Şehre ihanet etmek

Abone Ol

Dünya medeniyetine damga vurmuş bütün şehirlerin kendilerine ait bir markaları, adı söylendiğinde bir anda hatırlanan siluetleri vardır. Mekke’nin, Medine’nin, İstanbul ’un, Şam’ın… Bu şehirler medeniyetin beşikliğini yapmış şehirlerdir. Bu şehirlerde yaşayan insanların sadece kendi yaşadıkları dönemlerle ilgili değil, kendilerinden sonra gelecek nesillere de bu şehirlerin markalarını ve siluetlerini aktarma sorumlulukları vardır. Çünkü şehirler içinde yaşayan insanların ruhunu alırlar… Bu ruh, şehre değer katar … Bu ruh, şehrin sorumluluğunu insanların omuzlarına yükler.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan , geçtiğimiz günlerde katıldığı Uluslararası Şehir ve Sivil Toplum Kuruluşları Zirvesi’nde şöyle bir konuşma yaptı: “Şehir sadece mekân değildir. İnsanın etrafındaki tüm varlıklara dair tasavvurunun tecessüm etmiş halidir. Bizim fikir dünyamızda medeniyet şehirdir. Şehir de Medine’dir. Biz bu şehre ihanet ettik. Hâlâ da ihanet ediyoruz. Ben de bundan sorumluyum. Ben çocukluğumu arıyorum İstanbul’da. Bu kutlu şehrin her bir köşesinde merhum Turgut Cansever’in ifadesi çok anlamlıdır. Belediye Başkanlığımda zaman zaman bana danışmanlık da yapmıştı. Turgut hocamız derdi ki: Ecdat tüm ruhunu taşa ve ahşaba nakşetmiş. Bazı şehirler vardır. İyi yazılmış kitap gibidir. Okumaya, anlamaya, onu yaşamaya doyamazsınız. Başlar ve bu kitabı bitirirsiniz. İstanbul’un her sokağında da saklı bir tarih, asırlık bir tecrübe vardır. Burası Fatih Sultan Mehmet Han’dan beri ilmin, kültürün, siyasetin, sanatın ve ticaretin payitahtı olmuş bir şehir. Bugün de İstanbul onca yaşadıklarına rağmen halen ayaktadır. Tüm İslam ülkelerinin kalelerinden biri olmayı sürdürmektedir. İşte, Belediye Başkanı olduğum zaman 8 milyon nüfus, şimdi 15 milyon nüfus... Böyle bir şehir. Dünyada eşi benzeri olmayan nadide şehirlerden bir tanesi. Bizler çoğu zaman elimizdekinin kıymetini ancak onu kaybedince anlıyoruz. Ecdadımızdan tevarüs ettiğimiz her biri başlı başına hazine olan emsalsiz eserlerin hakkını yeterince veremiyoruz. Bunun en bariz göründüğü alanların başında şehirleşme ve mimari geliyor. Estetikten, incelikten ve köklü medeniyet değerlerimizden yoksun tekdüze bir mimari anlayışının giderek yaygınlık kazandığını görmekten üzüntü duyuyorum. Benzer taş yığınlarının olduğu bir şehir... Bu bizim medeniyetimizde yok.”

Erdoğan bu sözleriyle sorumluluk makamında olduğunu unutmuş görünmüyor mu? Bu şehre ihanet edenlerin içinde bizler de varız… Neden? Çünkü biz de hesap sormuyoruz?

Tekrar, tekrar aynı zihniyeti belediyenin başına getiriyoruz. Milli Görüş belediyeciliğiyle tanıştığı zaman bu şehrin nasıl değiştiğini hatırlamıyoruz bile. Erdoğan ve ondan sonra gelen İstanbul’un Büyükşehir Belediye Başkanlarının daha büyük sorumlukları olduğunu unutmuş görünüyoruz!

Bugün deniz otobüsüyle şehre yaklaşırken veya şehrin bir başka noktasından denizden gelirken Sultanahmet, Ayasofya, Süleymaniye ’nin oluşturduğu siluetin hemen arasında Zeytinburnu’ndan yükselen 16-9 kuleleri İstanbul’un tarihe damga vurmuş tablosuna bir hançer gibi saplanmış durumda. Kim izin verdi bu kulelere? Erdoğan bu ihaneti de soranlara, “Müteahhide küstüm” şeklinde cevap vermemiş miydi? Küstüm edebiyatıyla bir şehir yönetilir mi? Biz bu şehre ruhumuzu koymak zorundayız. Ama sorumluluk makamındakilerin bu şehri planlarken, bizden sonraki nesillere bu şehri buldukları gibi aktarmak gibi misyonları var.

Kendisiyle röportaj yaptığımız Bayraktar İnşaat Firması Sahibi Metin Bayraktar, “Bunlar gökyüzünü de sattılar. Ama gökyüzünün de sahibi var” demişti.

Ne deniliyor bir Aztek atasözünde, “Biz bu dünyayı atalarımızdan miras almadık, çocuklarımızdan ödünç aldık.”