"Sedat Peker Adalet Bakanı olsun"

Abone Ol

Toplumların adaletle kurduğu ilişki, siyasal düzenin en temel göstergesidir. Bir ülkede insanlar adaleti kurumlardan değil de tekil aktörlerden bekliyorsa, orada bozulmuş olan yalnızca hukuk mekanizması değil, devlet-toplum sözleşmesinin tüm mimarisi çatırdıyordur.

Bugünün Türkiye’sinde tablo tam olarak budur.

Sedat Peker’in avukatı Ersan Barkın geçtiğimiz günlerde Rojin Kabaiş’in ailesini ziyaret etti. Peker’in destek ve dayanışma mesajlarını iletip, dava ile yakından ilgileneceklerini duyurdu. Bu durum ilk bakışta bireysel vicdani bir durum gibi görünse de, toplum nezdindeki karşılığı bu yazının asıl yazılma sebebidir.

Peker’in belirli dosyalara ilgi göstermesi üzerinden doğan toplumsal beklenti, sadece kişiye duyulan sempatiyle açıklanamaz. Bu durum, adalet sisteminde gün geçtikçe büyüyen boşluğun ve yurttaşın devlete olan güveninin ne denli aşındığını ortaya koyuyor.

Toplumsal vicdan, adalet kurumlarına olan güvenini yitirdikçe yönünü belirli figürlere çevirmeye başlıyor. Toplum artık adalet kurumlarının kendi gücüyle, kendi mekanizmasıyla hakkı teslim edeceğine inanmıyor. Birilerinin aracı olması, bir figürün “devreye girmesi”, medyatik bir ismin omuz vermesi, adaletin tecellisi için zorunlu bir koşul haline gelmiş gibi. Bu, bir ülke için alarm sinyali demektir.

Hukuka güvenin aşındığı dönemlerde boşluğu hep başka aktörler doldurur. Bir zamanlar kanaat önderleri vardı, sonra medyatik avukatlar çıktı, şimdi ise toplum tamamen “devlet dışı figürler”den medet umar hâle geldi. Bugün Peker’in avukatının üstlendiği roller, aslında Türkiye’de adalet sisteminin vatandaşla bağının nasıl çözüldüğünün en acı göstergesi.

Yıllar önce ismi başka şekillerde anılan Peker, bugün bir kesimin gözünde, “hak arayanların sığınağı” haline geldi. Bu durumu alkışlamak da, şeytanlaştırmak da meseleyi ıskalar. Asıl problem, adalet mekanizmasının kendi kapasitesiyle güven üretememesidir.

Bugün ihtiyaç duyulan şey, tek tek davalarda bireylerin kim olduğuna odaklanmak değil; bu bireyselleşmiş adalet arayışının ortaya çıkmasına yol açan kurumsal tahribatı tespit etmek ve bunun sonuçlarını tartışmaktır. Sorun, toplumun belirli figürlere yönelmesi değil; devlete duyulan güvenin bu figürlere ihtiyaç duyulmayacak kadar güçlü olmayışıdır.

Türkiye’nin önünde yalnızca bir yargı reformuna değil, daha temelden bir siyasal kültür reformu ihtiyacı var. Adaletin kişilere değil kurallara dayanmasını talep eden bir toplumsal bilinç, kurumları yeniden inşa edebilecek tek şeydir. Çünkü adalet bireysel bir lütuf değildir. Bu noktada yapılması gereken, kişileri konuşmak değil, kurumsal çöküşü durduracak ortak bir iradeyi tartışmaktır.

Türkiye’nin ihtiyacı adaletin kişiselleştiği bir düzenden, adaletin kurumsallaştığı bir düzeni sağlamaktır.

Bu dönüşüm gerçekleşmedikçe, adalet arayışı daha da parçalanacak, toplumsal sözleşme daha da zayıflayacak ve her yeni vaka, bir öncekinin daha derin bir tekrarı hâline gelecektir.