Şehrin feraseti

Abone Ol

İnsanın başlangıçtan bu yana ortaya çıkardığı en karmaşık ve kendisine en çok benzeyen, en önemli organizasyon, yapı şehirdir. Bu bakımdan şehirler bir nevi canlı organizmalar olarak algılanabilir. O vakit insana ait birtakım özelliklerin şehirlerin bünyesinde de var olduğu düşünülebilir. Nitekim bunların başında “müreffehlik”, “güvenlilik”, “akıllılık” vb. gibi özellikler şehirlerle beraber anılmaktadır. Elbette “Belde-i Tayyibe”, “Belde-i Muhayyere”, “Belde-i Güzin” vb. isimlendirmeler, sıfatlar boşu boşuna verilmemiştir. Bunların sembolik bir karşılığı olduğu gibi birbirinden ayıran birtakım özellikler olarak da ele alınabilir. Bununla birlikte bir de şehirlerin etkin, aktif özellikleri vardır. Bunlar yüzyılların birikimi ile kuşaktan kuşağa geçen bir bilinci ifade eder. Bunun bir yansıması olarak şehrin bir feraseti olduğu söylenebilir.

Feraset lügatlerde “Hemen anlama, çabuk kavrama, zihin uyanıklığı, anlayış, sezgi, iz’an” olarak geçiyor. Bu kısa tanımlamadan da anlaşılacağı gibi şehirlerinde bir kavrama ve sezgi eşiği vardır. Bu eşik aşıldığı vakit şehirler kendi birikimlerini, bilinçlerini inkâr edercesine kendi kültürel kodları ile çatışma içerisine girer. Bu da doğal olarak bir karışıklık, bir çatışmayı açık eder. Bugün hangi sisteme ait olursa olsun büyük küçük bütün güzide şehirler bu karmaşanın içerisinde az ya da çok bocalamaktadırlar. Tam bir keşmekeş ve kafa karışıklığının yaşandığını ifade edebiliriz. Yaşam biçiminden mimariye, inanç ilişkilerinden sosyal hayata, çarşı ve pazara bütün bu karışıklığı açık bir şekilde gözlemleyebiliriz. Onun için şehirlerin feraseti, karşılaşılacak problemleri daha en başından ön görebilme kabiliyetleri ile ölçülür.

Bu bakımdan şehirler, kendi düşünce ve inanç sistemlerini koruyarak, bunu bir statükoya dönüştürmeden hatta gelişerek değişebilirlilikleri oranında muvaffak olabilirler. Bu gelişimde en önemli unsur şehre adapte edilmeye çalışılan her türlü ithal ister mekânsal yaklaşım ve düşünceleri isterse sosyal ve ekonomik biçimleri dikkatli bir değerlendirme ve eleştiriye tabi tutma kabiliyetidir. Şayet bir şehir bundan yoksun ise o zaman dışarıdan gelen her şey o şehrin sinesinde onulmaz yaralara sebebiyet verir. Nitekim İslam dünyası bunun çok açık örnekleri ile doludur. Hatta öyle bir tahribat yaşanmıştır ki, bugün hâlihazırda bu tahribatın yaralarını sarmak bir yana ona yenileri eklenmeye devam ediliyor. Ne sorunların kaynağına doğru bir sondaj yapılabiliyor ne de bu yaraların nasıl oluştuğu üzerine bir dertlenme meydana geliyor. Çoğunlukla makyaj sayılabilecek yapay işlerler ile üzeri örtülmeye çalışılıyor.

Bir geçmiş özlemi (nostalji) dışında mekânsal olarak yeni bir bakış açısı ve bunu organize edecek bir bilinçten mahrum olarak giderek bir körlük yaşanıyor. Oysa geçmişi anlamaya çalışmak, bugünü doğru inşa etmek ve geleceği aynı anda görüp değerlendirebilme imkânına kapı açar. Dolayısıyla feraset dendiği zaman, hem “derinlikli” hem de “kuşatıcı” bir bakışla bakabilme kastedilmiş olur. Böylesi bir bakış elbette ki seçimler ile de ilgilidir. Şayet derinlikli bir bakış açısına sahip olunursa, şehirde yaşamanın sadece bir tercihte bulunmaktan öte bir şey olduğunun idrakine varılabilir. Aksi takdirde edilgen bir yaşantı ile olup bitene maruz kalmaya devam edilir. Nihayetinde aidiyet için söz ve tercih hakkının olması gerekir ki kararların mesuliyeti yüklenilebilsin, aksi takdirde bu kadar tarumar edilişin bir muhatabı elbette bulunamaz.

