Kur’ân-ı Azimüşşân’da müşrikleri târif için, “İnneme’l müşrikûne necesün” tâbiri geçer. Yani müşrikler bir “pislik” olarak târif edilir. Tevbe sûresinin 28. Âyetinin o kısmına meâlen bakalım. Rabbimiz (cc) şöyle ferman buyuruyor: “Ey iman edenler! Müşrikler ancak bir pisliktir. Onun için bu yıllarından sonra Mescid-i Haram’a yaklaşmasınlar.” İşte bu İlâhî emirden dolayıdır ki gayr-ı Müslimlerin Harem bölgesine, yani Mekke ve Medine’ye girmeleri yasaktır.
Müşrikler, maddeten olduğu gibi, mânen de necistir. Allahu Azimüşşân’ın esmâ, ef’al, sıfat ve şuûnatına şirk koşmak sûretiyle fıtratlarını pislemişlerdir. İşte o bozuk fıtratlarıyla kafalarını devamlı “pis işlere” çalıştırmış; yarasanın güneşten rahatsız olması gibi, içleri dışları tertemiz olan Müslümanlardan rahatsızlık duymuş; “ayının on türküsü varmış. Onu da armut üzereymiş” misali, ruhları taaffün etmiş, kokuşmuş o pislikler, devamlı Müslümanlar aleyhine planlar yapıp bu planları uygulamaya koymuşlardır. Haçlı seferlerine kadar uzanacak olsak söz uzar, haftalarca sütunlarımızı bu konuya ayırmamız icap eder. Ancak o pisliklerin pis işlerini hatırlamazsak, yeni neslin o pisliklerin pis tuzaklarına düşme ihtimali var. Bu bakımdan zaman zaman o necis tâifenin pis oyunlarına temas edeceğiz.
Geliniz bu konuya, “baş pisliklerden” İngiliz Müstemlekat Nazırı, yani “Sömürgeler Bakanı” Gladstone’den (Gıladiston) başlayalım. Bu sîma, işgal ettikleri yerlerdeki Müslümanların esâreti kabullenmemelerinin ve devamlı ayaklanmalarının sebeplerini bizzat yerinde araştırmış, gezisinin ardından İngiltere Avam Kamarası’nda senatörlere hitaben yaptığı konuşmasında Kur’an-ı Kerim’i eline alarak şöyle demiştir:
“Bu Kur’an İslâmların elinde bulundukça biz onlara hâkim olamayız. Ne yapıp yapmalıyız, bu Kur’an’ı onların elinden kaldırmalıyız, yahut Müslümanları Kur’an’dan soğutmalıyız.”
Gladiston ayrıca, ne yapıp edip, Müslümanların birliğini sağlayan ve dünyanın her yerindeki Müslümanlar için muazzam bir ümid ve moral kaynağı olan Hilâfet Müessesesini de ortadan kaldırmak gerektiğini belirtmişti. İngiltere o tarihten itibaren planını buna göre yaptı. Yanına bir diğer “insî şeytan tâifesi” olan Yahudileri aldı. Bu iki necaset tâifesi el ele verdi ve hilâfeti ortadan kaldırmak için 31 Mart provokasyonunu tertipledi. Neticede hilâfet müessesesini ortadan kaldıramasalar da, Müslümanların güçlü lideri Sultan Abdülhamid’i tahttan indirdiler. Böylelikle “temel taşı” yerinden oynatmışlardı, gerisi gelecekti.
Birinci Dünya Savaşı esnasında İngiltere’nin yaptığı “pislikler” saymakla bitmez. Çanakkale’de 250 bin yiğit şehit edildi. Birinci Dünya Savaşı’nda esir düşen Mehmetçikler, İngiliz esir kamplarında dehşetli işkencelere maruz kaldı. Gözü kör eden havuzlarda yıkanmak zorunda bırakıldılar. Daha neler, neler… İngilizlerin pis işlerini saymaya kalksak, bu sütun yetmez, ciltlerce kitap yazmak gerekir.
Birinci Dünya Savaşı’nın ardından bu defa işgâl devresi başladı. Sahnede yine İngilizleri görmekteyiz. Savaş gemileriyle İstanbul’a gelmiş, gemilerin toplarını Dolmabahçe sarayına çevirmişlerdir. Cibali Karakolunu basarak askerlerimizi şehit etmişlerdir. Yunan keferesini Anadolu’ya salarak onların eliyle hunharlık tabloları sergiletmişlerdir. Bununla da yetinmemiş, sinsi propaganda ile kurtuluş savaşını engellemeye çalışmışlardır. İşte o yıllarda İstanbul’da bulunan Bediüzzaman, bu necis tâifesinin pis işlerini deşifre etmiş, onların pis oyunlarını bozmuş ve kurtuluş savaşını destekleyen gazetelerde yazdığı makalelerde; “Tükürün İngiliz lâinin hayasız yüzüne!” demiş ve cihadın farz-ı ayn hale geldiğini, Kurtuluş Savaşı’nı desteklemek gerektiğini belirtmiş ve böylece pis bir oyunun akim kalması için çalışmıştır.