Recai Kutan-Kenan Evren görüşmesi: Erbakan eroin kaçakçısıymış!

Abone Ol

1979 Temmuz ayında hızlanan anarşi, 1980 yılında daha da hızını artırmış, hedef olarak ünlü isimleri seçmeye başlamıştı. Günde yaklaşık on kişinin öldürüldüğü ortamda Nisan ayından itibaren gazeteciler, yazarlar, politikacılar, CHP ve MHP'nin il ve ilçe başkanları teker teker öldürülmeye başlanmıştı. 4 Nisan'da Ortadoğu gazetesi yazarı İsmail Gerçeksöz öldürülmüş, ertesi günü Eskişehir'de yapılan bir mitingte beş kişi vurulmuştu.

Her gün yurdun çeşitli bölgelerinden çıkan hadiselerde günde on-onbeş kişi öldürülüyordu artık. Anarşi başını almış yürümüştü. Bekçiler, polisler de hedef altındaydı. 11 Nisan da TRT yapımcılarından yazar Ümit Kaftancıoğlu, Mecidiyeköy'deki evinden çıkarken, anarşistler tarafından vurulmuştu. Anarşi gün geçtikce ünlü isimleri bir bir yok ediyordu. 27 Mayıs'ta MHP yöneticilerinden Gün Sazak, evinin önünde yaylım ateşine tutulmuştu. Ülkücüler yurdun dört bir yanında bu olayı protesto için yürüyüşler yapıyorlardı. 30 Mayıs'ta bu eylemler sürmüş, Çorum'da Abdurrahman Koçak ile Muzaffer Yeşilyurt isimli iki polis memuru öldürülmüştü.

Olaylar daha da gelişmiş yaklaşık 60 kişi hayatını kaybetmişti. 17 Haziran'da CHP Nevşehir İl Başkanı Zeki Çetiner, 22 Haziran'da İstanbul Belediye Başkan yardımcısı Bülent Demir, 24 Haziran'da MHP Gaziosmanpaşa ilçe başkanı Ali Rıza Altınoluk evinde eşi ve kızı ile birlikte vurulmuştu.

Sağ ve sol militanlar yıllardır birbirlerine bilenmişler, birbirlerini yok etmeye çalışıyorlardı. MSP ve bu partiye gönül vermiş gençlik anarşiye karışmıyordu. Fakat anarşiye karışmayan bu kitleyi anarşiye bulaştırmak isteyen güçler vardı. Zaman zaman anarşiden nasibini alıyordu bu kesim. MSP Konya İl Başkanı Ali Güneri'nin arabasını havaya uçurmuşlar, MSP binasına saldırmışlardı. AP hükümeti bu hadiseler karşısında çaresizdi, etkin bir önlem alamıyordu. Hükümeti en çok MSP sıkıştırıyor, “Beş ayda ülkeyi düzeltirim,” diye yola çıkan hükümetin, niçin hâlâ hiçbir şeyi düzeltemediğini sık sık soruyordu. Hiçbir şey düzelmiyor, aksine her şey daha da kötüleşiyordu.

Erbakan hükümeti kastederek, kadayıfın üstü kızardı diyordu. Anarşiden ve partilerin anlamsız çekişmelerinden bıkan halkın ekseriyeti bir arayış içine girmişti. Ülkenin dört bir yanında AP ve CHP'li pek çok vatandaş, bu konuda en temiz gördükleri MSP'ye ilhak ediyor, “Kadayıfın altı yandı, millet dumandan boğuluyor,” diyordu.

AP azınlık hükümeti 7 aydır iş başında olduğu halde ülkeyi günden güne uçuruma sürüklemişti. Hükümeti kerhen destek veren MSP ve liderinin gerçek bir muhalefet örneği sergileyerek, hükümeti sıkıştırması ilgiyle izleniyordu. CHP artık MSP ile uğraşmıyor, daha çok AP ve MHP'yi eleştiriyordu. Türk milletinin gözü MSP'nin üstündeydi. Erbakan sık sık televizyonda basın toplantısı yapıyordu. Yanında Şevket Kazan, Hasan Aksay, Korkut Özal, Süleyman Arif Emre gibi yöneticiler vardı.

