Şehirlerin ölümü (1)

Abone Ol

Yıkılan binanın enkazı altından çıkarılan kadın bütün servetini birkaç dakikada kaybetmiş bir yoksul gibiydi. Kadın kendisine mikrofonu uzatan muhabire, “ Hatay yok artık! Hatay gitti! Hatay yok!” diyor ve ölen insanlarla birlikte şehrin de yasını tutuyordu. Bu son derece insani bir durum. Zira şehirlerle büyür insanlar ve insanlar gibi şehirlerin de bir ruhu ve kimliği vardır. Çocukluktan erişkinliğe, erişkinlikten yaşlılığa kadar biriktirdiğimiz her şeyde emeği vardır şehirlerin. Neşemizin de hüznümüzün de ortağıdır şehirler. O yüzden hayatlarını kaybeden insanlarımızın yasını tutarken ölen şehirler için de ağıtlar yakarız.

Evrende canlı-cansız her türün kendine has bir iletişim dile ve kendi içlerinde bir ünsiyet ve sevgi alışverişleri vardır. İnsan kesintisiz devam eden bu alışverişin en üst noktasında yer alır.  O diğer türlerin aksine sadece sevgiyi değil acıya da paylaşarak var olan dengeyi korumaya çalışır. Afetle sınandığımız şu günlerde bunun tezahürlerine hem tanık oluyor hem de yaşıyoruz. Ağır sınavlardan geçiyoruz ve acıyı sıcak yaşayanlarla, dışarıdan yaşayanlar merhamette buluşup birbirlerini teskin etmeye çalışıyorlar. Yaşadığımız afet tüm inanç, düşünce, ideoloji ve renkleri merhametle buluşturuyor ve bitmek bilmeyen ihtiraslar sevgiyle eriyip buharlaşıyor.

Ölen şehirlerin sakinleri ikiye ayrılmış… Dışarıdakiler ve göçük altında kalanlar… Görev başında bekleyenler ise kulaklarını dört açmış yıkılan binaların altından gelecek sese ulaşmaya çalışıyorlar. Küçük bir kıpırtı, bir hareket, bir işaret her şeyi değiştiriyor ve tonlarca beton parçalarının arasından çıkan çocuklar taze bir umutla bakıyorlar hayata. Yıkılan evlerin enkazı altında can veren anneler, babalar, çocuklar ise koca bir ülkenin dualarıyla uğurlanıyor ebedi âleme. Çocuklarına ulaşmaya çalışan anneler var bir de… Makineler çalışırken yüreklerinde bir ateş yanıyor annelerin… Acaba sağ çıkabilecek mi? Yarası kanıyor mu? Tutunabilecek mi hayata? Hayalleri çocuğun bakışlarına göre şekilleniyor annelerin…

17 Ağustos depreminde enkaz altından üç gün sonra çıkarılanlar dahi olmuştu ancak yaşadığımız felakette mevsimsel şartlar, ilgili mercilerin depreme yeterince hazırlık yapmamış olmaları, kurtarma çalışmalarında kullanılacak araçların yetersiz olması işi zorlaştırıyor. AFAD mevcut şartlar dâhilinde çalışıyor ancak yeterli değil. İnsanlarımız ellerinde ne varsa ortaya koyup bölgeye akıyor. Fakat çoğu insan hâlâ yıkıntılar altında ve kurtarılmayı bekliyor.

Otellerin, evlerin, okulların, spor salonlarının iş yerlerinin kapıları afetzedeler için açıldı ve merhametle güçlenen bir kardeşlik bağı kuruldu. Hepimiz bir tek yürek olduk ve depremin vurduğu hayatlara dokunup “sizinleyiz, hep beraberiz” dedik… Ama öyle de olsa bu yarayı sarmamız epey zaman alacak, bunu şimdiden görebiliyoruz…