Partileri paket icraatları maket

Abone Ol

Medeniyet’in beşiği şehri köy sanıyor et kafalar..

“Efendimize, iyi ki doğdun derken, o duyguları yaşayalım; zihnimizde, gönlümüzde canlandıralım istedik.”

AKP’nin Üsküdar Belediye Başkanı bunları diyerek başlamış savunmasına. Üsküdar meydanına kurduğu “Asr-ı Saadet Köyü” dolayısıyla eleştirilince...

AKP’li Belediye Başkanı’nın kurduğu o köyde Kâbe’nin, Hira Dağı’nın, Sevr Mağarası’nın, Zemzem Kuyusu’nun maketleri ve bir de fil heykeli varmış.

Mekke Asr-ı Saadeti, bir köy mü idi

Neresinden başlayacaksın bunların. İler, tutar bir yerleri mi var

Kutlu Doğum Haftası’ndan anladığına bir bakın. “İyi ki doğdun” diyecekmiş. Pastalı doğum günü kutlamacısı... O duyguları yaşıyormuş böylece...

Zihnimizde, gönlümüzde canlandırmak... Peki, bu meydandaki maketler ne Senin o maketlerini görmeden terk-i diyar etmiş insanlar eksik mi gitmişler

“Bir de fil heykeli...”

Neyi anlatmak istiyor Üsküdar’ın AKP’li Belediye Başkanı Biz de heykel yaparız, meydanlara koyarız mı, demek istiyor Deve mübarek hayvandır, hem de hörgücü vardır, onu yapmak zor geldi, yerine fil koyduk oldu, mu diyor

İnsanların sadece evlerinde değil, ellerinde de dünyanın her yerinden naklen yayın yapan teknolojik aletleri varsa, Üsküdar Meydanı’ndaki maketler mi tercih edilir, hayal etmek için...

İnsan biraz akıllı olmalı, AKP’li belediye başkanı olsa dahi...

“7’den 70’e kutsal topraklara gidemeyen kardeşlerimizin, en azından bu şekilde o duyguları yaşamalarını arzu ettik.”

Yaşamanın maketle olacağını nerden öğrendin Partinizin programında mı vardı

Alemi kör, herkesi sersem sanmak değilse bu, nedir

7’den 70’e gidemeyenler, ta Ağrı yollarından, Antep yollarından, Muğla yollarından, Konya yollarından, Sivas’ın yollarından Üsküdar’a mı gelecekler Yoksa Üsküdarlı kardeşlerinize mi hastır bu hizmetiniz Ya da yarışa girsinler mi isteniyor AKP’li belediyeler “maket”le tatmin hususunda.

O duygular, o duygular deyip duran AKP’li Üsküdar Belediye Başkanına sormak gerek: O duygulardan kastın ne Kaç partilinin o duyguları (rant duyguları) huzurlandı bu icraatınız neticesinde

Üsküdar Meydanı’nın dört bir yanı camii... Meydanı maketlerle dolduran belediye başkanı o şehri o halleriyle bırakan insanları, maket yapmamakla suçlamadan önce, camilerde hissetmeye çalışmalıdır, “O duyguları...”

Üsküdarlılar da, bu belediye başkanlarını  görevden alamayan AKP’ye oy vermeyerek göstermeliler, “O duyguları”nın istismarına müsaade etmeyeceklerini, ranta tahvilden haberli olduklarını...

URFA’DA OXFORD OLSAYDI, SEN YİNE NE OLMAN İSTENİYORSA, ONU OLACAKTIN

Emekli olduktan sonra ülkemize gelip, bu ülkenin çocuğu olmamızı okşayan cümleleriyle medyada yer almaya başladığı günlerde hatırladım; onunla 70’li yılların başında bir aralık akşamında MTTB Genel Merkezi’nde karşılaştığımızı.

Ay olarak Aralık demem, Mevlana’yı anma, anlatma programlarının o ayda yapılmasının gelenek olmasındandır.

