Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın “Temel Haklar ve Ödevler” bölümünde yer alan 62. madde açıkça şöyle demektedir:
“Devlet, yabancı ülkelerde çalışan Türk vatandaşlarının aile birliğinin, çocuklarının eğitiminin, kültürel ihtiyaçlarının ve sosyal güvenliklerinin sağlanması, anavatanla bağlarının korunması ve yurda dönüşlerinde yardımcı olunması için gereken tedbirleri alır.”
Yine 5256 sayılı Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü Kanunu’nun 3. maddesinin (j) fıkrası devletin görevini şu ifadeyle tanımlar:
“Yurt dışında yaşayan ve/veya çalışan Türk ailelerinin sorunlarını araştırmak ve çözüm önerileri geliştirmek.”
Anayasanın da, kanunun da emri açıktır. Devlete yüklenen görev nettir. Ama sıra gurbetçiye gelince bu metinler sanki hiç yazılmamış gibi davranılmaktadır.
Türkiye’de bazı yaralar yıllar geçse de kapanmıyor. Çünkü her defasında aynı acıyı hatırlatan yeni bir adaletsizlik karşımıza çıkıyor. Bu ülkede terör örgütü PKK, askerimizi, polisimizi, öğretmenimizi, gençlerimizi ve masum çocuklarımızı katletti. Köy meydanlarında topluca infaz edilen insanların çığlıkları hâlâ hafızalarda. Bingöl’de 33 erin hunharca şehit edilmesinin acısı hâlâ yüreklerde. Şehirlerde patlatılan bombalarla parçalanan bedenlerin acısı hâlâ dinmedi. Millet unutmadı; ama siyaset acı olan odur ki iunutur gibi yaptı.
Çünkü aynı devlet, aynı Meclis, “çözüm süreci” maskesi altında dağdaki teröriste masa açtı, komisyon kurdu, zemin hazırladı. Meclis’te “izleme heyeti”, “müzakere kurulu”, “akil insanlar” gibi yapılar kuruldu. Devletin imkânları teröre zemin hazırlamak için seferber edildi. Özetle gerçek şudur: PKK için Meclis’in kapısı ardına kadar açıldı.
Bugün ise tam tersi bir tabloyla karşı karşıyayız: 60 yıldır Türkiye’yi ekonomik olarak ayakta tutan, kriz anlarında nefes borusu olan ve ülkesine sadakatle bağlı kalan gurbetçi için, 23 Ekim 2025 Perşembe günü Saadet Partisi’nin sunduğu ‘Meclis Araştırma Komisyonu’ teklifi AKP ve MHP oylarıyla reddedildi.
Bu yalnızca bir teklifin değil; fedakârlığın, vefanın ve alın terinin reddidir.
Gurbetçi ne istedi?
Makam değil, imtiyaz değil, ayrıcalık değil…
Sadece “Devlet beni görsün, dinlesin ve sorunlarımı anlamak için bir masa kurulsun” dedi.
Yani istediği “dağdan inip siyaset yapmak” değil; anavatanıyla bağını güçlendirecek kurumsal muhataplıktı.
Bugün yaz aylarında Türkiye’ye giriş yapan gurbetçilerin bıraktığı doğrudan döviz miktarı 25 milyar dolar civarındadır.
Sadece Almanya’daki Türk girişimcilerin yıllık şirket cirosu 50 milyar euroyu aşmıştır.
Bu rakam yalnızca ekonomik bir değer değil; milletin devletine uzattığı omuzdur.
Daha acı olan şu ki: Meclis kürsülerinde gurbetçinin adı “seçmen” olarak var, fakat hak söz konusu olduğunda yoktur. Sorunları konuşulurken kulak tıkanıyor, sıra sandığa gelince ağzı ballanıyor.
Merhum Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel yıllar önce hakikati tek cümleyle özetledi:
“Türkiye gurbetçinin parasıyla yapıldı.”
Bu bir hatıra değil, tarihî bir bilanço özetidir.
Anadolu’dan bir bavulla çıkıp tren garında annesinin gözyaşıyla uğurlanan kuşak…
Soğuk fabrikalarda tuzla karışmış terini biriktiren işçi…
Üç kişi bir odada yaşarken memleketteki kardeşine tek kuruş eksik göndermemek için kendi ekmeğinden kısan baba…
Bayramda annesine sarılmayı videolu aramadan ibaret yaşamak zorunda kalan evlat…
Mezarı memlekette olan, ama torununun ilk adımını Avrupa’da görmek zorunda kalan dede…
Bunlar artık hikâye değil; bu milletin hafızasıdır.
Onlar sırtına çanta takıp “şansını denemeye” gitmedi; devletin açığını kapatmaya gitti.
Kimse onlara kırmızı halı sermedi.
Hiçbir konsolosluk onlar için özel masa kurmadı.
Bu ülkenin görünmez kahramanlarıydılar; bugün ise adı var, hakkı yok!
Bugün Avrupa ülkeleri diasporasını korumak için bakanlık üstüne bakanlık kuruyor.
Fransa, İtalya, Tunus bile yurtdışındaki vatandaşına doğrudan temsil hakkı veriyor.
Bizdeki yaklaşım ise hâlâ şu:
“Sen oy ver, döviz gönder, sonra sus.”
Eğer mesele adalet olsaydı, bu komisyon kurulurdu.
Eğer mesele vefa olsaydı, gurbetçinin emeği tanınırdı.
Ama mesele başka:
Teröriste masa, gurbetçiye kapı.
Bugün Meclis’te reddedilen şey yalnızca bir önerge değildir;
reddedilen gurbetçinin emeği, alın teri, sadakati, hatırası ve onurudur.
Reddedilen bir “talep” değil; bir neslin “fedakârlığıdır.”
Şimdi soruyorum:
Bir örgüt elebaşının mektubunu TRT’de okutabilenler,
Habur kapısında çadır mahkemesi kuranlar,
Kandil’e gönderdiği arabulucuya devlet pasaportu verenler,
neden gurbetçiye sıra gelince bir anda susuyor?
Bu ülkede teröre masa kuruluyor da
neden alın terine bir sandalye fazla görülüyor?
Cevabı vicdanı olan herkesi sarsacaktır.
Gurbetçi bugün yalnız kırgın değil;
kendini dışlanmış hissediyor.
“Anavatan” dediği kapı, onu sadece seçimden seçime tanıyor.
Mecliste ismi alkışta var, temsilde yok.
Teşekkürde var, hukukta yok.
Ve bu tablo, yıllardır konuşmaktan kaçınılan en büyük adalet sorunudur.
Son söz şudur:
Devlet evladının vefasını görmezse,
bir gün o evlat da devletin çağrısını duymaz.
Biz gurbetçiler bu ülkeyi sırtımızda taşıdık;
onlar ise bizim ismimizi tutanaklardan sildi.
Bugün yaşanan ihmal değil; inkârdır.
Ve millet unutmaz.
Çünkü tarih şunu yazdı:
Komisyon PKK’ya VAR, Gurbetçiye YOK.