Şehirlerimizin Şiiri ve Kültür Mirasımız

Abone Ol

Bir haftalık Anadolu seyahati ve katıldığım açık oturumlar, ufkumu genişlettiği gibi, son yıllarda aktüel tartışmalara boğulan dünyamı zenginleştirdi ve karşılaştığım, yeni tanıştığım dostlarla da içim aydınlandı. Bu görüşmelerle medya dışındaki, ama hayatın içindeki insanların tespitleri, bana Ankara ve İstanbul dan ayrı bir Anadolu gündemi olduğunu telkin etti. Kayseri, Batman ve Mardin gibi iki ayrı bölgenin ve Hasankeyf gibi bir tarih ve kültür mirasının seyircisi olmak bile insana gerçekten farklı bakış açıları kazandırıyor.

Biz sanki sadece İstanbul ve Anadolu olarak iki toplum halinde yaşamıyor, Ankara nın sık değişen gündemi ile pek çok ülkenin problemlerini bir arada, kaos içinde yaşıyoruz gibi görünüyor. O yüzden insanımız bazen Anadolu bozkırına gidip hayata bakışını yenilemeli, bir meselenin çeşitli açılardan görünüşünün kazandırdığı zenginliği ve ülkemizin güzelliği üzerinde düşünmeli. Bizi biz yapan değerler insanımızla kültür mirasımız iyi anlaşılmadan anlaşılmaz. Bunları anlamak için de onları yerinde ve tabii atmosferi içinde tanımak gerekir.

İbn Haldun un her zaman önemli bulduğum, bugün de üzerinde durulmasını gerekli gördüğüm şu mealde bir tespiti var: "Sürekli göç yaşayan bir medeniyetin çöküntüsü kaçınılmaz olur." Bu tespit, belki de Türkiye deki tarih ve kültür mirası kıyımının tek izahı

Kayseri ile Hasankeyf de tarih ve kültür mirası

Ben ilki memleketim, ikincisi de A. Vahap Akbaş ın doğum yeri olan bu şehirlerde kafa yorup açık oturumlara katılırken, elbette soğukkanlı bir tespitin bakış açısıyla değil, içimizi yakıp yıkan bir yağmanın sıkıntısıyla konuşup yazıyorum. O yüzden de Kayseri ile Hasankeyf gibi birbiriyle alakasız gibi görünen iki tarihi yerleşim yerinin ortak meselelerinden söz etmek gerekiyor. İkisi de Roma öncesine, hatta Antik Çağa kadar giden bir tarih yükünü yansıtıyor ve büyülü havasıyla insanı kendine çekiyor, ama dünyada rant diye bir şey var. Bu da para gibi kıyamet gemisine binen insanların hiçbir incelik taşımayan hesaplarına kurban gidiyor.

Kayseri Ticaret Odası yöneticilerinden aziz dostum Murat Yerlikhan ın teşebbüsüyle bu kurumun salonunda toplanan uzmanlarla Kayseri nin tarih ve kültür mirasıyla yıkılan bina ve mahallelerini konuştuk. Yerel yöneticiler sorumludur diye, birilerini suçlamak kolay, ama 81 belediyenin 70 tanesinde bu yıkım gerçekleşmişse, Safranbolu ve Mardin örneklerinin nerden bu ülkenin tüm beldelerinde görülmüyor diye cevabı belli ucuz sorular sormanın ve para peşinde olan insanlardan yalnız muhafazakarları -yönetici diye- suçlamanın bir anlamı yok.

İrfan beyin yönettiği Kayseri deki toplantıda Halit Erkiletlioğlu ile benim dışımda iki konuşmacı daha vardı. Kendisini anarşist olarak tanıtan Milaslı Halim Şafak ile Kapadokya yazarı olarak tanınmayı benimseyen ve Sokakların Ölümü adlı kitabıyla değil de solculuğuyla övünen Gürsel Korat, beni gerçekten şaşırttılar. Kayseri nin gerçekten de önemli bir kültür tarihçisi olan Halit Erkiletlioğlu ile benim şehir ve kültür konusundaki önemli tespitlerimize sadece muhalif bir söylemle karşı koyarak şov yapmayı tercih eden öteki konuşmacılar yüzünden, açık oturum, dinleyiciler için epey ilgi çekici bir toplantı oldu. Bunların menfi tavırlarından ve suçlayıcı konuşmalarından öfkelendikleri için mimar dostların da altını çizdiği gibi, mesele bir zihniyet meselesidir ve hemen değişmesi de mümkün değildir.

Bu ülkede Tanzimat tan sonra ortaya çıkan merkezi yönetim anlayışının mahalli idarecileri yetkilendirerek, uzmanların yetki aldığı yerinden yönetimlere izin vermediği biliniyor. İsmet Paşa, başbakan ve cumhurbaşkanı sıfatıyla İstanbul camilerinin vakıflar yönetimi eliyle satılmasına nasıl yetki vermişse, Konya yı da İstiklâl Savaşı kahramanlarından Fahrettin Paşa aynı kafayla yıktırmaya çalışmıştır. Yani şehirlerimizi yıkan CHP zihniyetidir.

CHP zihniyeti sorumlu görülmeden ve yağmaladıkları kültür ve tarih mirası bilinmeden ülkedeki hiçbir şeye hakkıyla sahip çıkmanın imkânı ve gerçekten de anlamı yoktur.

Bugün kısır politik çatışmalar sebebiyle kaybettiğimiz tarih ve kültür mirasıyla birlikte, cehaletin yaygınlaşmasının sorumluları üzerinde kafa yormayı teklif ediyorum. Mahalle baskısından şikâyet eden yenilikçi eğilimlerin, insanların eğitim hakkını nasıl bir toplum mühendisliğine çevirmeye yönelmiş olduğunu açıklıyorlar ve biz bunun da dinî değerlerden soyulma anlamına geldiğini artık biliyoruz.

