EKSİKLİ YAZAR OLMUŞ ORTAKLI PAZAR OLMUŞ
PKK ile işbirliğinin ne olduğunu, nasıl yapıldığını, yönettiği FETÖ gazetesi dolayısıyla en iyi bilen şahıs olmasına rağmen, yandaş gazetede yazan, yandaş tv kanalında her Pazar programa çıkan H. Gülerce’ye son yazısı dolayısıyla soracaklarımız var. Cevap almak için değil, keser döndüğünde, sap döndüğünde kayıtlarda bulunsun diye.
Bu vezinde bir yazıyı, medyanın Bab-ı Ali günlerinin ustalarından Ergun Göze yazsaydı mesela, “İffetsizzzz!” diye bir başlık atardı.
İdris Naim Şahin’i Saadet Partisi aday yaptı diyor, sorgulayıcı havasında. Her seçim bölgesinde kendi adıyla ve kendi adaylarıyla seçimlere giren yegane parti olan Saadet Partisi, kimi aday yapacağını size mi soracaktı?
Her adayını, yönettiği kurumlardan istediği raporlarla tanımaya çalışan, öğrenmeye çalışan iktidar partisinin metodunu kabul ettireceğinizi mi sanıyorsunuz, hadsizliğiniz akisli yazılarınızla.
“FETÖ destekçisi İdris Naim Şahin...” dediğinizde, kendi hayatınız gözünüzün önüne gelmeli ilkin. O, bugünkü iktidar partisinin kurucusu iken, genel sekreteri iken, İçişleri Bakanı iken, siz de FETÖ yayın organlarında FETÖ’ye mali kaynak sağlayan manşetleri atıyordunuz. Bildiğiniz bir “suç” var idiyse, neden yasal yollara müracaat etmiyorsunuz?
Mesela şöyle bir anınız yok mu anlatacağınız. “Gazetemizin yaş günü pastasını kesmek için davet ettik, geldi. Ben takla atmakla meşgul olduğum için kime ne istedilerse verdiğinin listesini ve parsel parsel sattığı yerlerin tapu fotokopilerini alamadım.”
Eğer böyle bir anınız yoksa, FETÖ’cülükten sonra olduğun AKP’lilik günlerinde, hani bir vatandaşa takla at da görelim dediğinde, vatandaşı savunan bir yazınız da yoksa, mutlaka biz atalım, biz atalım dediğiniz vardır bir yerlerdeki kayıtlarda; onları bari açıklayın.
AKP’ye FETÖ’den ithal kalemşör H. Gülerce, AKP iktidarında üreyen/üretilen “Bir takla at da görelim gibisinden bir lafı Karamollaoğlu’na söylemiş midir?” diye soruyor. işte bizim Ergun Göze’den alacağımız başlık yeri burasıdır.
– İffetsizzzz!
Şimdi şu soru gelebilir bazı okuyucularımızın aklına. “Ehli Cidal” oldukları günlerde var mı idi? Yoksa otuz küsur yıllık FETÖ’lü hayatında mı kaybetti?
Olsa idi, FETÖ onu seçer miydi? Karşı sorusunu, bugün ağır cezalarda yargılanan hangi FETÖ haininde gördünüz, destek bilgisiyle şeddeli yapmak mümkün.
FETÖ yayınlarını yönetirken genlerine işlenen tetikçiliğine yakışan bir cümlesi de şu: “Karamollaoğlu, ‘bilge adamlığı’nı yerle bir etti. Bir çuval inciri berbat etti. Şu anda Saadet Partisi’nin tabanı mahzun ve boynu büküktür.”
Alıntı yaptığımız yazısında her Erdoğan ve Bahçeli yazdığında önüne mutlaka ve büyük harfle “Sayın” yazan ünlü kripto, Kılıçdaroğlu’nu ise “CHP Lideri Kılıçdaroğlu” sıfatıyla anarken, Akşener ve Karamollaoğlu’nu yalın yazması, hitap şeklimizi hak ettiğinin ispatlarındandır.
Sana ne Saadet Partisi’nin tabanından! Onlarla hayatının hangi döneminde, birkaç saniyelik de olsa ortak düşüncen oldu?
