Sanat, Din ve Dünya Görüşü

Abone Ol

Türkiye nin Batılılaşma konusuna akademik seviyede ilgilendiği kadar önemli bir hikâyeci de olan Kâmil Yeşil in bu sayfada yayınlanan "Dini çıkarın, geriye bir şey kalmaz" ifadesiyle sunulan mülakatı ile aynı konuda siyaset bilimci Mümtazer Türköne nin "Dinlerin şekillendirdiği dünya" adıyla Zaman da yayınlanan yazısı üzerinde durmak istiyorum.

Demek ki sanatçı ve siyaset bilimci bir konuda benzer şeyleri düşünebiliyorlar. Tıpkı bazı romancılarla iktisat tarihçisi veya sosyologların benzer tespitlerde bulunabildiği gibi Kemal Tahir le İdris Küçükömer böyle şahsiyetler; yaşadıkları dönemde epey ezber bozdular.

Bugün aynı cesarette toplumu aydınlatacak, aydınları uyandıracak ve resmî ideolojiyi sarsacak çok az sanatçı ve bilim adamı var. 28 Şubat baskısı pek çok alanda onur kırmış oldu.

Bu iki yazının da tebrik edilecek bir çok yönü var; o da inandıkları değerleri açıklamak:

İslâm ın bu ülkedeki tezahürleri laikleri boş yere rahatsız ediyor, paranoyadan başka anlamı yok. Çünkü din her şeye rağmen hayatın bütün alanlarını etkilemeye devam ediyor.

Dini yasakların herkes tarafından olduğu kadar sosyologlar tarafından da tartışılmaya başlandığı günlerde yayınlanması dikkate değer. Böylece dinle ilgili bir konunun yalnız ilahiyatçılarla siyasetçiler arasında, sanki kapalı devre tartışılması dönemi kapanmış oluyor.

Sosyologlar dinle ilgili kendilerine ait perspektifle yeni girdiler konuya, askerler zaten 10 yıl önce kendi mekânlarını dinî yaşayışa ait ibadet ve sembollere kapattıkları için tartışma dışında kaldılar. Dolayısıyla, 28 Şubat sonrası asker ağırlıklı bir söylemle gündem şekillenmiş oldu. Laikliği her türlü dine aynı derecede uzak olmak şeklinde anlayanların medyadaki ağırlığı, dinden büsbütün kopuk bir medeni hayat olabilirmiş gibi bir atmosfer oluşturdu.

Sanatçı duyarlığı hâlâ dinle ilgili konularda susuyor, konuşmamaya mahkum görünüyor. O yüzden de vicdanı kanayarak konuşan herkese kulak vermek gerektiğine inanıyorum. Bizde bütün önemli sanatçıların dinle doğrudan veya dolaylı bir ilgisi vardır ve onca çok önemlidir.

Dinlerin şekillendirdiği dünya

Son yıllardaki siyaset alanındaki çıkışlarıyla dikkati çeken ve genç bir siyaset bilimci olan Mümtazer Türköne, "Dinlerin şekillendirdiği dünya" adıyla Zaman da yayınlanan yazısının bir yerinde, Marx tan farklı yorumları olan Weber e atıflarda bulunarak şöyle diyor:

"Max Weber in Protestan ahlâkı ile kapitalizmin ruhu arasında kurduğu ilişki çok geniş bir alana taşınıyor. Dinî ahlâkın ekonomik performansı belirleme gücü bugünün dindarlaşan dünyasında yeniden keşfediliyor."

