Bismillâhirrahmanirrahîm!
DÜNYADA yaşanan hareketliliği hep birlikte takip ediyoruz. Ortadoğu, savaş ve çatışmaların merkezi durumunda! Gelişmeler İslâm dünyasını yakından ilgilendiriyor. Üç kıtanın kesiştiği bir noktada olması sebebiyle Türkiye, olayların en önde gelen aktörüdür. Özellikle, İsrail’in İran’a saldırmasından sonra olayın boyutları daha da genişledi; yeni bir süreç başladı.
Amerika’nın İsrail’e sınırsız silâh ve mühimmat desteğini bilmeyen kalmadı. Bu ikilinin İslâm dünyasını yok etmeyi amaçlayan menfur niyetleri iyice anlaşılmıştır. İsrail’in İran’a saldırısındaki yetersizliğini gören Amerika, İran’a karşı işgalci İsrail’le ortak operasyona girişti. Savaşın doğrudan tarafı oldu. Fakat İran, tahminlerinden daha çetin çıktı. Hem Tel Aviv’in stratejik bölgelerini hem de ABD’nin Katar’daki askerî üslerini vurarak karşılık verdi. ABD ve İsrail’e korkulu anlar yaşattı.
İran’ın düşmanını delik deşik ettiği görülünce, Trump ateşkes ve barış sözlerini telâffuz etmeye başladı. Ateşkes ve barış görüşmeleri sürüyor. Fakat İsrail saldırmaktan geri durmuyor. Barış sağlanmış olsa bile, ABD ve İsrail’in İslâm âlemine karşı intikam ateşinin sönmeyeceğini bilmeliyiz.
Bugünkü atmosferde barış ve ateşkes de İslâm dünyasını rehavete düşürmemelidir. Başta savunma ve teknoloji olmak üzere her alanda ülkelerimizi geliştirmeye çalışmalıyız. İşgal bitmedikçe Ortadoğu’nun durulmayacağı anlaşılıyor.
Zalim ikilinin işgali durdurup Filistin topraklarını asıl sahiplerine verme niyetleri yok. Kutsal İslâm toprakları gaspçı ve işgalcilere teslim edilemez. Hak ve adalet “mutlaka” yerini bulmalıdır.
İŞTE MANZARA
MÜSTEKBİRLERİN egemen olduğu “modern” adı verilen bu çağda dünyanın en büyük vahşeti yaşanıyor. Batılı söylemlerle uyuşturulmuş İslâm dünyası ölü sessizliğine bürünmüş durumda! Böyle bir atmosferde Haçlı-Siyonist İttifakı’nın güçlü bombalarına, soykırımına iman kararlılığıyla direnen bir avuç Gazzeli mücahit çağının efsanevî direnişini ortaya koyuyor. Ölüyorlar, fakat topraklarını teslim etmiyorlar. Allah’ın yardımı o kadar açık ki!.. ABD ve İsrail’in şahsında Haçlı-Siyonistler dize geldi.
Ey 21. asrın mücahitleri! Selâm sizlere! Çünkü siz, Allah’ın şu ayetine bu çağda harfiyyen uyan onurlu insanlar oldunuz: “Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyiniz. Zira onlar birbirinin dostudurlar. (Birbirinin tarafını tutarlar.) İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır. Şüphesiz Allah zalim topluluğa hidayet vermez.” (Mâide, 51)
Trump öncülüğündeki zalimler “İbrahim Anlaşması” bahanesiyle İslâm dünyasının işbirlikçi yöneticilerini kullanıp Gazze’yi teslim almak istiyorlar. İbrahim Anlaşması, sinsi bir planla Gazze’yi teslim alma senaryosudur. Ey İslâm dünyasının halkları! Yöneticilerinizi uyarın! ABD-İsrail ortak operasyonu, İran karşısında tutunamadı. Hezimete uğradılar. Acizliklerini yakından gördük. Fakat İslâm dünyasındaki işbirlikçi yöneticiler onları cesaretlendiriyor.
ABD Kongre Üyesi Rashida Tlaib, “Bu bir soykırımdır; biz de finanse ediyoruz.” (28 Haziran 2025) itirafında bulundu. Ne yaparlarsa yapsınlar dünyanın vicdanı soykırımı, terörizmi, işgali kabul etmiyor. Dünyanın her yerinde haksızlık ve adaletsizliğe karşı direniş var. Dayanın! Kötülük “mutlaka” hüsrana uğrayacaktır!
NELER YAPALIM?
İSLÂM dünyasının en büyük eksikliği dağınık olmasıdır. Derlenip toparlanmaya ihtiyacı vardır. Bu konuda, yöneticilerimizden halklarımıza kadar hepimize görevler düşüyor. Önce ayrılık unsurları içimizden sökülüp atılmalıdır. Kolay mı? Değil, elbette! Ama işin bir tarafından başlamalıyız. Haçlı-Siyonistler sömürmek, yok etmek istedikleri toplumlar üzerinde bütün ayrılık unsurlarını kullanıyorlar.
Sömürgeciler, iki İslâm ülkesini, hatta iki Müslüman’ı bile birlikte görmek istemiyor. Din, mezhep, etnik köken, coğrafi yapı gibi farklılıkları “ayrıştırma sebebi” haline getiriyorlar. Sağ-sol farklılığı en kullanışlı yöntemlerden! Sağ-sol kavramları; ön, arka, aşağı, yukarı gibi yön bildiren 6 kelimeden ikisidir. Bir dava, bir sistem olma içeriği yoktur. Bu iki kavrama farklı anlamlar yükleyip kitlelere “ayrılık sebebi” olarak sunuyorlar.
Doğru veya yanlış olup olmadığına bakmadan yaşadıkları şartları korumak ve sürdürmek isteyenler kendilerini “sağcı”; mevcut yapıya itiraz edip yenilik getirmek isteyenler kendilerini “solcu” olarak nitelendiriyor. Sağcılık, solculuk netlik kazanmış kavramlar değildir.
Dindarlığı “sağcılık”la ifade edenler bile var. İşi o noktaya getirenler var ki; sanki “İslâm’ı sağcıların solcularla mücadelesiymiş gibi” gösteriyorlar. Cihanşümûl bir dine bundan daha büyük bir ihanet olabilir mi? Erbakan Hoca, hayatı hak-bâtıl eksenine oturttu. Bunu da, “Ne sağdayız, ne solda; hak yoldayız, hak yolda!” şeklinde ifadelendirdi.
Gün, ayrılık unsurlarının hepsini elinin tersiyle itme; birleştirici, uzlaştırıcı, arabulucu ve kaynaştırıcı olma günüdür.