Papa 14. Leo’nun ziyaretinin tartışmaları çok boyutlu sürüyor. Bir süre daha süreceğe benziyor. Sonra da unutulup gidecek, geçmişte olduğu gibi bu kaçınılmaz. Bu ziyaretin o kadar da önemsenmemesi gerekir diyenler geçmişten bugüne olan sürece bir bakmaları gerekir. Neler olmuş ve yaşanmış? 1960’lı yıllarda Vatikan’da dinler arası ilişkiler ve hoşgörü bağlamında başlayan bir süreç var. Müslümanlar, İslâm Hakikat’ini bir bütün olarak görürler. Hazreti Adem ile başlayan peygamberler silsilesi ve onların getirdiği İslâm. Hakikat’ten sapmalar olunca sürekli Allah elçileri gelmiş yeniden hatırlatma ve yaşatma çabasında olmuşlardır. Peygamberimiz ile bu tamamlanmış ve adeta mühürlenmiştir.
Hristiyanlık denince hangi Hristiyanlık diye bir soru akla geliyor. Mezhepleri var doğrudur, ancak mezheplerin hemen her biri ayrı bir kültür ve din konumundadır. Asıl ayrışma Ortodoks Hristiyanlıktan ayrı Katolik Hıristiyanlığı ve sonrakileri gelir. İlke olarak birbirlerinden farklıdırlar.
İslâm ve Müslümanlarla olan savaşta kendilerini din olarak kabul ettirme düşüncesi genel olarak ağır basar. Müslümanlar onları din değil bir kültür veya sapma olarak görür. Hakikatin dışında tutar. Yakın zamanda, “Dinler arası diyalog” diye tanımlanan süreçte bu yoğun olarak yaşandı, belirginleşti.
Papa 14. Leo’nun gelişini heyecan ile karşılayan halk kitlelerinin tutumuna ne demeli ve nasıl karşılamalı? Ya da ayinine sadece Hristiyanlar mı katıldı? Bir yanıyla bir benimsemişlik ağır basıyor. Bunun üzerinde düşünülmeli.
Bu ziyareti sadece bir devlet başkanı algısıyla tanımlamak da doğru değil. Manevi ağırlığın etkileri kendini iyice hissettiriyor. Emperyal Amerika’nın başını çektiği haçlılık ruhu her yöneyle kendini açıkça belli ediyor.
Her adım bir başlangıçtır. Her adımın bir sonrakine bakmada yarar var. Öncekilerden bugüne değin olan süreçler ayrıntılı ele alınmalı üzerinde düşünülmeli.
Hristiyanlığın bir hak din olarak benimseniyor oluşu zaten onlar açısından yeterli bir adım. Geçen dönemde olanları belli bir grubu suçlayarak ötelemek ne kadar doğru olur?
Papa geldi gitti işte denilip özellikle İznik ziyaretini basite indirgemek tam anlamıyla bir safdillik. Bizim dönemde imam hatip okulunda okutulan derslerde “İznik Konsili” üzerinde durulurdu ve bu önemliydi. Dört İncil vurgusu bir bilinçtir. İncil denilince sadece bir kitaptan söz edilir algısının dışında bir bakıştı. Yüzlerce İncil çeşidinden bahsedilir. İznik Konsili söz konusu olunca Matta, Markos, Lukka ve Yuhanna İncillerinin adları sıralanır. İncilleri okumayanlar bunun ne anlama geldiğini bilmezler. Sadece İncil denilip geçiştirilir.
Batı düşüncesinin temel sorunlarından biri bir tek İncil olmayışının İnciller arasında farklılıklar olduğu ve hatta çeliştiği ortaya konulur. Bunu birçok Batılı düşünür ortaya koyuyor. Hatta Ernest Renan İncillerin tanrısal olmadığı, Hazreti İsa’nın arkadaşlarının veya sonrakilerin hatıraları olduğunu vurgular. Voltaire’in ise Müslümanların kitabı Kur’an bir tek nüshadır ve bir bütündür diye belirtir.
İznik ayininin bir anlamı Hristiyanlığın bir bütün olarak yeniden oluşturulma çabası var. Ortodokslar yalnız başına bunun üstesinden gelemeyeceklerini bildiklerinden Katoliklerden de medet umuyorlar. Ekümenlik onların biricik ideali. Bunu gerçekleştirsinler de ne olursa olsun düşüncesindedirler.
Rus düşünce ve inanışında ilk hedef İstanbul’dur, yani Ekümenliğin olduğu İstanbul. Dostoyevski ısrarla: “İstanbul bizimdir, bizim olacak” ideasının peşinde. Bu konuyla ilgili Doğu Işığı II Rusya eserimize bakılabilir.
Hristiyanlığın çok yönlü kuşatması altında bulunuyoruz. Bu adımların hiçbiri sıradan deyip geçiştirilemez. Halkımızın da artık sempati beslediği bir din oluş eğilimi giderek ağırlık kazanıyor. İznik’teki sevgi gösterileri ve heyecanı hafife alınamaz.