Sonra da geçen yıl başında çok tartışılan ekonomik başarı ile din anlayışı ve anlayışa uygun bir ahlâk anlayışı ile yaşamak konusunda şunları söylüyor:

"Barometrik olarak tekrarlanan "Dünya Değerler Araştırması"nın sonuçlarını kullanan, Harvard Üniversitesi nden iki uzman -Robert Baro ve Rachel McCleary- dinî ve ekonomik tutumlar arasındaki ilişkiyi incelemişler. Vardıkları sonuç: Birlikte çalışma, kadınların iş hayatında yer alması, tutumluluk, yasalara ve pazar ekonomisine dair dinî inançların gelir ve büyüme oranları ile çok yakından ilişkili olduğu. Din, tutumlu olmayı, iş ahlâkını ve yabancılara açık olmayı teşvik ettiği ölçüde ekonomik gelişmeyi ve büyümeyi etkiliyor. Ekonomi üzerinde dinin etki gücünü ifade etmek için "ruhsal sermaye" tabiri kullanılıyor. Bu iki araştırmacının oluşturduğu model, ekonomik özgürlükler ile dinî özgürlükler arasında bir bağ kuruyor. Dinlerin ekonomi üzerindeki olumlu etkilerinin sadece özgürlüklerin hakim olduğu bir düzende ortaya çıktığı sonucuna varıyorlar. Uluslararası dinî özgürlükler araştırmasının bulgularını kendi modellerine uyarlıyorlar. Dinî özgürlüklerin kötü durumda olduğu Burma, Eritre, Kuzey Kore, Özbekistan gibi ülkelerde doğal kaynaklar bakımından zengin olsalar bile çok kötü ekonomik tablolar ortaya çıkıyor. Dinî özgürlükler ile ekonomik başarı arasında benzer sebep-sonuç ilişkisi özgürlük düzeyinin ortalama olduğu ülkeler için de geçerli. Dinî özgürlüklerin bir hayli yüksek olduğu 30 ülke, ekonomik olarak da üst sıralarda yer alıyorlar."

Mümtazer Türköne bu tespitlerden sonra, ekonomik kalkınma ve gelişme yolunda her teklife açık olan herkesin üzerinde durması gereken önemli bir sonuca varıyor:

"Bu araştırma, sadece ekonomik özgürlükler ile dinî özgürlükler arasında basit bir ilişki kurmakla kalmıyor; dinî özgürlüklerin başarılı ekonomik sonuçlara yol açtığını da gösteriyor. Çıkarttıkları sonuç şu: Şayet ekonomik gelişme ve büyüme istiyorsanız dindar insanlara kendi inançlarını özgürce yaşayacakları ortamlar sağlamak zorundasınız."

Buradan şu sonuca varmak mümkün mü acaba:

Ülkemizi yasaklara boğarak bu cennet vatanı borç batağına sokanlar, katsayı zulmü ile başörtüsü mağdurlarını artırırken, bütün bu saçmalıkları bilerek yapıyor olmasınlar Pek çoğu çocuksuz ve tabii merhametsiz! Nedense hiç birinin oğlu Güney Doğu da askerlik yapmadığı için, 10 yıllık silah kullanma tecrübesine sahip teröristlerle karşılaşma ihtimali hiç yoktur. Bu yüzden çok uluslu şirketlerle çabuk tanışır veya yurtdışında master yapma imkânı kolay bulur.

Dindarlara yapılan baskıların her darbeden sonra yaşanmaya başlanması, ekonomik bir bozulmayı da beraberinde getirmiştir. Her darbe kalkınmamızı en az 10 ar yıl engellemiştir. O halde bu hususların ciddi bir gözle, yolunda ilerlemesinin kontrolü gerekir.

"Dini çıkarın, geriye bir şey kalmaz"

Kâmil Yeşil, Osman Toprak ın sorduğu sorulara, "modernleşme, din ve millet gibi konuları merkeze alarak" cevap verdi ve dikkate değer tespitler ve açıklamalarla fikrini şöyle geliştirdi:

"Baskı ile modernleştirmeyi bize Cumhuriyet ten önceki İttihatçı siyasal geleneğin bir mirasıdır diye düşünüyorum. Bir halk okumazsa, seyretmezse, gezmezse değişim fikrine nasıl varacak Mecburen onun adına birileri karar verecek. ( ) Dikkat ederseniz bizim Tanzimat Paşaları, kalem memurları aynı zamanda gazeteci, mütercim, şair, tiyatrocu filandır. Devlete vaziyet etme gücü vardır elinde. Onu da hangi doğrultuda kullanacağına dair bir karar vermiştir ama kurumsal muhalefet olmasa bile dinin, ulemanın ve halkın buna hemen evet demeyeceğini biliyor. Oysa bunlarla vakit geçirme lüksü yoktur Osmanlının. Ne yapması lazım Ya masaya yumruk vuracak ya da dini modernleştirmede araç olarak kullanacaktır. Bizde bu iki tercih aynı anda ve değişik tonlarda sürdürülmüştür. İşte Namık Kemal bundan dolayı Renan a Reddiye yazar, Ziya Paşa diyar-ı küfürdeki kaşanelerden, İslâm dünyasındaki viranelerden bahseder. Modernleştirme adımının başlangıcında sefirler ve onların yazdıkları sefaretnamelerle yurtdışında okuyan, görev yapan Osmanlı Paşalarının olduğunu hatırlayalım burada. Bunun yanında halkın eski ile yeniyi yan yana yaşatma gibi bir ayak sürümesi de var tabi. Zor olsa da gülünç düşse de ve hatta kendi içinde çatışma yaratsa da böyle bir geçmişimiz var bizim. Devlet geleneğini Osmanlı dan tevarüs eden Cumhuriyet in kurucu kadrosu da modernleştirmeyi böyle algıladı."

"Batı tek tipçidir" diyen Kâmil Yeşil, Batıcıların kendi kendilerini "elit" görmelerine rağmen, hiç de böyle bir vasıf taşımadıklarını söylüyor, gerekçelerini de bir hikâyeci titizliğiyle şöyle özetliyor:

"Bizim elit zümremiz nerden öğrendiyse Batı nın çok kültürlülüğe, çeşitliliğe önem ve öncelik verdiğini öğrenmiş. Sonra da bu öğrendiğine sıkı sıkı bağlanmış. Oysa Batı kültürel olarak tek tipçidir, faşisttir ve dünyaya örnek tip de kendisidir. Çünkü ilerlemeci, çizgisel anlayışa göre insanlığın varacağı yer onun bulunduğu yerdir. O kendisinden önce karşısına başkasının -o başkası öncelikle Müslümanlardır- yeni, yerli, çoklukçu farklı bir medeniyetle çıkacağından hep korkmuştur. Bunun önünü almak için uzandığı bütün yerleri kendine benzetmeyi seçmiştir. Kültürel ırkçılık olarak nitelenebilecek bir durumdur bu."

Cumhuriyet döneminde uygulanan modernleşme programının biçimsel kalışı da belki bundan...

Kâmil Yeşil in ifade ettiğine göre, İsmet İnönü ye mektup yazan bir köylü, "Bizden vergi istedin verdik, çocuklarımızı istedin verdik ama dinimizi isteme!" demiş, ama sözünü dinletememiştir.

"Kimliği olmayanın kendine özgüveni olmaz" diyen Kâmil Yeşil, son olarak şunları söylüyor:

"Cengiz Aytmatov un Mankurtlaşma kavramı, içinde bulunduğumuz duruma uygun gibi geliyor bana. Geçmişe dair her şeyi unutturmak ve bunu şiddetle, işkence ile yapmak... Medyası, dayattığı yaşantısı, bilimi ve kurumları ile işkence yapıyor modernizm."        Bu modernizm hastalığı yüzünden Batı toplumlarıyla şehir kültürünün son yüzyıldaki görünüşü, garip bir biçimde tek tip dış mimariyi benimsiyorlar. Bu da bütün ülkeyi asker garnizonlarına çevirir.

Batı Nobel ve benzeri ödülleri kullanarak, yahut 11 Eylül baskınını kullanıp halkı korkutuyorlar. İkiz Kulelerin çöküşünden beri bürokratları politikacılarla bütünleşip emre göre rapor yazdırırlar.