CHP hükümeti düşürebilmek için gensoru vermiş, CHP'nin gensoru önergesi 407 oyla kabul edilmişti. İşin garibi AP'li parlamentonun çoğu gensoru lehinde oy kullanmıştı. Sadece 6 aleyhte oy çıkmıştı. Bu AP'nin bir an önce hükümetten uzaklaşmak istediği şeklinde yorumlanıyordu.

Oylama gününde Ecevit ile Erbakan görüşmüşlerdi. Bu ise sağ basını telâşlandırıyordu. Sanki AP'li milletvekillerin çoğu gensoruya oy vermemiş gibi hükümet düşerse bunun sorumlusu MSP'dir diyorlardı. “Gene komünist CHP ile birlikte hareket ederek milliyetçi bir hükümeti düşürecek MSP” diyorlardı. MSP, AP'ye 16 talep sunmuştu. Eğer bu talepler kabul edilmezse hükümeti düşüreceklerini belirtiyordu. AP, MSP'nin taleplerini kabul etmiyor, 7 aydan beri yapılan icraatın AP felsefesine uygun bir icraat olduğunu ifade ediyordu. Ecevit ile Erbakan'ın görüşmelerinde, Ecevit bir an önce hükümeti düşürmekten yanaydı. “Önce hükümeti düşürelim, sonra hükümeti kurma teşebbüsüne geçelim” diyordu.

MSP ise bu düşünceye karşı çıkıyordu. Önce hükümet kurulsun, sonra AP azınlık hükümeti yıkılsın görüşündeydi. Erbakan. CHP'den, MSP'nin kuracağı hükümete destek olmasını istiyordu. CHP önceden denenmişti, bu sefer CHP MSP'yi desteklesin diyordu. CHP de bunu kabul etmiyordu. Erbakan ve Ecevit bu konuda anlaşamamıştı.

Bu anlaşmazlık ortaya çıkınca, MSP, CHP'nin yanında yer almıyor ve gensoru oylamasında AP, MSP'nin oylarıyla hükümette kalıyordu. Ecevit verdiği demeçlerde MSP'ye çatıyor, “Erbakan başbakan olacağım diye tutturdu. 200 milletvekili sahibi bir parti varken, 22 milletvekili olan bir parti lideri mi başbakan olacak?..” diyordu.

Ecevit'e cevap Süleyman Arif Emre'den gelmişti.

“Nihat Erim başbakanlığında kurulan hükümette CGP 9 milletvekiline sahip değil miydi?.. 9 milletvekiliyle iktidara getirilen CGP yadırganmıyor da, 22 milletvekiliyle MSP mi yadırganıyor?..”

Siyasi olaylar bu minval üzerine gelişirken anarşi başını almış gidiyordu. Temmuz'un ilk gününde CHP Mersin İl Başkanı Sabahattin Arıkan, 13 Temmuz'da Sosyalist Devrim Partisi kurucularından Ejder İmer, 14 Temmuz'da Şirvan AP ilçe başkanı Selahattin Gürdoğan öldürülmüştü.

Nihat Erim’in öldürülüşü

15 Temmuz'da ise MHP'li Gün Sazak'a misilleme olarak CHP İstanbul Milletvekili Abdurrahman Köksaloğlu hedef alınmıştı. İş daha da çığırından çıkıyor ve 19 Temmuz'da 12 Mart 1971 darbesinin başbakanı Nihat Erim İstanbul Dragos'da 3 anarşistin açtığı yaylım ateşler sonucunda koruma polisleriyle birlikte öldürülüyordu. Televizyonda politikacılar beyanat üstüne beyanat veriyor, bu hadise karşısında duydukları üzüntüyü dile getiriyorlardı. Anarşi korkusu halkın yüreğine iyice sinmişti artık. Kimse sokağa çıkmaya cesaret edemiyordu.

