Paralellendi de duruldu kurma kolu kırıldı

Abone Ol

Seçimler bitti; kavgası, itirazları, yorumları bitmedi. Cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar bitecek gibi de görünmüyor.

Sonuçlar belli, tartışmalar neden bitmiyor

Herkesin, her aklına ve ağzına geleni, her yerde (her yer ya yandaş medyadır, ya da muhalif kartel medyasıdır) bulunmaz inci taneleri sanarak üfürmesinden, savurmasından ve ben söylersem olur sanmasındandır bu bitmeme durumu.

İki avukat konuşuyordu bir tv programında. Akil insanlara kaydı ve azınlık vakıflarının savunuculuğunu üstlendiğinden tanınırdı biri. Paralel yapı tanımındakilerle mücadelesini “iki lafımdan biri” kategorisine sokan diğeri de ünleniyordu ekranlarda her göründüğünde yavaş yavaş.

Pazartesi günü katıldıkları bir programın son demlerinde demesinler mi, hem de birbirlerini tasdik ede, ede...

“Saadet Partisi’ne (yahut partililere) hakkımı helal etmiyorum. AKP, Üsküdar’da kaybedeyazdı.”

“Ben de hatırlattım, paralelcilerin Erbakan’a neler neler dediğini, seçim gününden önce...”

Kimde, ne kadar haklarının olduğunun hesabını biz yapmayız. Onları Saadet Partililerin arasında, yanında, arkalarında gören mi olmuş Tahsilatlarını iktidardakilerden bir daha yapmalarında mahzur mu var dedik.

Saadet Partililer bu ülkede, iktidarın özel nimetlendirme sınıfına dahil olmadan yaşıyor! AKP’nin zorlaştıran ve yokuşlara süren politikasına Saadet Partisi itirazı, karşı duruşu olmasa, CHP ve yanındakilerle yapılan rant kavgasını siyaset mi sayacaktınız/sayacaksınız

Üsküdar’ı kaybedeyazmışlar...

Ya kaybettikleriniz Kartal’dan Beylikdüzü’ne kadar...

Onlar normal. Çünkü onlar CHP’ye karşı kaybedildi.

Öyle mi

AKP’nin avukat dostlarından anlaşılan o ki, Üsküdar’ı ve Fatih’i Saadet Partisi kazansa imiş, seçimleri ülke çapında kaybettiklerine inanacaklarmış. Hele Anadolu’dan da vefalı iki, üç il çıksaymış, ortada AKP kalmayacakmış.

Varsın yanmasın şimdi, “Oniki senedir onların her dediğini yaptım. Fakat şimdi beni dövüyorlar” diye ağlayan/sızlayan R.T.Erdoğan’ı kurtarma harekatına dahil olup oy veren eski Saadetliler.

O iki avukat, geçmişte, şimdi paralel güç/paralel yapı diye adlandırılanların, Refahyol hükümetine karşı saldırılarından da söz ettiler. Hatta unutmuş olmakla suçladılar o günleri Saadetlilerin.

Hayır!

SP’liler, yaşadıkları her saniyenin farkındadırlar ve kayıtlarındadır uğradıkları her tecavüz.

Efendim, efendim deme ezikliğiyle ve boynu büküklüğüyle en solcu yamakların karşısına oturduklarında,

– Gitsinler, gitsinler!

Diye zıplayanların, bugün nerelere kadar gittiğini bir Saadetliler gördüler ve biliyorlar.

AKP’liler mi O yolcuların, her mola yerinde anlaşmalarını yenilemekle, dayattıkları şartları, itirazsız kabul etmekle meşguldüler.

Yoksa sizin haberiniz olmadı mı bunlardan

Ya da şimdi mazlumculuk, mağdurculuk oynamak çok daha mı verimli

Avukat sizsiniz ve bilmeniz gerekiyordu, bugün karşılarında aslan kesildiğiniz o yapıya, o güce o günlerde de karşı çıkmanız gerektiğini.

