Orucun erdemi

Abone Ol

Genel olarak din, muhatap aldığı insana belli bir inanç ilkeleri önerir ve bu ilkeleri kabul veya ret seçeneği biçiminde açıklar. Önerilen ilkelerin ret edilmesi halinde insanın muhataplık konumu farklı değerlendirmeye tabi tutulur ve farklı bir tanımlama yapılır. Önerilen ilkelerin insan tarafından kabul edilmesi halinde, o insan, sadece konumu ve tanımıyla değil, hayatıyla, duyuş ve düşünüşüyle, davranışlarıyla ve bütün ilişkileriyle ele alınan bir varlık kimliği kazanır. Daha doğrusu, amaçlanan varlık kimliğini oluşturacak bir süreci yaşamaya başlar. Önerilen inanç ilkelerinin kabulü (iman), bunların gerçekleştirilmesi demek olan, duyuş, düşünüş, davranış ve ilişkiler aynı zamanda yürürlüğe girerler (ibadet). Böylece din, iman ve ibadet sütunlarını içerdiği ve gerçekleştirildiği ölçüde, anlamını, işlevini, önemini ortaya koyma imkânına kavuşur.

Vahiy edilmiş olmakla birlikte, çeşitli şartlar ve dönemler içinde, kökenlerinden, asliyetlerinden uzaklaşmış, bulanıklaşmış, yabancı duyuş, düşünce ve görüşlerle yozlaşmış dinler, her ne kadar, iman ve ibadet öğelerine sahip görünseler de, başlangıçlarındaki özgüllüklerini ve temel niteliklerini yitirmişlerdir. Bu durumlarına rağmen, kabul edilmeleri, onların bu konumlarının doğru oldukları anlamına gelmez.

Öte yandan, vahiy kökenli olmadıkları halde, zaman içinde insanlar ve toplumlar tarafından “din” olgusu yerine ikame edilmiş birçok inanç sistemleri veya akımlarıyla da karşılaşılmaktadır. Sözgelimi Hindistan kıtasında bu türden sayısız denebilecek inançlarla karşılaşılmaktadır. Budacılık, belki, bu tür inanç sistemleri içinde en çok tanınmış olanıdır, denebilir. Özellikle, ahlâk alanında dikkat çekici birtakım ilkeler, kurallar ve uygulamalar Budacılığın tarih içinde, hem gelişmesine, hem de yaygınlaşmasına imkân ve ortam hazırlamıştır. Bu inanç sisteminin yakından incelenmesi halinde, “din” olgusunun temelinde yer alan “üstün” ve “yaratıcı” bir varlık ilkesinin yokluğu hemen kendini gösterir. Gerçi, “”Nirvana” olarak adlandırılan bir ilke, Budacılıkta, bir anlamda en son ulaşılan veya ulaşılması gereken şey olarak nitelendirilmektedir. Ancak, onun “varlık” mı, yoksa bir “nitelik” ya da ulaşılan bir “amaç” mı olduğu, her bir bakış açısına göre farklı anlamlar içerebilmektedir.

“Din” olgusu bağlamında İslam, belirtilen inanç sistemlerinde bütünüyle farklı bir konum, içerik ve niteliğe sahiptir. Her şeyden önce, din olgusunu kavramada belirgin öge olan “iman” ile onun anlamını kavramada vazgeçilmez bir öge olan “ibadet” ögesi arasında tam bir uyum ve birbirini tamamlayıcı niteliğe sahip olduğu görülür. İbadet ögesi içinde kendine özgü bir yeri olan ve bugünlerde Müslüman toplumlarda huşu içinde yaşanılan oruç (savm, Ramazan), bu bakımdan önemli bir ibadet türüdür.

İlmihal kitaplarında orucun farz kılınmasından başlayarak, yükümlülük, sıhhat, bozulma vb. şartları ayrıntılı bir şekilde açıklanmaktadır. Ayrıca toplumsal, iktisadi, psikolojik, sağlık vb. gibi yönlerde etkileri üzerinde çeşitli ve zengin bir literatürün bulunduğunu da eklemek yerinde olur. Fakat orucun, insan bireyinin kendi varlığı üzerinde belli bir duyuş, düşünüş çıkarımında bulunması gerektiği bile başlı başına aydınlatıcı bir konu olduğu söylenmelidir. Gerçekten insanın, belirlenmiş bir zaman diliminde, yaşaması için zorunlu görülen ihtiyaçlarından kendi iradesini denetim altına alarak uzak tutması dikkate değer bir deneyimdir. Ancak bu deneyim, bizzat iradenin kullanılmak suretiyle, kendi kendini bir sınırda tutması, iradenin eğitimi bakımından çarpıcı bir örnektir. Dikkat edilirse, irade, kendi kendini sınamaya tabi tutmaktadır ve böylece, kendi varlığını kavramada farklı bir yol izlemektedir. Ayrıca, irade, sadece kendi varlığının bilincine deneyimle ulaşmakla kalmamakta, içinde yaşadığı dünyayı kavramanın bir başka imkânını edinme yoluna yönelmektedir. Bu insan bireyinin içinde yaşadığı dünyayı adeta yeniden keşfetme ve kuşatıldığı nesnelere yeni anlamlar penceresi açma imkânı kazanma deneyimidir. Çölde susuz kalmış birisinin su bulma sevincinden farklı bir kazanımdır. Çünkü suyu aramamaktadır, o hemen yanı başındadır, ama belli bir süre kendini bilerek isteyerek ondan uzak tutma iradesidir. Üstelik bardaktaki su, her gün içtiğimiz su değildir o. Özellikle, oruç tutmuş çocukların bir bardaktaki suya karşı gösterdikleri istek, coşku ve heyecanın dalga dalga yayılışı doğrusu görülmeye değerdir. O, bir bardak suyla fizik dünyanın ötesinde yaşamakta, duymaktadır.

Hoş geldin oruç!