Geçtiğimiz günlerde Türkiye gazetesinde kumarla ilgili şikâyetleri manşette görünce bu konuda bir yazı kaleme almıştım. Aradan çok geçmeden bu kez Akit gazetesinde benzer bir kumar şikâyeti manşetiyle karşılaştım. Aynı siyasi çizgide yer alan, iktidara yakın iki gazetenin dahi kumar meselesini manşete taşıması, sorunun ulaştığı vahim boyutu ve artık üzeri örtülemeyecek bir noktaya geldiğini göstermektedir. Bu nedenle kumar konusunu yeniden gündemime almak zorunluluğu hissettim.
Türkiye’de kumar meselesi yeni değildir. Sadece aktörler değişir, kullanılan kavramlar değişir ama zihniyet değişmez. 1980’lerde Turgut Özal döneminde ne yaşandıysa, bugün Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki iktidar döneminde de başka biçimlerde aynı tablo yaşanmaktadır. O gün kumarhaneler “turizm”, “döviz girdisi” ve “çağdaşlaşma” söylemleriyle meşrulaştırılmıştı; bugün ise sanal bahis “dijital ekonomi”, “bireysel özgürlük” ve “kontrol edilebilirlik” iddialarıyla toplumun tam ortasına yerleştirilmiştir. Değişen sadece ambalajdır. Bedel ise aynıdır: dağılan aileler, borç batağına sürüklenen gençler ve sessizce çürüyen bir toplumsal yapı.
Arşivler bu gerçeği inkâr edilemez biçimde ortaya koymaktadır. 1980’lerin sonlarına ait gazete kupürlerinde, bir yanda üretimin zayıfladığı, sanayinin daraldığı, işsizliğin arttığı bir Türkiye; diğer yanda ise kumarhanelerin hızla çoğaldığı, kumar makinelerinin ülkeye sokulduğu, büyük otellerde kumarın devlet eliyle teşvik edildiği bir tablo vardır. Dönemin manşetleri, kumarın “zenginlik” ve “modernleşme” göstergesi olarak sunulduğunu açıkça yazmaktadır. O süreçte de muhafazakâr toplum kesimlerinden güçlü bir itiraz yükselmemiştir. Çünkü gerekçe tanıdıktır: “İstikrar bozulmasın.”
Burada rahatsız edici ama kaçamayacağımız bir gerçek vardır. Özal’ı iktidara taşıyan toplumsal destek büyük ölçüde muhafazakâr seçmenden gelmiştir. Bugün kumarın toplumu çürüttüğünden şikâyet edenlerin önemli bir kısmı da aynı sosyolojik havzanın içindedir. Yani mesele sadece bir liderin hatası değil, yıllara yayılan bir tercih zinciridir. Dün kumarhaneler karşısında susan toplum, bugün sanal bahis karşısında şaşkınlık yaşamaktadır.
Yıllar geçti, iktidarlar değişti ama zihniyet değişmedi. Bugün Türkiye’yi yöneten iktidar, Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki iktidardır ve kumarın geldiği nokta bu dönemin sorumluluğundadır. Kumar artık neon ışıklı salonlarda değil; evlerin içinde, gençlerin cebinde, telefon ekranlarındadır. Sanal bahis siteleri spor yayınlarının arasında, sosyal medya reklamlarında, devletin gözü önünde hızla yayılmaktadır. Aileler çocuklarının neyle karşı karşıya olduğunu fark ettiğinde ise çoğu zaman iş işten geçmiş olmaktadır. Buna rağmen Erdoğan iktidarı döneminde de “ahlâk”, “maneviyat” ve “aile” vurgusu siyasi söylemin merkezinde tutulmakta; fakat bu söylem kumar gerçeği karşısında güçlü bir icraata dönüşmemektedir.
Tam bu noktada Necmettin Erbakan’ı hatırlamak bir nostalji değil, bir ahlâk muhasebesidir. Erbakan Hoca bu ülkede hiçbir zaman tek başına iktidar yapılmadı. Muhafazakâr seçmen, Demirel’e, Özal’a ve Erdoğan’a defalarca tek başına iktidar yetkisi verirken, “önce ahlak ve maneviyat” diyen Erbakan’a gelince “zor”, “riskli”, “dış dünya izin vermez” gerekçelerine sığındı. Ancak tarih çok net bir gerçeği kayda geçirmiştir: Erbakan, kısa süreli de olsa yetki aldığı anda kumarı yasaklamıştır.
Ne turizm lobisini dinlemiş, ne piyasa tehditlerine boyun eğmiş, ne de “toplum hazır değil” bahanesine sığınmıştır. Çünkü onun siyasetinde ahlâk, iktidar hesaplarının gerisine itilmemiştir. Kumarın toplumu çürüten bir illet olduğunu söylemiş ve gereğini yapmıştır. Bugün hâlâ arşivlerde duran o kararlar, “İstenirse olur” sözünün en somut delilidir.
Bugün artık kaçınılmaz bir gerçek vardır: Kumar meselesi ne teknik bir ayrıntıdır ne de geçici bir yönetim hatasıdır. Bu mesele, hangi siyasetin ahlâkı merkeze aldığıyla doğrudan ilgilidir. Türkiye’nin yakın tarihi bunu açıkça göstermiştir. Özal döneminde kumar meşrulaştırılmıştır, Erdoğan döneminde sanal bahis eliyle yaygınlaştırılmıştır. Buna karşılık Erbakan’ın kısa ama öğretici iktidar tecrübesi, ahlâk merkezli siyasetin mümkün olduğunu ispatlamıştır.
Bu yüzden çözüm, aynı hataları tekrar eden iktidar tercihlerinde değil; “önce ahlak ve maneviyat” ilkesini slogan olarak değil icraat olarak savunan Milli Görüş çizgisindedir. Bugün bu çizginin Türkiye’deki tek siyasi temsilcisi Saadet Partisi’dir. Bu bir parti propagandası değil, tarihsel bir tespittir. Kumarın yasaklandığı tek dönem, Milli Görüş’ün söz sahibi olduğu dönemdir. Bunun dışındaki tüm iktidarlarda kumar, farklı isimler ve kılıflar altında büyümüştür.
Muhafazakâr seçmen için artık mesele “kim kazanır” sorusu değil, “neyi kaybediyoruz” sorusudur. Kaybedilen sadece para değildir; aile, ahlâk ve gelecek duygusudur. Bu kaybın telafisi, geçmişte denenmiş ve sonuç vermiş bir ahlâk siyasetine yeniden yönelmekle mümkündür. Bugün bu adres nettir: Milli Görüş’ün ilkelerini taşıyan ve Erbakan’ın mirasını programına yansıtan Saadet Partisi.
Sonuç olarak; kumarın, ahlâkî çöküşün ve toplumsal dağılmanın karşısında samimi bir duruş arayan herkes için ortak bir zemin vardır. Bu zemin sloganlarla değil, icraatla konuşan Milli Görüş’tür. Ve bugün bu anlayışın siyasetteki tek temsilcisi Saadet Partisi’nde buluşmak, bir parti tercihi değil; bir ahlâk, bir vicdan ve bir gelecek tercihidir.