Şapkadan tavşan çıkarmak

Abone Ol

Şapkadan tavşan çıkarmak, bir illüzyonist numarasıdır… Abra kadabra, el çabukluğu marifeti ile şapkanın içinden tavşan çıkarılır ve seyircilerden alkış alınır. El çabukluğu en önemli maharettir, yoksa, işi beceremez sihirbaz. İzlediyseniz, Cem Yılmaz’ın bir sihirbazın hayatını anlatmaya çalıştığı Hokkabaz filminde ilginç bir sahne vardı. Bir cam fanusun içinde zincirlenen Cem Yılmaz, kendisini çözüp dışarı çıkmayı beceremediği için, fanus kırılıyor ve fooş diye yerlere uzanmak zorunda kalıyordu.

Beceremediğiniz zaman madara olmak da var.

Aslında daha önce yazmalıydık, ama, önemine binaen ve Türk siyasetindeki bir hastalığa işaret etmek için kaleme almak zorunda olduğumuz bir konuya parantez açmak istiyoruz. Başörtüsünün üniversite ortamında serbest bırakılması yönünde Anayasal düzenlemeyle ilgili, iri tirajlı bir gazetemizde Türkiye’nin siyasi hayatına damga vurmuş, 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in bir beyanatı manşet olmuştu.

Demirel, “Fevkalade üzgünüm, ıstırap duydum, milleti gerdiler” şeklinde özetlenecek bir şeyler söylemişti bu konuyla ilgili.

Şapkadan tavşan çıkarmak noktasında müthiş maharetlidir Süleyman Demirel… Darbeler, muhtıralar işlememiştir demagoji üstadı siyasetçimize. 6 kere gitmiş, 7 kere gelmiştir… Küllerinden doğan Anka Kuşu misali, ülkemizin sağ-sol olarak kurgulanan siyasetinde, Bülent Ecevit ile birlikte bir siyasi figürasyon işini müthiş bir beceriyle gerçekleştirmiştir. Şapkasından iktidar çıkarmış, şapkasından Cumhurbaşkanlığı çıkarmıştır… Şapkasından, abra-kadabra numarasıyla Cumhurbaşkanlığı makamına ikinci kez seçilme işini çıkaracaktı, ama, zorunlu olarak tekaüte ayrılıverdi. İrapta mahalli olmayan, emekliler listesine girdi.

Yıllar boyu, Müslüman halkımızın hassasiyetlerine bir şapka reveransı çekerek oyları cebine indiren Süleyman Demirel, başörtülü kızlarımızla ilgili de geçtiğimiz dönemde, “Çok istiyorlarsa gitsinler Suudi Arabistan’da okusunlar” ferman buyurmuştu.

Halkı etkilemek için yaptığı miting konuşmalarında dini kavramları dibine kadar sömürmekten kalmayan, yıllarca halkımızın demokrasi kahramanı zannettiği Süleyman Demirel’in bu çıkışı, aslında memleketi “Babalarının çiftliği” zannedenlerin sözcüsü olduğunun net bir beyanatıydı.

“Biz efendiyiz, biz ne dersek o olur”…

Demirel, 40 yıllık siyasi hayatında aslında demokrasiyi ve özgürlükleri genişletmek, insan hak ve hürriyetlerine yeni açılımlar sağlamak için mücadele etmemişti. O, kendisine verilen görevi yerine getiriyor, hakim paradigmanın figüranlığını layıkıyla yerine getiriyordu. Binaanaleyh, hakim paradigma, bazen O’nu oyunun dışına atıyor, bazen oyuna alıyor, o da dışarı atıldığı dönemleri demokrasi mağduru gibi oynayarak, kendisine makam üzerine makam devşiriyordu. Millet, onun salladığı şapkadan bir şey çıkacak zannıyla, yıllarca onu baş tacı etti. Gördüğünüz gibi, ömrü ahirinde bile, salladığı şapkadan milletin hayrına bir şey çıkmıyor. Tavşan kaçmış, herkes şaşkın!

Türkiye’de geçtiğimiz dönemlerde hakim olan siyaset tablosu, sağ ve solculuk kavramlarının içine yerleştirilen sanal bir kavgadan ibaretti. Derin devlet, Bülent Ecevit üzerinden solculuğu, Süleyman Demirel üzerinden sağcılığı bu millete epey yedirdi. Kendilerini sağcı ve solcu olarak tanımlayanlar, bu kavramlar üzerinden kavgalarını biçimledi.

Türkiye’de var olduğu iddia edilen demokrasi hiçbir zaman insanlarımıza bir türlü verilmedi. İnsanlar demokrasi istediklerini zannettiler ama derin devletin kendilerine yedirdikleri kavramlar üzerinden kavga ederek bir dönemlerini boşu boşuna geçirdiler. Bu arada derin devletin kendilerine bahşettiği koltukları işgal edenler, tabanlarını bir şekilde tutarak kendilerini bu koltuklarda tutmayı başardılar. Demokrasi teraneleri ise hep lafta kaldı. Öyle değil mi?