Pax Americana bittiyse ne başlıyor?

Abone Ol

Geçtiğimiz hafta Alman Şansölyesi Merz, “Pax Americana” döneminin artık sona erdiğini “Avrupa ve Almanya için onlarca yıldır geçerli olan düzen büyük ölçüde bitmiştir. ABD'nin güvenlik garantilerine dayanan o konforlu dönem artık kapanıyor” sözleriyle ifade etti. Bunun geçici bir sapma olmadığını belirten Merz, “Trump bir gecede iktidar olmadı” diye de ekledi. Aynı zamanda temel hedeflerinden birisinin de NATO ittifakını mümkün olduğunca korumak olduğunu söyledi ancak bunun ABD’ye koşulsuz güven anlamına gelmediğini vurguladı.

Latince “Amerikan Barışı” anlamına gelen “Pax Americana” İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra kurulan statükoyu ifade etmek için kullanılıyordu. ABD’nin NATO'daki en güçlü ülke olarak Avrupalı müttefiklerinin güvenliğinden sorumlu olma taahhüdünü ve Transatlantik dünya düzenini anlatıyordu.

Rusya-Ukrayna Savaşı’nda ABD’nin gerek ekonomik gerekse askeri desteğinin altında yatan da işte bu gerekçeydi. Pax Americana çerçevesinde NATO müttefiklerinin güvenliğini sağlama görevi en başta ABD’ye verilmişti.

Trump neden itiraz ediyor?

Ancak “Tüccar Trump” ile birlikte Rusya-Ukrayna Savaşı’nın ABD’ye olan maliyeti sorun olmaya başladı. Trump’a göre ABD’nin Rusya karşısında Ukrayna ve Avrupa’ya verdiği destek artık sürdürülebilir boyutları aşmıştı. Üstelik konjonktür de eskisi gibi değildi.

İkinci Dünya Savaşı’nın ardından kurulan düzende ABD’nin en büyük rakibi Rusya olmuştu. Bu ikili birtakım krizler dışında birebir çatışmaya girmese de etki ve vekalet savaşlarını hep sürdürdüler. Ancak bugün gelinen noktada ABD, Doğu’da yükselen Çin tehlikesini nihayet kabul etmiş olacak ki Rusya’yı birincil tehdit olarak görmekten vazgeçti ve bu sorunun artık yalnızca kendisinin değil; Avrupa’nın da sorunu olduğunu söylemeye başladı.

Trump dönemiyle birlikte ABD-Rusya ilişkileri öyle değişti ki -iki taraf arasındaki keskin sorunlara rağmen- belli alanlarda bir ittifaktan bahsetmek bile mümkün görünüyor. Elbette bu görece ittifakın temel nedeni her iki tarafın da uzun zamandır kaybettiği gücü toparlama çabası olduğu söylenebilir. Rusya’nın önündeki Ukrayna-Avrupa engeli ve ABD’nin Çin karşısındaki güç kaybı iki tarafı da alternatif arayışına yöneltmiş ve birbirlerine yaklaştırmış durumda.

“Çin karşısında kan kaybetmeye devam mı edeceğiz; yoksa yüklerimizden kurtularak mı güçleneceğiz?” Trump ve ekibinin bu soruya Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski’ye gönderilen sinyaller üzerinden bakarsak çok net. Amerikalılar, Çin ile olan mücadelelerini Avrupa’dan kurtularak sürdürmek istiyor. Zira bu yaşlı kıta gerek ekonomik gerekse askeri anlamda oldukça zayıfladı.

NATO’suz bir Avrupa savunmasından bahsetmek ne kadar mümkün?

Avrupa, buna bir tür alternatif olması için Security Action for Europe - Avrupa Güvenlik Eylem Planı (SAFE)’nı kurdu. SAFE’in ne kadar sorunlara çözüm üretebileceği ise halen belirsizliğini koruyor.

Öte yandan ABD, NATO’yu askeri anlamda yalnızca bir ön alma mekanizması olarak kullanıyor. ABD için NATO daha çok siyasi bir araç konumunda. Alman Şansölyesi Merz de bu ihtiyacın farkında olacak ki konuşması sırasında NATO ittifakını -aslında siyasi amaçla- mümkün olduğunca korumak istediğini öne çıkardı.

Yani Merz’in sözleri kesin bir kopmayı değil; keskin bir değişimi işaret ediyor. Yaklaşan değişim, bir tür kendi göbek bağını kendilerinin kesmesi girişimi olacaktır. Bütün bu olan biteni Avrupa’nın kontrolsüz biçimde değiştiğini ve bir yok oluş riskiyle karşı karşıya olduğunu raporlayan ABD Ulusal Güvenlik Stratejisi (NSS) belgelerinin de eklendiğini düşündüğümüzde, Trump yönetiminin bu yaklaşımını anlamlandırmak kolaylaşıyor.

Bu durum tespitine karşın Avrupa’nın kendi hamlelerini yapmadan durması doğal olarak beklenemezdi. Zaten Merz’in yaptığı bu konuşma bir öğrenme veya anlama konuşması değil; kabullenme konuşmasıydı. Yani bir süredir Avrupa yeni konjonktüre ayak uydurmak için çalışmaya başlamıştı. ABD’nin kendilerini Rusya’nın önüne atmak istediğini anlayan Avrupalılar, kendi yollarını çizmek için Ruslarla pazarlığa açık olduklarını da dile getirmeye başladılar.

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Avrupa Birliği Liderler Zirvesi’nde Trump’ı kastederek “Her halükârda Putin ile görüşen bazı insanlar olduğunu görüyorum. Bu nedenle, Avrupalılar ve Ukraynalılar olarak bu görüşmeyi uygun şekilde yeniden başlatacak çerçeveyi bulmak yararımıza” dedi.

İtalya Başbakanı Meloni de, “Biz kimsenin uşağı değiliz; özgürlüğün bir bedeli var. 80 yıldır güvenliğimizi ABD’ye havale ettik, karşılıksız sandık, öyle değildi. Bedeli, şartlanmak oldu. Özgürlük pahalı olabilir ama ABD'nin kuklası olmaktan iyidir” diyerek Merz ve Macron’dan sonra bu kervana katılan diğer bir lider oldu. AB’nin lokomotifleri olan Almanya, Fransa ve İtalya’dan yükselen bu sesler aslında Trump’ın mesajının alındığına dair net işaretlerdir.

Bu açıklamaların bir anlamda muhatabı olan Putin de katıldığı medya toplantısında kendisine yöneltilen soruya, “Bizim size saygı göstermeye çalıştığımız gibi siz de bize ve çıkarlarımıza saygılı davranırsanız hiçbir operasyon olmayacak” şeklinde cevap verdi. Ancak Putin, "NATO'nun doğuya doğru genişlemesi meselesinde bizi artık kandıramazsınız" diye de ekledi. Putin, daha önce de Rusya’nın savaş planlamadığını ama Avrupa isterse buna hazır olduklarını dile getirmişti.

Şimdi ABD, Rusya, Ukrayna ve Avrupa ülkeleri arasındaki bütün bu tartışmaları, bilek güreşlerini, çatışmaları, söz düellolarını bir kenara bırakın ve hep beraber aşağıdaki şu sorunun cevaplarını arayalım; ABD ve Rusya arasında bir denge kurarak yol almaya çalışan Türkiye, Trump ve Putin Orta Doğu, Afrika hatta Avrupa dahil birçok başlıkta anlaşırsa ne yapacak? Bu anlaşmadan nasıl etkilenecek? Kanaatimce Türkiye’nin asıl odaklanması gereken soru budur.