Gündem

Roger Garaudy in kahvehanesi ve evi

Roger Garaudy'in kahvehanesi ve evi

Abone Ol

Müslüman olduktan sonra yazmış olduğu "İsrail, Mit ve terörizm" eserinden dolayı Fransa‘dan yurt dışına çıkışı yasaklanan Garaudy, Kurtuba‘da bir kahvehane açmış ve evini de müzeye çevirmiş. Kenti gezimiz sırasında yolumuz buralara da düştü.

Türkiyeli aydınların yakından tanıdığı Fransız düşünür ve yazarı Garaudy, İslam‘ı tercih ettikte sonra yazmış olduğu yazıları ve kitabları ile bizlere ışık olmuş bir düşünürdü. İslam öncesinde Fransız komünist partisinin düşünür ve fikri üstadı idi. Müslüman olduktan sonra yazmış olduğu "İsrail, Mit ve terörizm" eserinden dolayı Fransa‘dan yurt dışına çıkışı yasaklanan Garaudy, Kurtuba‘da bir kahvehane açmış ve evini de müzeye çevirmiş. Kenti gezimiz sırasında yolumuz buralara da düştü. Yorgunluğumuzu kahvehanede çay içerek giderdikten sonra öğle ve ikindi namazlarını cem ederek kılıyoruz. Gezimiz sırasında en çok sıkıntı çektiğimiz konu namaz oluyor. Her yerde kılamıyorsunuz. İmkan bulduğumuz zamanda cem ederek iki vakti bir arada kılıyorsunuz.

Garaudy‘nin kahvehanesi otantik bir tarzda düzenlenmiş Filistinli eşi Selma hanım tarafından yönetiliyor. Özellikle uzak doğu İslam eserleri duvarları süslemekte, kahvehane eski bir ev oluğu için iki katlı binanın avlusunda ve odalarında rengarenk çiçekler bulunuyor. Tablolar ve minyetürler de İran hakimiyeti gözleniyor. Selma hanım bizlerle tek tek ilgileniyor, resim çektiriyor, Arapça konuştuğu içinde anlaşmakta zorluk çekmiyoruz.

Kahvehaneden sonra Garaudy‘nin müze olan evini ziyaret ediyoruz, Burada da İslam kültür ve sanatına ait eserler, resimler ve figürler yer alıyor. Müzedeki en enteresan bölüm  geçmiş dönemde kağıt yapımının nasıl oluğunu gösteren tahtadan imal edilmiş aletler. O dönemde kağıt yapımında pamuklu kumaşlar kullanılıyormuş. Kumaşlar önce ince liflere ayrılıyor, sonra da bir kapta dövüldükten sonra baskı ile kağıt haline getiriliyor. Matbaa baskı aleti, tahtadan imal edilmiş.

Yahudi mahallesinde gezerken meydanda İbn-i Meymun‘un heykelini görüyoruz. İbn-i Meymun Selahaddin Eyyübi‘nin doktorluğunu yapmış bir Yahudi doktor. Kıyafeti Müslümanların kıyafeti gibi eserlerini de Arapça yazmış bir ilim adamı.

İslam egemenliği altındaki İspanya‘da yaşayan Yahudilerin "altın çağları", İspanyolların 1391‘de Endülüs‘ü geri almaları ile sona erdi. Katolik krallar İsabella ve Ferdinand, son Müslüman kalesi Granada‘yı ele geçirince ilk iş olarak Papalıktan bağımsız, kendi özel İspanyol Engizisyonlarını kurdular. Amaç İspanya‘nın politik ve dinsel birliğini sağlamaktı. Sonuç: Marranolar. Zira yeni hâkimler Hıristiyanlık dışında başka bir dine izin verecek türden değildi. Yaşananlar, Yahudiler için kelimenin tam anlamıyla bir yıkım operasyonu oldu. Onlardan, ya dinlerini değiştirmeleri ya da Endülüs‘ü terk etmeleri isteniyordu. İşte böyle bir ortamda, kalmayı din değiştirme pahasına seçenlere, görünüşte/sözde Hıristiyan ama gerçekte Yahudi kimliğini muhafaza edenlere Marrano dendi.

Yolumuz üzerinde olan Engizisyon Müzesi‘ni de ziyaret ediyoruz. Müze de engizisyon sırasında işkence odalarında kullandıkları aletleri sergiliyorlar. Ve bununla da gurur duyuyorlar. Siz seyrederken rahatsız oluyorsunuzz ama onlar geçmiş dönemlerinin kültürü olarak gururla teşhir ediyorlar. Şehrin eski evlerine itibar ediliyor. Belediye eski evlerin dışını onarıyor evin altına garaj açıyor, böylece eski evler terk edilmiyor, evsahipleri her ne kadar yeni şehirde otursalar da buradaki evlerini bir nostalji olarak değerlendiriyorlar ve koruyorlar.