Çünkü Refahyol hükümeti sizin de hükümetinizdi ve Necmettin Erbakan sizin de başbakanınızdı... Bugün yazdıklarınızı, dediklerinizi neden o günlerde yazmadınız, demediniz

Ha, bir de şu gerçek var: O günlerde R.T.Erdoğan henüz gömlekli idi ve Refahyol hükümetini oluşturan büyük partinin yönetim kurulunda idi.

Yani şunu mu demek istiyoruz: Liderine ve Başbakanına yapılan din harici, edep harici, saygı harici saldırı sahiplerine, yavaş sesle ve küçük harflerle olsa dahi,

– Siz kim oluyorsunuz diyememişti!

Kayıtlara bakın, efendim!

Oniki senedir her dediklerini yaptım, itirafında,

– Sen konuşma, biz sana bir yol açalım hele... Yağlanmasına uğramak, alkışlanmak, arkası sıvazlanmak övünçleri de okunmaz mı şimdi

Yani,

Yani siz niye gocunuyorsunuz Saadetlilerin AKP’lileşmeden yollarına devam etmelerinden. Oturun gelecek seçimlerde CHP’ne vereceğiniz şehirlerin haritalarını çıkarın.

Saadet Partisi, bu ülkede kimle, nasıl mücadele edilmesi gerektiğini bilen ve bazı insanlara gömlekli hallerindeyken öğreten partidir.

Bunu siz de bilin ey avukatlar!

***

Kılıçdaroğlu’na bir saldırı oldu, Meclis’te grup toplantısına girerken... Detaylar haber ekranlarında ve gazete sayfalarında.

Olayın hemen ardından, kürsüden,

– Sakin olalım, vezninde bir cümleyle konuşmasına başlayan Kılıçdaroğlu’nu kutlayan, kutlayana...

Lider dediğin böyle olmalı, yatıştırmalı ortalığı...

Fakat Kılıçdaroğlu hâlâ “Lider” olduğunun tasdik edilmesini istemekte. Ne demişti konuşmasının devamında:

– Liderimiz İsmet İnönü’ne de taş atmışlardı.

Ne güzel yatıştırma mı bu, yoksa liderlik sıfatı yarıştırma mı

İnönü’ne de taş atmışlardı.

Bir başbakan ve iki bakan astırıldı o uyduruk, basit ve iğrenç mizansen için...

Sen şimdi ne istiyorsun Kılıçdaroğlu, açık söyle. Ne olursa lider olurum, gibi bir hüküm mü saldılar beyninin derinliklerine.

Yardımcısı Gürsel Tekin konuşuyor sonra.

– Elimizdeki belgeleri açıklarız ha.

Ne zaman toplamaya başlamıştınız Kılıçdaroğlu’na bir yumruklu saldırı olursa, belgesiz yakalanmış olmayalım mı demiştiniz ve nerelerden almıştınız

CHP, belgesiz olmaz. Belgesiz konuşmaz.

Neden açıklamıyorsunuz Açıklarız ha, derken, biryerlerden teklif mi bekliyorsunuz.

Birileri tam yakacakken, –Sizin Antalya’da yaptığınız gibi– gidip aldınız mı o belgeleri

Demek ki, belgeler önemlidir ve yakılmamalıdır. Bunu dahi öğrenmek güzeldir. Hani derler ya, bin nasihatten iyidir.

***

Söz Gürsel Tekin’den açılmışken... Birkaç cümlesi daha var gazetelerde ve tam malzemelik ölçülerde.

“Ben CHP kültüründe yetiştim. İsmet Paşa, CHP Genel Başkanlığını kaybetti, gitti Bülent Ecevit’in önünde önünü ilikledi. Ben bu kültürden geliyorum.”

Gürsel Tekin’in yetiştiği kültürü bilmesi iyi. Keşke gerçeğini bilmiş olsa idi.