O Saadet Partisi tabanı ki, Kartel tv’lerine FETÖ pazarladığın ve ona “Gitsinler” dedirttiğin günlerde dahi mahzun olmadı. Senin de içinde olduğun ve bu ülkeye karşı oynanan oyunu görmüşlerdi. Ve o oyunu bozmak, maskelerinizi yırtmak onların boynuna borçtu.
AKP’nin tam merkezinde görev aldığı günlerde yaşananların tanıdığı olması mıdır cephanenizdeki, ittifakçılığınızdaki İdris Naim Şahin telaşı?
Vaadi bulunmayan ve domates - soğan tanzim satışlarını icraat diye gösteren bir iktidarın sözcüleri, kendi hırsızlarını övmenin peşinde iken, FETÖ yetiştirmesi bir tetikçi kalemin, edepten yoksun satırlarında, Saadet Partisi Lideri Sayın Temel Karamollaoğlu’na karşı, cami duvarına yanaşan pozisyonunda tavır almasının elbet bir hesaplaşması olacaktır. Keser döndüğünde, sap döndüğünde... FETÖ’den neyin karşılığında döndüğünde yahut dönmediğinde...
BABALARI FETÖ'DEN İHRAÇLA ÖVÜNMEK
İçişleri Bakanı Sayın Süleyman Soylu’nun hadri meydan üstüne hodri meydan çektiği ve mahkemede görüşeceğiz de diyerek yasal boyutlarda tutmaya çalıştığı olayı burada anlatmak ve tartışmak gibi bir niyetimiz yok. Lakin, bahse konu olayın akabinde paylaştığı birkaç cümlenin üstünde durmak istiyoruz.
Bir siyasi ile hesap kelimesi çok sık bir araya gelmezdi eskiden; İsmet Paşa’nın İsviçre’deki hesabı gibi ancak özel durumlarda kullanılırdı.
Şimdi ise haberlerin çoğu twit hesabından diye başlıyor. Benim yadırgamam da bana özel mi bilmem.
Bir siyasinin, ki o kişi birçok mesuliyetin en başındaki insan olsa dahi, twit hesabı olması milli bir durum mudur, gelenek midir?
Siyasilerimiz, müdahale etmek için krizli hasta bekleyen acil servis doktoru mu ki, kendilerine ulaştırılan her olaya bir diyeceklerinin olduğunu twit hesaplarından ispata kalkıyorlar.
Şimdi okuyacağınız ve üzerine düşündüklerimizi yazacağımız twit Sayın İçişleri Bakanı tarafından yayına sokulmuştur. “Yasa dışı eylem yapıp direnirseniz, uyarılardan sonra ‘karga tulumba’ gözaltına alınırsınız.
Eğer taciz varsa üzerine ilk biz gideriz. Hayatı kendi gibi düşünmeyenleri tacizle geçirenlerin, babası FETÖ’den ihraç, kardeşi DHKP-C’li proje kadın üzerinden polisi ezmesine müsaade etmeyeceğiz.” Medyanın tüm türlerinde görüntüleri paylaşılan ve “taciz” tanımıyla ayrıştırmacılara malzeme yapılan/yaptırılan o resme bir daha baksın herkes.
Olayın öznesi iki kişi karşılaştırılsa idi ve görevini yaparken yanlış bir el hareketiyle istenmeyen o görüntülere sebep olan polis memurumuz, protestosunu veya gösterisini yasa haricine çıkarak yapmak isteyen kızımızdan özür dileseydi, ona kardeşim deseydi, kendi kızı veya kardeşine de hangi durumda olursa olsun fotoğraflanmış o hareket ve benzeri bir davranışın yapılmasını istemeyeceğini belirtseydi, ki bu durum, o kızımız hakkında yapılacak yasal işlemi de etkilemeyeceğine göre, şimdi geldiğimiz noktadan daha iyi ve güzel bir yerde durmaz mıydı insanlarımız?
Sayın İçişleri Bakanı’nın ülke çapındaki düşünce meşguliyetini anlamak mümkün. Fakat etrafını saran danışmanlarına ne demeli? Böyle olaylardan mesul bir kişi danışmanlarından mı belli olur, yoksa danışmanları mı belli olur?
