“Sahte” gündem

Abone Ol

Toplumsal gündemimiz her zamanki hararetini, sıcaklığını ve kalabalıklığını koruyor. Yoğun tempoya vatandaş olarak alıştık, bu durumu kanıksadık ama her gün nasıl bir garabete, ne türden bir skandala ve ne menem bir fiyaskoya uyanacağımız konusunda hala tarifsiz bir korkuyla karışık bir heyecan duymaktayız.

Son dönemin sıcak, hararetli ve hayrete şayan konu başlığı ise sahte diploma, sahte belge üretme, bunları e-devlet sistemine kaydetme, istenilen evrakları temin etme yani sözün özü dersek, sahtekarlık soslu dolandırıcılık, yani amiyane tabirle “alavere dalavere” işleri.. Bu işleri yapan sahtekarların, bu işlere tevessül edenlerin cüreti, cesareti nereden ileri geliyor, bu işleri yapanların aymazlığı veya bu işleri yaptıranların hak yemekten korkmayışı vs gibi birçok husus akıllara gelse bile insan öncelikle neye hayret edeceğini şaşırıyor.

Bunlara bir de “sahte pasaport” skandalı da eklenmiş gözüküyor. İddiaya (belki de iddiadan öte bir vakıaya) göre, yüzlerce Türk öğrenciye sahte yabancı pasaport düzenleniyor ve “uluslararası öğrenci” statüsü kazandırılıyor. Böylelikle bu “uluslararası öğrenci” statüsü kazanmış kişiler, sınava dahi girmeden özel üniversitelerin Tıp, Hukuk, Diş Hekimliği gibi yüksek puanlı bölümlerine yerleşiyorlar!

Öyle ya, iş dönüp dolaşıp yine “namusluların da namussuzlar kadar cesaretli olabilmesine” gelip dayanıyor. Belki daha doğru ifadesi, “namussuzların, namussuzluk yapmaya çekinmesi, bu kadar rahat olamaması” olmalı..

Asıl mesele, belki de kural-kaide toplumu olmayı bir türlü beceremeyişimiz, sürekli olarak “bir yolu bulunur” zihniyetiyle “farklı yolları” zorlamamız, her işi “kitabına uydurmayı” marifet saymamız, adaletli ve objektif değerlendirmelerle değil de eş, dost, akraba, para vs gibi argümanlarla “işimizi bilmemiz”!

Dünkü bir haberde, yurt dışına çıkacak olan gurbetçilerin, yedikleri cezaları ödemeden çıkış yapamayacakları belirtiliyor ve bu duruma bazılarının “Sen gel 1 ay gez, sonra ceza öde.” Şeklinde tepki gösterdiği belirtiliyordu. Bu nasıl bir cezasızlık algısı ise suçu işlediğini inkarı değil de cezayı ödememeyi öne çıkarıyor! Aynı durumla yaşadıkları gurbette karşılaşsalar, muhtemelen şifahi bir tepki vermekten bile çekineceklerken, “cennet vatanımızda” gezip tozmalarını başımıza kakmaya kadar götürebiliyorlar.

Buradaki bir sahtecilik söz konusu değil ama neden görevli memurların vaziyeti “kitabına uydurmadıklarına”, yetkililerin yaşanan kural dışılıkları neden “görmezden gelmediklerine” bir tepki söz konusu. Tabiri caizse “kitabına uygun” iş yapılması, sürekli olarak tepki görüyor u topraklarda, ki tevessül edilen sahtecilikler de bir bakıma bu durumun aksi bir tezahürü. “Kural-kaide olmasın, oluyorsa da istediğimiz gibi esnetebilelim” zihniyeti yani..

Konuyla ilgili tespitlerin 1 sene önceden yapıldığı ve ilgili mercilerin bir süredir “iş üstünde” olduğu türünden açıklamalar yapıladursun, bu meselenin kamuoyu gündemine girmesinin, sahte diploma mağduru (!) bir kadının bir şikayet sitesine mağduriyetini(!) yazmasıyla vuku bulduğu gibi hem trajik hem de çokça komik bir olay vesilesiyle olduğunu da hatırlamak gerek.

Yani kendisini mağdur hisseden kişi, edinmek istediği sahte belgeyi alamazsa işini kaybedeceğini belirtiyor ve neredeyse konuyu adli makamlara taşıyacak gibi bir intiba veriyor. CİMER’e yazacak duruma gelmiş ama kendisinin de suçun bir unsuru olduğunu ve haksız şekilde elde ettiği belge vasıtasıyla dolandırıcılık, evrakta sahtecilik vs gibi suçların da faili olduğunu belli ki ya önemsemiyor ya da farkında bile değil.

Bu halet-i ruhiyenin nedeni olarak, çevresinde çok fazla kimsenin bu işlere başvurması ve kendisinin de bunu normal karşılaması gösterilebilir. Toplumun fertleri, nasıl ki bir yerdeki bir göreve atanabilmek veya belli bir pozisyonu elde edebilmek için torpil, adam kayırma, bir yerlerden tanıdık bulma gibi gelişmiş toplumlarda rastlanmayan ve ehliyeti-liyakati sıfıra indirgeyen birtakım kişisel irtibatları normal gördüğü gibi, belki de böylesi sahte belgeler edinmeyi de bu işlerin normali olarak değerlendiriyor.

Sonuç itibariyle, internette yapılan basit araştırmalarda bile bu hizmeti(!) veren girişimlere ve onların “kampanyalarına” kolaylıkla rast gelinebiliyor. Demek ki bir talep var ve bu talebe yönelik bir arz sunduğu iddiasındaki “girişimciler” de pıtrak gibi oluşuvermiş!

Konunun siyasi tartışma zeminine çekilip çekilmemesi ayrı bir fasıldır. Ancak böylesi bir skandal neticesinde de birisinin sorumluluğu üstlenmemesi, istifa edenin dahi olmaması da normal karşılanamaz. Toplumu oluşturan fertlerin kişisel verilerinin güvenliğinin tehlikede olması gibi bir durum ortaya çıkıyor ki, bu da günümüz internet ve bilgi çağında belki de maddi hırsızlıktan çok daha vahim bir noktadır.