MTTB binasının altı sütunlu yüzüne sallandırmıştık, cübbesinin içinde oturur görüntülü o ünlü Mevlana resmini. Her yıl aynı resim asılıyor olmalıydıki, gün adı ve tarihi, yapıştırılmış karton üzerine yazılıyordu.

Sekreter odasında o akşam rahmetli İsrafil Şimşek mi vardı, yoksa Yusuf Akkaya mı Hatırlayamıyorum. Odaya girdiğimde karşılarında oturan iki kişi ile konuşuyordu. Yanlarına oturdum. Daha önce ne konuşmuşlardı, bilmiyorum. Ben dahil oludğumda konu Mevlana idi.

O iki kişiden çok konuşanı sustuğunda, Mevlana gecesine davet edildiler nazik ve çok lütfenci bir üslupla, bugün adlarını yazdığım o iki ağabeyden biri tarafından.

-Resmi neden astınız Mevlana resimsiz olmaz mı

İtirazını böyle seslendirmişti o gün, benim yıllar sonra evet oydu dediğim Oktay Sinanoğlu.

Şaşırmıştık. Mevlana’nın klasik ve heryerde herkesce bilinen resimlerinden biri ilana konmadan, Mevlana gecesine dikkat çekilebilinir mi Yoksa resme mi karşıydı itiraz sahibi

Misafirler gittikten sonra kim olduklarını konuştuk. İtirazcının Amerika’da hoca olduğunu öğrendiğimde, neden bizimle ilgilenmediğini, neden bize Amerika’dan ve kendisinden bahsetmemesini anlayamadığımı söylediğimi biliyorum. Cevap belki de onun daha bizi anlamasına çok var, gibi olmalıydıki o karşılaşmamızı unutulacak olaylar dosyasına koymuş olmalıyım hafızamın.

Türkiye’de 1953 yılında bir liseyi birincilikle bitirdikten sonra gittiği Amerika’da bir üniversiteden de birincilikle mezun oluyor 1956 yılında.

Oktay Sinanoğlu’nun hayatındaki bu maddeden ne öğreniyoruz

1953 yılının lise birincilerinden bir tek o, bu ülkeden uzağa giderek, bu ülkenin üniversitelerinde orta zekalıya döndürülmekten, dönüştürülmekten kurtulmuştur. İkincisi, Amerikan üniversitelerinde zeka aşındırma programları ve eylemleri yoktur.

28 yaşında profesör olmak, en genç öğretim üyesi olmak, 50 yıldır çözülemeyen bir problemi çözmek… Türkiye’de kalsaydı çözülen kendisi olmayacak mı idi Çağdaşlık toplantıları, laiklik demeçleri, halkın sorunlarına eğilmekten belini doğrultamama durumları…

Geldik mi şimdi Oktay Sinanoğlu’nun hayatındaki 1962 yılına. Yolu Türkiye’ye düşmüştür. ODTÜ yalnız ona mahsus bir ünvan tahsis etmiştir: Danışman Profesör’lük.

1962 yılı… Bu ülkede henüz idamların acılarının taze olduğu günler.

Ülkesine oralardan bakmışsa, nasıl görmüştür Bırakıp gittiği insanların, kimyası ne haldeydi, dönüp geldiğinde Kimya profesörü, yoksa bizim kimyamıza yabancı mı idi

Başarılar, başarılar… Ödüller ödüller.. Onu anlatırken “ilk ve tek” sıfatları kullanılıyor.

İlk ve tek profesör..

İlk ve tek ödül sahibi...

İlk ve tek özel elçi…

İlk ve tek.. İlk ve tek..

Ben ilk ve tek Türk diye bahsedilmesinin üstünde durmak istiyorum.

Neden sadece O, ilk ve tek Türk olmuştur, ilk ve tek Türk olarak kalmıştır

Diğer Türkler için devletimiz, aman onun gibi olmasınlar tedbirleri mi almıştır İhtilaller bu tedbirler manzumesinden midir

Bu sorunun ikinci halinin muhatabı ise Oktay Sinanoğlu’nun bizzat kendisidir. Yani cevabı ondan isteme hakkımız vardı.