Batman da düzenlenen bir şiir şöleni münasebetiyle buluştuğumuz şair Metin Önal Mengüşoğlu ile birlikte A. Vahap Akbaş ın doğum yeri olan Hasankeyf te oturup ayran içerken, bu ülkeyi ve şehirlerimizi nasıl bir kafa ile yakıp yıktığımızı ve bugünden yola çıkarak tarihimizi de resmi yalanlara şahit ettiğimizi konuştuk. Olup bitenlere kafa yorup açık oturumlara katılırken, elbette soğukkanlı bakış açılarıyla değil, içimizi yakan bir yağmanın sıkıntısıyla konuşup duruyoruz. O yüzden de eski evleri yıkılıp kimliksiz bırakılan Kayseri ile ölüme terk edilen Hasankeyf in ortak bir kaderi, bu ülkenin kaderini paylaştığını biliyoruz.

Peşimize düşen ve eğitime katkımızı sağlamak için rehber kitaplar satmaya çalışan öğrenci çocuklara kızamıyor, hatta onların bu bölgeye sahip çıkacak diri yürekler olduğunu biliyoruz. Onların Hasankeyf Kalesi hakkında anlattıkları hikâyeleri ve eskiden olmadığını söylediği hediyelik eşya satan dükkanı ilgiyle izliyor ve Kapadokya yı andıran kayadan oyma evlerin taş kokusunu içimize çekiyoruz. Hasankeyf in sular altında kalmamasını diliyoruz

Pek tabii aziz dostum A. Vahap Akbaş tan doğum yeri olan Hasankeyf in romanını yazması talebimizi de ısrarla vurguluyoruz. Batman a taşınan ailesinin kökü hep bu şehirde

Artuklular devrinin mührünü yaşatan bu kentin sular altında kalarak yok olması dünyanın öte yanında bile yıktığımız ve yağmalattığımız ata yadigarı şehirlerin sembolü olur.

Batman da şiir ve Mardin de taş evlerin aydınlığı

Şair Behçet Gülenay ın öncülüğünde Batman daki ve Mardin deki Eğitim-Bir sendikası ev  sahipliğinde iki şiir şöleni düzenlenmişti. Kayseri ve Hasankeyf in mimari meseleleri, bu törenlerin arasındaki farklı duraklar olmuştu. Çünkü şiir ve genel olarak edebiyat, hayatımızın her alanıyla gerçekten ilgilidir ve yaşayan insan kadar onun tarih ve kültür mirasına duyarsız olan bir şirkin bizim gündemimize girmesi mümkün değildir.

Metin Önal Mengüşoğlu ile birlikte benim ve A. Vahap Akbaş ın iki arabayla gittiğimiz Midyat üzerinden Mardin yolculuğunda, sanki bizim buradaki Süryani kiliselerinden uzakta, onlardan etkilenmeden bu atmosferi yaşamamızı isteyen bir irade vardı. O yüzden de Mardin yakınındaki Deyr-i Zafaran adlı büyük manastıra ulaşıncaya kadar pek bir kilise göremedik. Burada da suratımıza ters ters bakan papazın idaresinde ilahi öğrenen iki grubu sadece uzaktan izleyebildik. Sadece merkezdeki kilisede Gabriel Akyüz adlı Süryani papazının tatlı dili, bizi bu kültürün iki bin yıllık geçmişiyle Yahudi ve Hıristiyan milletleriyle aralarındaki rekabete kadar götürdü. Biz akşamın dar vaktinde, belki de ilk defa onu Asur, Babil, İbrahim ve namaz-kurban-oruç konularını birlikte anlatmaya, Katolik ve Ortodoks kiliselerinin iki yandan aforoz silahına sarılmalarına yol açan olayları ve tartışmaları anlatmaya ikna etmiştik.

Taştan yapılmış teras evlerin önündeki Mezapotamya yaylasının gece yarısından sonra denizi andıran enginliğini ancak hayal edebildik, dostlarımız bunun görüntüsünden çok söz etti, fakat biz yorgunluktan bunun sadece görüntüsüyle yetinmeyi tercih ettik. Dünyada bir benzeri olmayan taş evleriyle Mardin de elbette Hasankeyf gibi sit alanı ilan edilmiş, ama bu bir yıkımla gelecek ölümün de habercisi olmamış Taş evler arasında yapılmış tek tük beton evlerin de taş kaplama zorunluluğuyla şehrin tarihi görüntüsünü bozamayacak hale gelmesi, bu dünya çapındaki tarih ve kültür mirasının korunmasına yardımcı olacaktır. Çünkü eski şehrin içinde evleri bulunan insanlar, Paris, Londra ve Strazburg daki evler gibi dış cephesini koruyarak iç mimariyi değiştiriyor, ihtiyaçlarına göre yeniliyorlar. Bu da hayatiyeti sağlıyor.

Şairi ve romancısı az birer şehir olan Batman ve Mardin deki ilk şiir şöleninin konukları olmak, elbette üçümüzü ve orada bulunan yerli şairlerle şiir dostlarını da çok heyecanlandırdı. Özellikle kalabalık kardeş, yeğen ve akraba topluluğuyla şölene katılan Akbaş Ailesi herkesi imrendirdi ve dostumuzun "dağ gibi" olan annesi de sonraki günlerdeki ziyaretimizde bize bu işin sırrını anlatmış oldu. Arap, Kürt ve Türk asıllı dostlar, şiirin gölgesinde İslâm kardeşliği ve geleneksel hayatın mahalle havası içinde bize unutulmaz anlar yaşattı. Dostlara teşekkür...