Nihat Erim'in ölümü unutulmadan 22 Temmuz'da bu sefer DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler, Merter'deki evinin önünde öldürülmüştü. Karısı ve kızı bu olay sırasında bayılmışlardı. Aynı gün Demokrat gazetesi muhabiri Recai Ünal tuvalette elektrik kablosuyla boğularak öldürülmüştü. Türkiye içler acısı bir haldeydi. Ülkenin gidişatı hakkında kimsenin bir güvencesi yoktu. Halkın morali bozuktu.

Anarşi alabildiğine hızlanmıştı. İstanbul'da polis Hüseyin Günel, Adana'da polis Adem Güldağ öldürülmüşlerdi. Ertesi günü İstanbul'da Dr. Yüzbaşı Çetin Özalp, 20 Ağustos'da Köy YSE-İş başkanı Sadık Özkan teröristler tarafından vurulan isimlerdi. Bu arada Ankara'da İsrail uyruklu Ziad Biçeidi adlı bir Yahudi, Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ)'nün temsilcisi Ebu Firas'a başarısız bir suikast teşebbüsünde bulunmuştu.

Bu olay üzerine MSP genel başkan yardımcılarından Recai Kutan, “Türkiye'de terörün İsrail tarafından plânlandığını” açıklayan bir beyanat veriyor ve Türkiye'nin İsrail ile ilişkilerini hemen kesmesinin gerekli olduğunu söylüyordu. Hükümet başarısız bir yönetim sergilemeye devam ediyordu. Hükümet IMF'ye teslim olmuş, korkunç nispetlerde para değerini düşürerek, faizleri artırarak, zamlar yaparak milyonlarca insanı ezmişti. Üç ay sonra ızdıraplar, feryatlar ortalığı kaplamıştı.

Altı ay sonra her şey daha da kötüleşmiş, felâketler artmış, günde 30 kişi kurşunlanır olmuş, yara büyümüş ve kadayıfın altı kızarmıştı. MSP hükümete bir ikaz mektubu vermişti ancak AP yönetimi tahribatını daha da hızlandırarak bildiğini okuyordu.

Bunun üzerine Erbakan 24 Haziran da, hükümeti destekleme mecburiyetini üzerinden kaldırdıklarını söylemiş, bu hükümetin yerine bir Milli Çözüm Hükümeti kurulması gerektiğini söylemişti. Bu hükümetin kurulması için 8 hafta süre tanıdıklarını ilân ediyordu MSP. 19 Ağustos'a kadar böyle bir hükümet kurulmazsa erken seçim talep edeceklerdi. Daha önce TV'den de verilen naklen yayında bazı AP'liler, erken seçim lâfı etmişler, bunun üzerine Erbakan, “Biz erken seçimin lâfını değil, kendisini yaparız. O zaman kaçmayın, o zaman kaçmayın,” demişti. 19 Ağustos'ta mecliste konuşalım diyorlardı.

Demirel daha önce, “Millete gidelim, millete gidelim...” diyerek seçimden ve meclisten asla kaçmayacaklarını belirttiği halde, 19 Ağustos'ta AP ve MHP parlamenterleri meclise gelmemişlerdi.

Recai Kutan-Kenan Evren görüşmesi

O günlerde Genelkurmay’dan bir Albay Milli Selamet Partisi Genel Merkezi’ni aradı. Bir parti yetkilisini davet ediyorlardı. “Ülkenin vaziyet ve istikametine ilişkin müsait bir zamanınızda Genelkurmay Başkanımız sizin bir yetkiliniz ile görüşmek istiyor. O zamanı bildirirseniz biz ona göre ayarlayacağız.”

Görüşmeye Milli Selamet Partisi Genel Başkan Yardımcısı Recai Kutan’ın gitmesi kararlaştırıldı. Recai Kutan gittiğinde Genelkurmay Başkanı Kenan Evren, ülke sorunlarından bahsetti, bazı şikâyetlerini gündeme getirdi. Bunlardan bir tanesi, o sırada bir yasa çıkarılması meselesiydi. Kenan Evren yasanın çıkarılmasını özellikle istiyordu.