Ona bu durumu şöyle anlatabilirdik: Oktay Sinanoğlu mesela Sivaslı olsaydı, İstanbul’a göç etseydi, en azından ertesi yıl Sivas’ta ne kadar tanıdığı var idiyse, hepsini İstanbul’a davet etmeyecek mi idi Onlara İstanbul’da bir Sivaslı gibi yaşama cesareti vermeyecek mi idi Mesela yani..

Amerika’ya gelemezler, diye mi düşündü Bir ben çıktım ordan, yetmez mi Kızılderililere ve beyazlara az gelen Amerika, iki Türk’e dar gelir endişesi mi taşıyordu

Ülkemize döndüğü günlerde, gazetemizin yazarlarından Mahmut Toptaş Hoca’nın kanaati aynen şöyle idi: Ondan yararlanmanın sonuna gelindiğinden bırakmışlardır.

Alıp götüren de onlardı, değil mi

Amerikan üniversitelerinin onu kürsülerine profesör atamak için yarıştığı günlerde biz çocuktuk. Ağzımızda ıslık, cebimizde çakı ve elimizde çizgi romanlar vardı.

Geleceğin insanları, dünyanın 2100 yıllını yaşıyorken mesela, teknolojik kolaylıklı hayatlarının aksamaması ve daha da gelişmesi için super beyinli çocukların peşinde idiler, ajanları ve onların kullandığı uçan daireler vasıtası ile…

Kendi zamanlarının super beyinli çocukları yetmiyor olmalıydıki, aramalarını zamanlar aşarak bizim yaşadığımız günlerde de sürdürüyorlardı.

Tesbit ettikleri zamandaşımız dünyalı süper beyinli çocukları, aileleriyle birlikte alıp götürüyorlardı yaşadıkları o geleceğe.

Anne – baba neden sevinmesin Problemli ve geçimi dar bir dünya zamanından, teknolojik imkanları sınırsız ve problem nedir bilinmeyen dünya çağına vardıklarından..

Çocuklarını da güle oynaya teslim ediyorlardı: Eti de sizin, kemiği de..

Bir ben mi kaldım, bilmem. Oktay Sinanoğlu ülkemize geldiğinde, çocukluğunda okuduğu bir çizgi romanı hatırlayan bu ülkede…

Hem kafalı bunlar, hem de erkeq’ler

CHP ve 2015 Seçimleri…

Bir roman vatandaşımızı aday göstermişler İzmir’den

Seçim klibine, sayılarının 5 milyon olduğunu söyleyen romanların sözcüleri itiraz ediyorlar.

“Bizi, kartel TV’lerinin yüksek reytingli dizilerinde oynatılan insanlar gibi anlatmış.”

“Kızılelma”lı marşlar besteleyecek “Güzel”leri olmadıklarındandır, demek var burda.

Umarız seçilir, CHP’nin aday gösterdiği o roman vatandışımız İzmir’den ve once Mecliste’ki partidaşlarına anlatır, kendilerinin de , onlar gibi öztürk, hastürk, kahramantürk haklarının olduğunu…

Zira CHP’nin daha çok “ders”lere ihtiyacı var; bu ülke’de demokrasi olacaksa ve yaşayacaksa eğer.

Şükrü Kaya’lı yazımızda adı geçen CHP milletvekili ve kalemşörü Meclis’te tanık olduğu bir olayı (ancak) yazmış; 27 Mayıs’tan bir kaç ay sonra.

Olayın kahramanı Cevdet Kerim’I tanıyorsunuz. Neyzen Tevfik’in “Rızk için Allah Kerim. Fısk için Cevdet Kerim” mısralarıyla ünü tescillenen CHP’li.

O gün yaşananlar, bugünlere kadar hep “ayna” vazifesi görmüştür ama..