İnönü, Feyzioğlu-Satır ekiplerini tasfiye ettikten sonra, partisini teslim edeceği Ecevit’in genel kabul görmesi için mağlup olacağı kongreyi tezgaha koydu. Lakin İnönü’nü yenen adam sıfatı yetmeyebilirdi Ecevit’e. Önünden geçtiği bir esnada ayağa kalktı. Artı İnönü’nün saygı gösterdiği adam sıfatı... Yani damadının milletvekili yaptığı Ecevit’i partisine lider yapan İnönü’dür. Başka çaresi mi vardı, vakti mi vardı

Ama sonra ne oldu

Ecevit bıraktı gitti. Hem de ihtilal tüm CHP mallarına el koymuşken. Saygının karşılığı veya iadesi nerde

CHP’yi kurtarmak sonraki yıllarda T.Özal’a düştü. ANAP kazandı denilen seçimlerde Şişli’yi, Beşitaş’ı, Kadıköy’ü, Bakırköy’ü CHP’li başkanlara teslim etti sessiz ve törensiz...

Bir gün insanlar T.Özal’ın bir halk partili olduğunu da konuşurlar bu ülkede. Açıklarız ha, denilen belgeler bir ortaya saçılsın hele...

Söz CHP’ne, Şişli’ye geldi derken, bir haber koyalım buraya Şişli alakalı.

Durun, yanlış anlamayın. 1936 yılının, İsmet İnönü yıllarının bir haberidir bu gazetelere yazılmış. Torun Hayri İnönü geldi, böyle oldu, diye bilmeyin şimdi. Neler olacağını sonra göreceksiniz, öğreneceksiniz.

***

 “12 Eylül’ün gerekçelerinden biri de cumhurbaşkanı seçilememesi idi. Yani cumhurbaşkanlığı seçimi yaklaştığında sayın İnan’ın haberi olmadan birileri onun uygun ve birleştirici olacağı düşüncelerini seslendirmişlerdi. Etnik kökeni, soyu, sopu, tarikat ilişkileri, Avrupa diploması ve Avrupalı eşi, siyasi çizgisi, yaşantısı ve tavrı hiç kimsenin itiraz alanına girmiyordu.

Kamran İnan o günlerde Cumhurbaşkanı seçilse idi, 12 Eylül olabilir mi idi T.Özal’ın dört küsur eğilimi eğip bükebilir mi idi belimizi

Maalesef siyasi bir hata yaptı Kamran İnan. Ya da o hatayı yapmaya zorlandı, onu Çankaya’da görmek isteyenler dillendirmeye başladığında bu dileklerini.

AP kongresinde Demirel’in karşısına aday olarak çıktı, kaybetti ve çekti gitti Avrupa’ya.” (18 Aralık 2011 Değmesin Yağlı Boya sayfası)

12 Eylül öncesi fikirlerinizden birini dillendirdiğimiz bir yazımızdan aldık bu satırları. (Cumhurbaşkanı’nı kim seçsin, tartışmalarını yapıldığı günler.)

1979 yılında bölünmüşlüğün her türünü ve boyutunu yaşıyorken bu ülke (sağcı-solcu/Müslüman-milliyetçi-komünist-sosyalist-halkçı/Doğulu-Batılı/Avrupacı-Asyacı ilh...) yaklaşan Cumhurbaşkanlığı seçimi için adaylar düşünüyordu insanlar.

Yukarıda saydığımız özellikleri konuşulan Kamran İnan’ın, AP kongresinde genel başkan adayı olduğunu duydu insanlar.

Kimi dedi, bir Demirel oyunudur bu, kimi dedi, Demirel de farkında değil rol aldığı senaryonun.

Partisinin bir senatörüne, sayın Cumhurbaşkanım, demek mi zoruna giderdi Demirel’in, yoksa emekli asker olursa rahat ederim, diye mi düşünüyordu

Yıllar sonra Çankaya’da oturan T.Özal’ı kabullenememesi ve ondan sonra oraya ancak talip olması, Kamran İnan’ın AP Genel Başkanlığı adaylığına kışkırtıldığını, yönlendirildiğini gösterir.

Demirel’in Cumhurbaşkanlığının tek kişilik olmaması, yönetimine askeri ortak etmesi bugünkü konumuz değil. Selefinin ailesiyle birlikte hareketi de...

Bunları şimdi neden mi hatırladık Elbette ilgilidir her satırımız yaklaşan Cumhurbaşkanlığı seçimiyle. Ve düşünsün isteriz insanlar, Kamran İnan Cumhurbaşkanı olsaydı ve 12 Eylül olmasaydı... Şimdi nasıl bir Türkiye’de yaşıyor olurduk

On sene sonra nasıl bir Türkiye’de yaşayacağız Bu soruya şimdi biz mi cevap vereceğiz, yoksa birilerinin “Bizim çocuklar” dedikleri mi

O “Bizim çocuklar” bu topraklarda hiç büyümüyorlar, hep çocuk kalıyorlar zira.