“Kendi teşkilatında yanlış yapan kimseyi bırakmamıştır” vurgusundaki Sayın İçişleri Bakanı, bizim de katıldığımız bu kanaate, olaya özne olmuş kızımızı da, onu ayırımcılık malzemesi olarak bilerek ya da bilmeden kullanmaya çalışan insanlarımızı da çekecek, getirecek, inandıracak demeçler üretmelidir. Yahut danışmanlarının kapasitesi böyle kucaklaştırmalara yeterli ve ayarlı olmalıdır.
“Hayatı kendi gibi düşünmeyenleri tacizle geçirenlerin...”
Bu kelimeleriyle tacizcilerin varlığını kabul eden Sayın Bakan, onlarla yasalar içinde mücadele edilemediği, elimizden bir şey gelmiyor gibi bir çağrışıma sebep olduğunu da bilmelidir. Yahut danışmanlarının kültürü yetmelidir.
“Babası FETÖ’den ihraç” tanımıyla bu ülkenin bir çocuğunu anlatmak, o çocuğun da güvenliğinden ve insan haklarından sorumlu olan bir İçişleri Bakanı’na düşmemeliydi. FETÖ’yle diz dize otururken gözyaşı döken partidaşlarının “ihraç” fiiliyle karşılaşmaması nereye konur böyle bir durumda?
“Kardeşi DHKP-C’li proje kadın...”
Devletin terörle tanımladığı bir örgütü anmak, onu muhatap kabul etmek, ünlendirmek olacaksa, kaçınmak gerekmez mi? Türkiye Cumhuriyeti’nin yanında, çok çocuğumuzun katili bir örgüt ne ki? “Proje”lerinin ne olduğu ve istediklerini aldıkları vurgulanıyor.
“Polisi ezmesine müsaade etmeyiz!”
Polisin ezilebileceğini kabul etmek var bu cümlesinde de Sayın Bakan’ın. Buna kimin gücü yetecektir? Gayri mümkün bir durumu, kendi varlıklarına bağlamanın, yanlış olduğuna da inanıyoruz. Danışmanların seçim atmosferinden etkilenmesine katsak da bu “müsaade” kelimesini, onlar “muhal” kelimesinin manasını da bilmeliydiler, Türkçe bizim dilimizdir zira.
Son sözümüz şöyle olsun. Elin adamı bu twitti, sorumlular böyle kullansın, muhalif yazarlar da böyle yazılar yazsınlar diye icat etmiş olmasın.
HARAMZEDE DİCSO'YUNU, KİMİN OYUNU
“Sıra ‘Helal Disco’ya geldi”
Bu ilanı, kartel medyasının en önemsenen sözcüsü Ertuğrul Özkök’ün “Hayat tarzı gurusu” sıfatı vererek yabancılığını tescil ettiği A. Dilipak bey yapmış.
Halkımızın “Huyu gurusun” vezninde okuduğu bu kişinin “Guru”luğunun, kendilerini ilgilendirmediğini tescil kelimelerinden önce ısrarla belirtiyor Özkök: “Mütedeyyin alemin” en “yeni”si... Yani AKP iktidarının yetiştirdiği, yönlendirdiği, eğittiği, yönettiği şekilsiz gençlik aleminin son “Guru”su...
T. Özal’ın Mehmet Barlas’ı özentisiyle, Erdoğan’ın Barlas’ı olmayı 28 Şubat’tan beri deneyen A. Dilipak, gençliği getirdikleri yerde tek ihtiyacın “Helal Disco”lara kaldığını yazarken, isim babası olacağını ve yaptığı bu babalıktan dolayı kartel kalemcilerince çok sevileceğini biliyordu.
Biz ise, onları ve akıllarından faydalandırdıkları iktidar insanlarını, tanıdığımız yıllardan beri biliyorduk.
Mustafa Özdamar ağabey şahidimdir. Gerçi o tanıştırmıştı, proje sahibi yeni emekli olmuş o rahmetli insanımızla. Bir dinlesene demişti.
