BİR ŞİİR ATEŞLE
Yolumuzu yoluna, gönlümüzü gönlüne düşürdüğümüz sıkı adamlarla bereketli put kırma eylemlerinden dönüyoruz. Aklıma Mehmet Akif İnan düşüyor. Hangi inançla, hangi eylemden dönüşte bu mısralar yüreğine düştü diye sormaktan kendimi alamıyorum:
“Atıldık kurşun gibi kentin alanlarına
Birkaç put ve taş gördü birden irkildi beni.”
HAKİKATİ SÖYLE
Mitolojiye göre Kıbrıs’ın efsane kralı Pygmalion, yaptığı fildişinden heykele ilk görüşte âşık olur. Mitoloji bu ya! Aphrodite, bu kralcağızın heykelini diriltir. Michelangelo ise Musa heykelini bitirdikten sonra karşısına geçerek, “Ey Musa! Konuşsana, neden konuşmuyorsun” diye haykırmıştır. Aphrodite ise bu kez yoktur. Yalnızca hakikatler vardır. Hakikatler ve put dolu meydanlardan geçen İbrahimler… Put deyince aklımıza ilkin elbette Hz. İbrahim’in klas duruşu gelir: O ki; “Yavaşça putların yanına vardı. (Oraya konmuş yemekleri görünce): Yemiyor musunuz? Neden konuşmuyorsunuz? dedi.” (Saf Suresi 91. ayet.) Sonrası büyük putun boynundaki balta.
BİR ÇOCUK YETİŞTİR
Bir çocuğa reelpolitik diye bir put olduğunu, Müslümanların o putu her gün koynunda özenle büyüttüğü nasıl anlatılır? Bocalıyorum, dilimin döndüğünce ifade etmeye gayret ediyorum. Putu anlatamıyoruz en azından tevhidi anlatalım! Gün doğumuna birlikte şahitlik edelim. Denizin kıyısında güneşi bir kez daha karşılamanın heyecanı içerisindeyken, güneş doğup bulutların arkasına saklanınca sorular birbiri ardına sıralanıyor:
—Baba gökyüzü mavi olmasa nasıl olurdu?
—Baba dağlara çıkıp oradan izlesek güneşe yakın olur muyuz?
Bir kez daha anlıyorum ki; bir gün doğumuna şahitlik etmemiş nesillere Allah’ı tanıtmaya çalışıyoruz. Sahi çocuklarımız kimin tanrılarına inanıyor, ne kadar haberimiz var o tanrılardan?
TARİHİNE SAHİP ÇIK
Mohaç seferinden dönülürken Macar Krallığı hazinesinden Apollon, Diyana ve Herkül heykelleri getirilir. Sadrazam İbrahim Paşa, bu heykelleri sarayının önüne diktirir. Paşanın sarayı Sultanahmet Meydanı’ndadır. Bu olay üzerine devrin şairlerinden birisi bir beyit yazar. Beyit Hz. İbrahim’in büyük putun boynuna astığı bir balta gibidir: “Dü İbrahim Âmed be-deyr-i cihân / Yekîbüt şiken şüdyekîbütnişân” (Yeryüzüne iki İbrahim geldi; biri put kırdı, biri put dikti). Şimdi soru şu: Bizim kalbimiz hangi İbrahim’den yana?
BİR KİTAP OKU
Sen hâlâ Süleyman Çobanoğlu okumadın mı? O çağlayan şiirleri, o parlayan cümleleri… En mühimi de yeryüzünün en güzel ithafını muhteviyatında barındıran Yobazlığa Övgü kitabını okumadın mı?
Ne güzel ithaftır o: “Bu kitabı yobazlara adıyorum. İbrahim'e. Her şeytani taarruzda, gövdesi okurlara delik deşik edilen o katı kayaya. Eyyub'a. Çatal dilli bir yalanın, pelteleştirmeye, çamurlaştırmaya çalıştığı o dimdik gövdeye. Musa'ya. İstatistikle görülemez, tedris ile bilinemez olana. Yunus'a. Kendi magmasını katı kabukları altında tutup da, altı milyar kelleye gezip dolaşacakları bir yeryüzü bahşedene. Yusuf'a… Jeostrateji yerine su içmeyi, meclis aritmetiği yerine teçhiz ve teklifin inceliklerini bilene. Salih'e. Bizim acemice vuruştuğumuz bu vadiye, ağlayarak oğul gönderene. Yakub'a Dedeme. Ve onun gibilere.”