Pınarları böyle işte

Bir TV kanalının ayarlanmış bir programında, başörtülü kadınlarımıza hakarete yeltenmiş Pınar Kür adındaki Cumhuriyet yazarı.

Hiçbir sayısını kaçırmadığı ve canlı takipçisi olduğu “playboy” dergisini de anmış kendini reklam ederken.

Soyadındaki ü’yü i’leştirerek cevap yazmak gibi bir hafifliğimiz olamaz. K’yı da atmayız. Annem, teyzem namaz kılan insanlardı demesini de önemseriz. Ve şu soruların cevabını bulmak isteriz.

Ne oldu da, bu ülkenin namaz kılınan evlerinde yetişen kızları, hemcinslerinin örtülerine düşman oldular

Cumhurbaşkanı’nın davetine, eşi başörtülü olduğu için gitmedim diyen bayan Kür’ü, Cumhurbaşkanımız hangi özelliğinden dolayı ve ne için davet etmişti Karşılığında hangi başörtülüleri veya başörtüsüne itiraz etmeyen kimleri çağırmıştı sayın Cumhurbaşkanı’mız Pınar Kür’ü öğrendik, onları da öğrenmek isteriz.

Bir yazarın okunmamasıdır böyle konuşmasına sebep. Bir gün sizi de benzetebilirim, diyor kendi mahallesinin beyazcıklarına;  sahibi olduğu ve üstüne tescil ettirdiği kem sözleriyle.

Sarıları ortaktı halbuki

Galatasaray-Fenerbahçe derbisi de geçti. Ne sonuç, ne de futbolcuların tavırlarıdır üstünde durmak istediğimiz konu.

Yapılan faulleri ve gösterilen kartların renklerini de bir kenara koyun. Haklıydı, haksızdı tartışmaları da bugüne kadar bir olumluluk yaşatmadı. Birbirlerine kırıldıklarıyla kaldı insanlar.

Verilen o örnekti içimizi yakan.

“Real Madrid-Barcelona maçı oldu. Biri galipken, diğeri penaltıları cezalandırıldı. Ama maç bittiğinde, maçın normalliği kimseyi başkalaştırmadı.”

Ne demek istiyorlardı İspanyolların bizden birkaç gömlek fazla (en azından takım taraftarı olmak açısından) olduğunu kabule mi zorlanıyorduk

İspanya’nın Madrid’den başka şehirlerinde de sakin duruyordular o takımların taraftarları. Oralarda, haydi karşı karşıya gelin de sizi tv kanalımıza haber yapalım, diyen televizyoncular, kameramanlar yok mu idi

Yoksa oralarda formalı futbol yazarları sadece oynanan maçı yorumlamakla mı görevliydiler Geçen sene, önceki sene, daha önceki sene şunlar, şunları yapmışlardı; unutmadık! diyerek sürekli hesaplaşma istemeyi bilmiyorlar mı idiler

Taraftarı maç seyreden ve seyrettiği maçlarda güzel hareketler, güzel goller görmek isteyen insan tarifinden kim çıkardı da söven, yakan, yıkan robotlara dönüştürdü

Herkesin böyle sorulara çok ve çeşitli cevaplarının olması normaldir. Bu cevaplarda hakem şıkkını öne çıkaranlar meseleyi anlamışlardır ve çözümü biliyorlardır. Formalı futbol yazarlarıysa, GS-FB maçından sonra yazdıklarıyla sınırlandırılmışlardır, sınıflandırılmışlardır.

Maça giden ve o maçı tv ekranında seyredenlerden kaç kişi inanıyordu, bir önceki senenin maçlarında olduğu gibi jenerik güzellikte goller seyredeceklerine

Hakemin adı B.Y. idi. Görevini futbol kulüplerini terbiye etmek, sanıyordu. Şanssızlık ve yanlışlık noktası burasıdır.