O hayalci insanımızın bulduğu ad, A. Dilipak’ın tescillendirdiğinden daha dünyacı idi.
“Discotekke” diyordu o. “Discotek” kelimesine iki harf ilavesiyle, dinsel bir tedai idi amaçlanan. Dahası, “Discotek”e karşı bir durum, bir antitez sayın siz bu hayali.
“Helal” kelimemizi bu kadar kolay harcayan A. Dilipak’ın provokasyonunun aksine, “Tekke”mizin yüklendiği eksiklik daha az olmasına rağmen, biz o 80’lerin T. Özal’lı yıllarında, aman bir duyan olmasın endişesiyle susmuştuk, susturmuştuk.
A. Dilipak’ın “Helal Disco” isteyen yazısını ezberine aldığını övünerek yazan E. Özkök’ü hiç kimse “mal bulmuş mağribi” olmakla suçlamamalıdır. Zira A. Dilipak’ın böyle yazı yazmak hedeflerinden biri de oralarda sıkça anılmaktır.
Nargile kafelerinden, loş ışıklı disco mekanlarına yatay geçiş yapmak isteyen ve orada yataydaki düşüncelerini dikeyde tatmin etmeye yönlendirilecek gençliğin önünde artık engel kalmadığını, “Kadın-Erkek ayrı olacak” iddiasındaki A. Dilipak’a, “At pazarındaki kafeleri ayırabildin mi ki...” sorusuyla kayda aldırıyor E. Özkök, kendi mahallesinden kazandığı aşkla, şevkle...
“At pazarındaki kafeler...” E. Özkök’ün yaş dönümünü anlattığı kitabını satmak umuduyla akşamları ziyarete gittiği Fatih şehrindeki mekanlar...
Özellikle bu tarifle neler anlatmak istediğini E. Özkök’ün tahminde zorluk yaşamayız. Bizim zorluğumuz, bize zor gelen, adına “Guru”luk dense de, o şeyin A. Dilipak’a kalmasıdır.
TREN GELİR HOŞ GELİR
Şehrimizin öte başındaki istasyondan, elma bahçelerini yararak gelen tren düdükleri, koyu karanlık gecelerimizde dünyadan kopmadığımızı bize anlatırdı, bekci düdüklerine eş değer bir güçle.
Hayatımızın içindeydi tren. Gelişi hoş karşılanandır. Gelmez mola denilerek yolu gözlenendir, düdüğü özlenendir. Çocukluk tekerlemelerimizinde ulaşım aracıydı tren. Dan, dan, dan! Çekilin yoldan! Tren geliyor Adana’dan! Sinekler ölür badanadan...
Tren örnekli konuşmuş Sayın Cumhurbaşkanı, yazıcı katipleri ise demiryolu döşemede. Trenden inenler yeni parti kuracağımış. Konuları bu.
Halbuki tren kazaları art arda yaşanıyorken, sorumluları bulunamıyorken, her an yenilerini duyabiliriz endişesi sürüyorken, tren misalli anlatımlar ne oluyor? Acılar, halkın acılarıdır mesajı mıdır verilmek istenen.
Beraber yola çıktıklarının, birlikte ıslandıkarının bir kısmını, “yol ve dava arkadaşı olmadılar” diye hayıflanarak anlatmış Sayın Erdoğan.
Diyor ki: “Yolda bıraktılar!”
“Yola çıktık milletvekili oldular, belediye başkanı oldular, bakan oldular, ama trenden indiler.”
Tren yoluna devam ediyorsa, inenler, bırakmış mı olurlar, bırakılmış mı?
Yolda kalanlar kim, onları orada bırakanlar kim?
“Trenden inenler bir daha zaten bu trene binemediler ve binemeyecekler.”
Trenden inenler bir yerde kalmışlarsa, bir daha nasıl bineceklerdi? Tren geri geri mi geldi, yoksa o istasyonlardan bir daha mı geçti ki, “binemediler.”
Ya da rahmetli Üstad gibi “Burdan bildik gidenler, yarın döner yabancı” mı dediler, kendilerini emniyette hissettikleri ve kaldıkları o istasyonlarda.