Granada(Gırnata)

Seyahatimizin ikinci gününde pusulamız Gırnata‘yı gösteriyor. Gırnata‘da Elhamra Sarayı, El-Baysın Tepesi, kültür merkezi, Abdulkadir Es-Sufi‘nin yaptırdığı cami ve Muhammed Esed‘in Müslüman mezarlığında bulunan kabrini ziyaret edeceğiz.

" Eşin, benzerin yok Granada

Ne Mısır‘da, ne Suriye‘de

Ne de Irak‘ta.

Bir gelinsin sen;

Bu topraklar da çeyizin."

Granada, İspanya‘nın Endülüs eyaletinde bulunan bir şehirdir. Endülüs Emevileri‘nden kalan El Hamra Sarayı ile ünlüdür. Şehir, Türkçe‘de Gırnata adı ile de bilinir.

2004 itibarı ile şehir merkezinde nüfus yaklaşık 250.000, tüm ilde ise 500.000‘dir. 250.000 civarında bir nüfusa sahip olan Granada şehri, Avrupa‘nın yüksek dağları arasında sayılan Sierra Nevada‘nın eteklerindeki bir vadide kurulmuştur. Albaicin ve Alhambra adlı iki tepe kenarında gelişen şehrin denizden yüksekliği ortalama 650 m.dir. Bu iki tepenin arasından Darro nehri geçer ve ilerde Genil ırmağıyla birleşir. Granada‘nın arkasında gökyüzüne uzanan yüksek dağlar ise tepeleri Akdeniz kıyısına kadar uzanan ünlü Sierra Nevada‘dır (En yüksek tepesi 3481 m. rakımlı Mulhacen).

Bugün Granada, İber yarımadası‘nın güneyini dolduran, yarım milyon nüfuslu en güzel gelişmiş üniversite kenti. Ülkenin diğer şehirlerinden ve yurtdışından gelen kırk bin öğrenciye ev sahipliği yapıyormuş.

Elbeyazin Tepesi ve Es-sufi Camii

Elbeyazin Gırnata‘nın en eski mahallelerinden biri. Dar sokakları, yan yana gelen bahçe duvarlarının  arkasına çekilmiş beyaz badanalı evler. Çiçeklerle kaplı bahçelerin ortasında havuzu ve fıskiyeleriyle gösterişe kapalı ama kendi içine bağımsız evler, İslam‘ın geleneğini sürdüren Elbeyazin. Elbeyazin sokakları  küçük siyah taşlarla kaplı.Yağmur yağdığında sokaklardan suların akması için yapılmış, kanalımsı eğilimler hemen dikkat çekiyor. Ve yağmur yağdığında her taraf pırıl pırıl oluyor. Daracık sokakların iki yanında yer alan dükkanlar, kahvemsi yerler, Elbeyazin‘e büyük bir canlılık kazandırıyor.

Sıkışık dar sokakların duvarlarının arkasındaki evler ayrı bir dünya. Kapıdan içeri girdiğinizde bir başka dünya ile karşılaşıyorsunuz. Ön avluda oluklu bir çeşme, çevresi çiçeklerle kaplı. Arka bahçede ortada bir havuz... Ağaçlar aynı zamanda bahçe duvarı görevi görüyor. İki katlı bina içinde birbirinden bir ölçüde bağımsız kısımlar.

Elbeyazin‘dan başlayarak ovaya doğru genişleyen Gırnata‘yı gezmeye başlıyoruz. Gırnata‘da batılı olan sadece topraklar. Endülüs‘de dolaşırken bunca yıkıma rağmen kendimizi Müslüman bir ülkede hissediyoruz. Çünkü Müslümanlar bu topraklara 711‘de gelmişler ve 1492 yılına kadar kalmışlar.

Öğlen namazını Elbeyazin tepesinde bulunan  Abdulkadır es-Sufi‘nin  yaptırdığı camide kılıyoruz. Namaz öncesinde Dr. Sılay, Endülüs‘de yaşamış Müslümanlar, Yasin-i şerif okuyor ve dua sırasında Türkiye iken tamamladığım hatmi şerifi de Endülüs Müslümanlarının ruhlarına hediye ediyoruz  Abdulkadir es-Sufi (İan Dallas) Londra‘da kütüphane müdürü iken gördüğü bir rüya üzerine görevinden istifa ederek Magribe gidiyor ve İslam ile müşerref olduktan olduktan sonra İslam‘a hizmete başlıyor. Türk okuyucusu onu "Gariblerin Kitabı" ile tanıdı.Bir dönemde Murabıt adını da aldı. İslam dünyasını gezerken yolu Endülüs‘e uğrar. Burada Elbeyazin tepesinde Endülüslü Müslümaların yaptırdığı cami Hıristiyanlar tarafından yıkılarak yerine kilise yaptırılmış. Bilahare bu kilisenin yanına büyük bir kilise yapılınca yıkılmaya terk edilen kilisenin yerini satın alan Abdulkadir es-Sufi Gırnata‘nın her tarafından görünebilen camiyi inşa ettirmiş. Bizler camide namaz kılarken Elbeyazin‘ı gezmeye gelen Hıristiyanlar caminin penceresinden bizleri seyrediyorlardı meraklı gözlerle.