Kimse demiyorki dnlara, siz sol’un eksiklerini tespit komisyonu üyesi misiniz?

Ismarlama işler bunlar/Özel siparişler...

Nasıl olsa bizim sayın Meclis Başkanına şu diyeceklerimiz algıcılarca gündem yapılmayacak.

O liseli çocuklar sizin iktidarınızda doğan çocuklardır. O doğan çocuklar sizin iktidarınızın Milli Eğitimi’nin üretimidir. Nasıl olacaklar da öyle olamayacaklardı.

Sayın Cumhurbaşkanı’mızın, arkadaşlarıma  anlatamıyorum demesini buralarda da düşünmeliyiz.

İnternet alanlarında dolaşan ve bizim de fikirlerimizi birbirine dolaştıran bu resmi de konuşalım istedik.

AKP’nin iki ünlü başkanı... Parasal durumları müsait olduğu için “şart”lardan birinin yerine getirildiğini böyle ispatlıyorlar. Mübarek olsun...

Lakin biz, sayın Başkanlarımızın Amerika gezilerinde çektirdikleri resimleri daha çok merak ediyoruz.

Mesela 15 Temmuz’u Amerika’da karşılayan Topbaş Başkanımız, Arizona çöllerinde miydi, Michigan göllerinde miydi, Pensilvanya bahçelerinde miydi, yoksa Kaliforniya’da kalorifer kazanları mı bakıyordu? Merak edilmez mi?

TV kanalları FETÖ baskınına direnen kurumları tek tek ve hâlâ gösteriyorken, belediyemizdeki teşrifatçıların buyur etmelerini bir kere göstermeleri haksızlık değil mi?

Ne demiş Topbaş başkan? Damadımın suçu varsa çeksin. Fotoğrafçılar da pozumu çeksin!

Bİr Başkan daha nasıl haklı olabilir?

Fetö işbirlikleri açığa çıkınca Milli Görüş’e saldırmaya çalışan köşecilere malzeme olsun diye yazdık.