Hakikat Mi siyaset mi Elbette ki hakikat.
Halkın terazisinde de yarın Hakk ın divanında da nasıl
siyaset ettiğimizden önce ne ile siyaset ettiğimizden tartılacağız.
Hakikat bir tartılma bilinci ise siyaset bir tartışma
biçimidir.
Aramızdaki ihtilaflı meseleleri siyasi bir yaklaşımla ele
aldığımız için bir türlü anlaşamıyoruz. Çünkü dilimiz güdük söylemimiz
okunaksız.
Çizgimiz yanlış; çünkü elimizdeki cetvel yamuk.
Siyasi ayrışmalar asıl itibariyle mensubiyet ve taraf
olmak eksenli kaygılara dayandığından herkesin haklılık mikyası kendine göre
oluyor.
Hakikat geldiği yere geri gönderildiği için herkesin tek
bir derdi kalıyor: haklı olmak!
Hakikatten bağımsız haklı olmak ne menem bir şeydir
Karşımızdakini haklı olduğumuza inandırdığımız an mesele
kalmıyor.
Siyaset kitleleri doğruluğumuz, gerçekliğimiz, kendisi
gibi olduğumuz konusunda ikna etme sanatıdır.
Sanat dediğime bakmayın, o sözün gelişi. Aslına
bakarsanız ortada böyle bir şeyin aslı falan yoktur.
Her şey geçici bir süre kalabalıklar nezdinde kendimizi
merkeze taşımak için.
Bu manipülasyonu kim hakikatten de bir parça yardım
alarak en iyi şekilde hayata geçirirse biz ona siyasi kişilik diyoruz.
Oysa şahsiyet araçlarla değil amaçlarla biçimlenip
şekillenir.
Şahsiyetini kurmuş insanlar toplumun çekip çevrilmesi
konusunda öncü görevi üstlenirlerse hakikatin istediği şekilde toplumu
değiştirmiş, dönüştürmüş olurlar.
Aksi halde kelimenin en yalın haliyle politikacı ,
Türkçe ifadesiyle çok yüzlü bir figür haline gelirler.
At bakıcılığından insan yönetme sanatına evrilen
siyaset aynı zamanda bir gerçeği de ima etmektedir.
Azgın ve vahşi atları terbiye etmekle bir arada yaşayan
insanları terbiye etmek arasında göz ardı edilmemesi gereken bir ilişki vardır.
İnsanın vahşileşmesi ve azgınlaşması toplumsal ilişkilerde
araya giren menfaat ve mülkiyet sebebiyledir.
Siyaset bir bakıma mülkiyetin ve menfaatin doğasından
uzaklaştırdığı insanı ehlileştirme ameliyesidir.
Burada olandan ziyade olması gerekenden bahsediyorum.
Bir toplumda çıkarlar insanlar arasında çatışma unsuru
haline gelmişse orada siyasetçilerin uzlaştırma görevi devreye girer.
Zira vahşileşen atları terbiye usullerini vahşi
kapitalizmin mikrobunu almış insanlar üzerinde denemek tarih boyunca kullanışlı
bir yöntem olarak benimsenmiştir.
İnsan tek başına iken ilm-i hâl (yani içinde bulunduğu
hâlin ilmini) yaşar, iki kişi olduğunda insan birbirine muhtaçlığı devreye
girer, en azından birbirini sevmek zorunluluğu hisseder.
Üç kişi olunca hesap, kitap, haset, kıskançlık ve yönetme
sorunu baş gösterir ki o bu da bir siyasettir.
Asrısaadet ve hülefa-i raşidin dönemi hakikat nurunun
insanlığı aydınlattığı dönemdir. Hz. Ebu Bekir in halife olduğunda halka
söylediği, Eğer yanlışa saparsam beni kılıçlarınızla düzeltiniz! ifadesi
önümüzde çok güzel bir örnektir. Hz. Ebu Bekir in bu tavrı siyasi değil
hakikidir.
Dört halife döneminden sonra İslam tarihinde vuku bulan
talihsiz vakalar siyasetin hakikatten bağımsız egemen bir karakter arz
etmesinden dolayıdır.
Bugünkü siyasetin de mayasında ne yazık ki hikmet,
marifet ve hakikat unsurlarına yer yoktur.
Kalabalıkları şuurlu birlikteliklere dönüştürecek
ihtirastan arınmış- dinamiklere ihtiyaç duymaktadır.
Siyaseti halka hizmet bilenler aynı zamanda halkın da
halk edilmiş (yaratılmış) topluluk olduğunu hak üzere teslim edenlerdir.
Nereye ve kime ait olduğuna karar verememiş olanlar kendilerini seçmen
kütüklerinde arayadursun. Kimin yanında yer alacağını kestirememiş olanlar oy
pusulasında adreslerini arayadursun.
İyisi mi biz yine hakikatin pusulasına tabi olarak Allah
nezdindeki kulluğumuzu güncellemeye devam edelim.