“Bu yasa içerisinde tamamen insan haklarına aykırı hükümler var” dedi Racai Kutan.. “Meselâ hiç bir karar alınmadan eve ani baskın yapmak bunlardan biri. Bir baskın yapılacaksa mutlaka birileriyle beraber olmalı.

“Sıkıyönetim var” dedi Kenan Evren. ”Bu uygulamalar olmalı. Meclis’te bu kanunu destekleyin.”

“Mecliste bu kanunu destekleyemeyiz, tamamen antidemokratik insan haklarına aykırı. Zaten Meclis’te sayımız belli.”

Kenan Evren, görüşme de laik duyarlılığı gündeme getirdi, irticai gelişmelerden söz etti. Daha sonra açıkça Milli selamet Partisi'ne ilişkin endişelerini anlattı.

“Sonra sizin Erbakan neden öyle uçuk şeyler söylüyor, 100 bin tank yapacağız filan diyor. 100 bin tank yapmak olur mu, bu hiç mümkün mü?”

“Efendim, bu tamamen basının yanlış yönlendirmesiyle ortaya çıkan bir söz” dedi Recai Kutan. “Erbakan Hoca 100 bin tank yapacağız demedi, ‘Biz 100 bin motor yapacağız, uçağımızı yapacağız, tankımızı yapacağız’ dedi. Ancak yazarken gazeteciler o tankı da getirdiler 100 bin parantezin içine koydular.”

“E peki, 100 bin motor olur mu?”

“Olur” dedi Recai Kutan.

“Nasıl?”

“İstatistiklere bakın geçen sene Türkiye'nin dışarıdan ithal ettiği traktör sayısı 100 binin üzerinde. Eğer Türkiye bunu imal edecekse demek ki sadece traktörler için 100 bin motor yapılması lazım.”

Cumhurbaşkanı bir türlü seçilemiyordu, Recai Kutan bu konunun konuşulacağını düşünmüştü. Fakat Evren bu konu üzerine hiç durmamıştı. Fakat Recai Kutan, doğrudan Kenan Evren’e sordu:

“Niye Cumhurbaşkanını seçmiyoruz paşam” dedi. “Siz adaylığınızı koymayı düşünüyor musunuz?”

“Yok yok katiyen,” dedi Kenan Evren. “Ben hiç öyle şeyler düşünmüyorum.”

(https://www.youtube.com/watch?v=i0CZILb1-Ec)

Erbakan eroin kaçakçısıymış!

Bu dönemde MSP'nin gösterdiği performans, kimi çevreleri ürkütüyordu. Bir çığ gibi büyümeleri, milletin gönlünde yer etmeleri, kimilerinin uykularını kaçırıyordu. MSP'nin iktidara gelmesi korkusu, onların çeşitli entrikalar çevirmesine yetiyordu. Nitekim 27 Ağustos günkü Hürriyet gazetesinde ilginç bir haber vardı Erbakan'la ilgili. Yıllanmış gazeteci, tanınmış solcu olmasına rağmen Demirel’in yakın dostu Cüneyt Arcayürek, AP hükümetinden aldığı raporlarla Erbakan'ı eroin kaçakçısı olmakla itham ediyordu. Oysa aynı iddiayı Günaydın gazetesi iki yıl önce ortaya atmış, fakat Erbakan bir dava açarak kendini temize çıkarmıştı. O davayı kaybeden Günaydın gazetesi, “Erbakan'ın Hayatı” adlı bir yazı dizisi yayınlamak zorunda kalmıştı. Günler süren bu yazı dizisinde Erbakan bol bol övülüyordu. Eroin davası dosyası o zamanki hükümet tarafından kapatılmıştı.