ŞEHRİN SEÇİMİ NASIL OLMALI?

Şehir bir noktada maddi, fiziksel bir yapı olarak algılanır. Yani herkesin çok kolaylıkla görüp tarif edebileceği sokak, cadde, bina, mahalle, çarşı, pazar gibi unsurlar ile tarif edilir. Bu yanlış da sayılmaz ancak şehir tam manası ile maddi ve manevi yönü olan bir organizmadır. Fiziki görünümünü maddi yapıları oluştururken manevi boyutu onu şekillendiren inancın, düşüncenin izlerini taşır. İnsanın idraki ve inançları onun hareketlerini, hareket etme biçimini, bilinçaltının dışa vurumu onun şahsiyetini açığa çıkarır. Bu açığa çıkma durumu karar verme ve tercihlerini şekillendirir. İşte her seçimin, her tercihin bir ölçütü olması gerekir. Bu arka plan onu besler. Bu bakımdan sadece siyasi yönelimlerin belirleyici olduğu bir seçim ferasetten yoksundur. Çünkü salt bir bağlılık körlüğün habercisidir.

Bu bağlamda ölçütler doğru yerleştirilmezse seçimler, hayal kırıklığı ve umutsuzluğu körükler. Bir yerden sonra bununla yaşamaya alışılır ve ölçütsüzlük bir ölçü olarak yer eder. Oysa İslam, insana her bir şeyi yerli yerine koyma sorumluluğu yüklemiştir. Bu sorumluluğun en önemli taşıyıcısı adalettir. Dünya adaletle imar edildiği gibi, zulümle de harap olur. Adalet, bulunduğu alandan binlerce fersah uzaklığa aydınlık verir. Zulüm de, yerinden binlerce fersaha karanlık verir. Bu bakımdan “adalet” seçimlerimizde, tercihlerimizde başta gelen ölçütlerdendir. Bu ölçüt aslında bir başlangıcın da tescili gibidir. O da “niyet”tir. Çünkü bizim için her şeyin başı niyettir.

İşte bu niyetlerin yansıması olarak sadelik, zarafet, yumuşaklık, tevazu, çekingenlik ve mahcubiyet, ağırbaşlılık, nezaket gibi erdemler ortaya çıkıyorsa o zaman bu seçimin doğru bir seçim olduğuna kanaat getirebiliriz. Çünkü bu durum hem fiziki boyuta estetik açıdan yansıyacağı gibi inanç ve kültüre de yani manevi boyuta da en yüksek düzeyde gelişim olarak yansır. Tabii ki sosyal hayatı da baştan sona düzenleyebilir ve bir kalite getirir. Yani yaşanabilir bir hal aldırır. Bunu aksi bir durumda vahşîlik, kısıtlama, nezaketsizlik, zevksizlik, umutsuzluk, kuru bir dindarlık “biçim ifadeleri” olarak yansır. Dolayısı ile bu ikinci biçimin ömrü,  yapılan makyajın ömrü ile sınırlı olur.

Sonuç olarak insanın sorumluluğu sadece üstlendiği roller ile sınırlı değildir. Bu bakımdan insan asıl itibarı ile var-olarak bu sorumluluğu yüklenmiştir. Bu sorumluluk bilinci ile hareket etmesi, insanın hidayetidir. Doğru ile yanlışı ayırt ederek Hak’tan ve hakikatten yana olmasıdır. Ki bu durum tüm çarpıklıkların, haksız ve hukuksuzlukların karşısında olmayı ve de iyiden, güzelden, faydalıdan yana olmayı gerektirir. Bunun için ferasete ve dirayete de ihtiyacı vardır. İşte bunları kuşanmış birisi için en büyük sorumluluklardan biri dünyayı güzelleştirmektir. Bunun için ihtiyaç duyduğu şeyi Allah’ın Resulü şöyle ifade ediyor: “Müminin ferâsetinden sakınınız, çünkü o aziz ve celil olan Allah’ın nûru ile bakar.” Böyle bir bakış açısı elbette fark oluşturacaktır. Onun için şehrin seçimi, şehrin ferasetine bakar. Hoşça bakın zatınıza…