Halis Öztürk DP’nin mesubu, anlatıcı ve tanık Y.Z Ortaç CHP’nin mebusu.. Dönem 1950-1954. Kürt Halis Öztürk’ün “Haso, memo geldi işte” demesi, demokrasiyi savunmak , milli iradenin Meclis’e yansımasını savunmak değil midir

Meclis’i Haso’lardan, Memo’lardan korumak isteyen Cevdet  Kerim’in sararması , sallanması ise CHP’nin milletten korkusunun tasdiknamesidir.

Hezimete uğradıkları için ‘Dışarı, dışarı” diye bağıramamak güçsüzlüğündeki o CHP’li , bugün bir romanı aday listesine yazan Kılıçdaroğlu’nu uykusunun içinde rahatsız ediyor mu acaba

1950 yılında yaşanan bir olayı, (ancak) yazmış 27 Mayıs’tan bir ay sonra demiştik.

Sebebi ne ola

CHP (bazı) ihtilallerde “erkek” olur, 27 Mayıs’tan sonra olduğu gibi…

Erkek olamadığı ihtilallerde de Meclis’teki “Erkeq” partiyi kendine eş yapar; 28 Şubat’tan sonra olduğu gibi…

 

 

 

Bir zamanlar köşesi -III

CHP GEÇMİŞTİR İÇİ GEÇMİŞTİR

Gazeteciliğine, emeğine, hafızasına, şahsiyetine saygı duyduğumuz gazetecilerden Yavuz Donat’ın verdiği bir malzemeyi kullanacağız yine. (Sabah Gazetesi - Yavuz Donat - “Yüzde 1” Hikâyesi - 07.04.2015)

Şükrü Kaya’yı anlatmış.

(Şükrü Kaya... 1883-1959... Atatürk dönemi İçişleri bakanlarından... Atatürk ölünce... Şükrü Kaya “Cumhurbaşkanlığı”na adaylığını koymak ister. “Zemin” yoklar... Sonuç alamayacağını anlar... “Vazgeçer.” İsmet İnönü işte o andan itibaren... Şükrü Kaya’ya karşı “mesafeli bir duruş” sergiler. Ve milletvekili aday listesi hazırlanırken... İsmet İnönü, Şükrü Kaya’nın adını çizer.)

Yavuz Donat’ın bu anlattıkları, CHP’nin ülkemize kazandırdığı demokrasi gereğidir. O günler, kimsenin İsmet İnönü’den fazla bilmediği demokratik Milli Şef günleridir.

Biz şimdi bir başka CHP’linin (Y. Z. Ortaç - 1946-1954 arası milletvekili) Şükrü Kaya anısına kulak verelim.

Ada Kaymakamı’nın Ada’daki bir kulübe gelmesini sigaya çekmesi Şükrü Kaya’nın, kendini sorgulatmamayı, sağlama almaktan başka bir şey değildir.

Kaymakam bey mektep arkadaşı olmanın da cesaretiyle şu karşı soruyu sorsaydı ne olacaktı

“Siz, Türkiye’nin Dahiliyesini Ada’daki kulüp mü sanmıştınız ”

Bu anekdotu anlatarak CHP’nin “Halk”ı nerede aradığına dikkat çekmek değil konumuz. Hani Şükrü Kaya Cumhurbaşkanlığı adaylığı için zemin yokluyordu ya... İşte o yoklamalardan birinin, Dolmabahçe Sarayı’nda olanının belgesini sunmak istiyoruz.

Zira onlar hep “tanınan” olmayı hak etmişlerdir.

Doğrusu Ne Bağlılık

Atatürk, Dolmabahçe Saray’ında hasta yatıyor... Onun ölümünü dört gözle bekleyen, Reisicumhur sevdasına kapılan birisi “Şükrü Kaya” yanına diğer vekillerden birkaçını da alarak gider. Atatürk bunların geldiğini görünce “Eşekler siz mi geldiniz” der.

Bunun üzerine devletlu Bakanlarımız, birbirlerinin yüzüne bakarak “ Bizi tanıdı, bizi tanıdı” diye sevinirler.

(Osman Yüksel Serdengeçti’nin Gülünç Hakikatler kitabından...)