Şimdi aynı asılsız iddiayı Hürriyet gündeme getirmişti. Onlar için davayı kazanmak, kaybetmek önemli değildi, önemli olan çamur atmaktı. Çamur attıktan sonra, davayı kaybetseler de fark etmiyordu. Erbakan Hürriyet'in o yayınından dolayı Ankara Cumhuriyet savcılığına başvurdu. Fakat maksat çamur atmak olduğu için, sadece Hürriyet değil, sağ gazeteler de bu iftira kampanyasına katılıyorlar, büyük manşetlerle bu konuyu gündemde tutmaya çalışıyorlardı. Ancak onların bu ittifakı, halka inandırıcı gelmiyordu artık. Çünkü ne maksatla yaptıklarını çok iyi biliyorlardı. AP ve CHP'nin takip ettiği politikalar bazen MSP'nin takip ettiği çizgiye yaklaşıyordu. AP ve CHP, MSP'yi kimi zaman kendi yanında görmek, göstermek istiyor, kullanmaya çalışıyordu. Fakat MSP taviz vermediği için bazen döneklikle, kaypaklıkla itham ediliyordu. MSP ortaya koyduğu siyasette dümdüz giderken, diğerleri yalpalıyordu.

Kenan Evren’den Erbakan’a: 30 Ağustos’a karşı mı?

30 Ağustos zafer bayramında Genelkurmay Başkanı Kenan Evren, kutlama törenlerine katılamayan Erbakan'a, basında çıkan eroin yaygaralarının da etkisinde kalarak, makamına ve olması gereken tarafsızlığına yakışmayacak bir biçimde soru sordu:

“Erbakan'a soruyorum: 30 Ağustos'a karşı mı, değil mi?..”

Erbakan'ın cevabı ise gecikmedi.

“Biz 30 Ağustos'un ne yanındayız, ne de karşısındayız. Tam içindeyiz.”

O günlerde gazetelerde MSP'nin Konya'da Kudüs'ü Kurtarma Mitingi tertip edileceği yazılıydı. 6 Eylül'de yapılacaktı miting.

Hayrettin Erkmen’in düşürülüşü

AP hükümeti Dışişleri Bakanı Hayrettin Erkmen, tamamen İsrail'i tutan bir politika güdüyordu. İslâm ülkelerine sırtını dönüyor ve Kudüs'ü başkent ilân eden İsrail ile sıkı ilişkilerde bulunuyordu. Bakanın bu tutumu yüzünden MSP bu bakan hakkında bir gensoru vermişti. CHP bütün milletvekilleriyle birlikte, bu hükümeti düşürebiliriz ümidiyle MSP'nin gensorusunu destekliyordu. AP ve sağ basın ise büyük bir telâşa kapılmıştı. Bir bakanın düşürülmesi demek, o hükümetten bir kellenin alınması demekti.

Sanki CHP'yi önceden kötülememişler gibi, CHP'nin Atatürkçü olduğundan dem vuruyorlar ve ümmetçi MSP'ye uymaması gerektiğini söylüyorlardı. CHP aklı başında ve AP hükümeti ile uyuşabilen bir partiydi, MSP'nin arkasından gitmemeliydi.

Ama CHP'liler de gensoru lehine oy verince, Hayrettin Erkmen bakanlıktan düşürüldü. Bakanlıktan düşürülen Hayrettin Erkmen bir konuşma yaptı ve yaptığı kötü icraati, “Ben Atatürkçülük yolundan ayrılmadım,” diye savundu. Sağ basın MSP'nin peşinden gitti, kuyruğuna takıldı diye CHP'ye veryansın ediyordu. Bakanı düşürmüştü ama hükümeti düşürmemişti MSP.

Millet tarafından gerçek yüzü görülsün, ne olduğu daha çok anlaşılsın istiyordu. AP ise hükümeti bırakmak için dört gözle bir fırsat arıyordu ama MSP bu fırsatı vermiyordu. AP hükümetini yıprata yıprata ayakta tutuyordu bir bakıma.

Hükümet, MSP projektörü altındaydı.

ifatihceylan@hotmail.com

Gelecek yazı:

Milli Görüş Tarihi-25

Konya Mitingi

İstiklal Marşı’nda oturdular iddiası