Daha önce yayımlanmış birkaç makaleyi, Irak-Bağdat ın
yalana dayalı gerekçeyle Amerika öncülüğünde işgal edilmesi üzerine, ESAM
derleyip Yaralı Coğrafya başlığı altında, 2003 yılında yayımlamıştı. Aradan
geçen on bir yıldan sonra Irak, Necip Fazıl ın bir kitabının adı da olan
ibareyle tam bir Cinnet Müstatili halini yaşayıp gidiyor. Zorbalığın
kıskacındayken bir nebzelik nefes almak umuduyla Mısır da paslanmış pencere
pervazı aralanır gibi oldu demeye kalmadan, demir parmaklığın arkasına
itiliverdi. Kedinin yavrusunu yediği gibi, uyduruk bahane ve gerekçelerle idam
mangalarını sıraya dizmeye başladı. 529 idam hükmünü 683 idam fermanı izledi.
Suriye deki zorbalık, akıl-izan, insanlık ne varsa iptal
edilerek, insan kıyımıyla yetinmeyerek, yer üstünde canlı cansız ne varsa
yıkmaya, toprağı bile yok etmeye başladı ve sürdürüyor. Viranelerin sembolü
baykuş u bile inkar eder bir tutumla iktidar sahipliğini ispat etmeye uğraşıp
duruyor.
Yazıda zikredilen Kafkasya, Orta Asya nispeten kendi
mecrasını bulur gibi gözükse de, için için yanan kav misali harlanıp yalaz
ateşe dönüşmez umarım.
Zorba ve sefih Ortadoğu iktidarları yerine Ortadoğu
halklarına bakma gereğini hatırlatır düşüncesiyle, Yaralı Coğrafya daki söz
konusu yazıya yer veriyorum:
Ortadoğu nun son yirmi yılını (bugün için otuz küsur
yılını) hatırlayalım: 40 lı yıllardan itibaren şiddetlenerek gelen Filistin
sorununu bir tarafta tutarsak; Sabra ve Şatilla katliamlarıyla takati bitirilen
Lübnan, İslam Devrimiyle İran, Sovyet işgali ve arkasından sökün eden iç
çatışmalarıyla Afganistan, ( .) hemen her biri başlı başına büyük olaylara
sahne oldular. Suriye de, Ürdün de, Mısır da, Türkiye de, Azerbaycan ve diğer
Kafkas devlet ve yönetim ve topluluklarında ardı arkası kesilmeksizin devam
eden karışıklıkları, çatışmaları, düzensizlikleri hatırlamak bile adeta
imkansızdır.
Bu ülkelerde ortaya çıkan çatışmalarda, savaşlarda,
kargaşalık ve düzensizliklerde rol oynayanlar arasında halk yoktur. Fakat taraf
olma emrivakisiyle karşı karşıya bırakılan, ne yazık ki, o olmuştur. ( )
Burada savaşmak şart oldu kabilinden olaylara iteklenmeleri ve namus belasına
var ve yoklarıyla çaba göstermeleri, bu halkları taraf kılmaz.
Halkların varlıkları bağlamında Ortadoğu coğrafyasına
bakıldığında, çok farklı, kendine özgü derinlikler ve kıvrımlarla dokulu bir
halk yapısıyla karşılaşırız. Bilinçaltıyla bu halklar, binlerce yılın gizemle pekiştirilmiş bir
kültür, bir değerler birikimi, bir uygarlıklar hamulesine sahiptirler.
Sözgelimi korku olarak tezahür eden umut çavlanı çağıldayıverir. Düşmanlık
şeklinde fırlayan ok, karşısındakinden sevgi ateşi kıvılcımlarıyla aksedebilir.
Bir selamın, bir tebessümün, bir kahvenin hatırası kuşaktan kuşağa destansı bir
olay boyutu kazanarak aktarılır ve korunur. Bu nedenle Ortadoğu insanı yavaş
yavaş ama kavi dostluklar kurar, ona sadık kalır. Ne var ki, kırılganlığı ani
ve şiddetli olur, bir daha kolay kolay yüreğini açmaz böyle bir dostluğa. Buna
bakarak kindar olduğu yargısına varılmamalıdır. Nice umurlar görmüş, nice kesat
tarihler görüp geçirmiş olmanın kendiliğinden verdiği bir engin gönüllülük
içinde, her türden kin yaban kalır ona. Ama ihaneti unutmaz. Gün olur hesabı
açılır ihanetin; bunu çok iyi bilir. Tarih, o yanılmaz kitap, doğru tanığıdır
bunun.
( )
Ortadoğu insanı ve halkları bedeni ve ruhuyla
yağmalandıkça, bereketli gümrahlık içinde dağılmıştır dünyanın dört bucağına.
Ama ruhuyla, maneviyatıyla bütün mekanlarda, tüm coğrafyalarda Ortadoğu nun
ışığını yansıtır, oraya aidiyetinden uzaklaşmaz. ( ) Çetin ve hayın bir tarih
zamanına düçar oldu Ortadoğu ve insanı. Dost ve düşmanlığını aynı anda
söyleyen, ama söylediğine de emin olunmayan bir varlıkla karşı karşıya kaldı.
Savaşırken barışı övüyor, öldürürken kurtardığını ileri sürüyor, ölümü
lanetlerken hayatı yok ediyor, zorbalığa karşı çıkarken zilletli bir esaret
sunuyor.
Saflığının hakkını ve haklılığını ne zaman anlayacak
Ortadoğu halkları Sorun, belki de budur.