onyedi benli AKP

Abone Ol

“Ben sadece bir bakan değilim!”

“Benim aynı zamanda bir özgül ağırlığım var!”

“Ben Meclis Başkanlığı yapmışım!”

“Ben kum torbası yapılacak biri değilim!”

Bu “Ben”li cümleleri Ekrem Şama’nın gazetemizdeki 18 Kasım tarihli yazısından seçtim. Orda daha çok vardı. Üşenmemiş, usanmamış, derlemiş, toplamış Ekrem Bey. Tahammülüm yetmezdi benim. Hazıra kondum biraz.

“Ben sadece bir bakan değilim.”

Bilmez miyiz yardımcısı bey bilmez miyiz Sen aynı zamanda ve sık sık Amerika’ya giden adamsın. Amerika’dan da bakan adamsın.

Cüneyt Arkın’ın, Dünyayı Kurtaran Adam I, Dünyaya Kurtaran Adam II filmleri gibi...

“Benim aynı zamanda bir özgül ağırlığım var.”

Onu da biliyoruz sayın yardımcısı bey.

Ağırlığınız geçersiz kılındığında özgül ağırlığınızla yapılan hesaplardan sonra az mı kimyasal değişimler gördük partinizde.

“Ben Meclis Başkanlığı yapmışım.”

Unutmak istediğimiz o günleri niçin hatırlatıp duruyorsunuz Hani işkence yasaklanmıştı

“Ben kum torbası yapılacak biri değilim.”

Partiniz AKP, kum torbası yapılacak birilerini bulma günlerine mi erdi

Yoksa AKP Kurucusu ünlülerden olmak yetmiyor mu kum torbası olmamaya Özel ve mesajlı itirazınızın varış noktası neresidir bay yardımcısı bey

Yoksa siz, kum torbası olmamak arzunuzu söylerken, bu milletten biri olmamak istediğinizi mi söylüyorsunuz

Kum torbası yapılmış milletin onca insanının hiç mi kıymeti harbiyesi yok sizin nazarınızda.

Ama onların seçmen sıfatı da var. Onlar tarafından seçilmek de mi istemiyorsunuz

Ayrıca, kum torbası yapılacakların özellikleri nelerdir Neden sizinle karıştırıldı veya neden siz kum torbası yapılacaklara benzetildiniz kuzum yardımcısı bey

Özellikle kum diye vurgulamanızdan da anlıyoruz ki, partiniz AKP’de başka torba çeşitleri de varmış. Onlar ne torbalarıdır ve siz o torba çeşitlerinden hangisi olmaya kendinizi yakın hissediyorsunuz

Para torbası gibi...

Yardımcısı bey torba derse, bizim aklımıza neler gelir, neler... Soru olarak yani...

AKP, 28 Şubat torbasından mı çıktı

Turpun büyüğü heybede ise, torbada neyin büyüğü vardır Ve o torba partinizin neresinde saklanmaktadır sayın baş yardımcısı bey.

Yani Başbakan’ın baş yardımcısı Bülent Arınç Bey’e biz bu kadar diyoruz.

Bir başka yazımızda yine bir fıkrasını alıntıladığımız rahmetli Üstad Necip Fazıl’ı burada da anmasak olmaz. Çünkü odur, bizim mahallede en güzel “Ben” diyen. (Muzaffer Doğan arkadaşıma vermeden önce ben bir yayınlayayım dedim. Şaka şaka... Yeri geldi, mecburen.)

Milli Şef yıllarında bakın onu nasıl anlatmışlar muarızları, muhalifleri... Onların içinden “Ben”liğini koruyarak gelen Üstadımıza rahmet olsun.

Bülent Arınç’ın benleri mi Onlar, 28 Şubat döğme’cilerinin (Artık seyyar olarak çalışıyorlar) sun’i noktalamalarıdır.

B Harfi

Necip Fazıl Kısakürek, Boğaziçi vapurunda, elindeki kâğıda bir çok “B”ler çizerek bir dostuna anlatıyordu:

– harflerin en güzeli, en büyüğü, en mânalısı “B”dir. A’dan Z’ye kadar bütün alfabeyi tetkik ediniz, en üstün harf B’yi bulursunuz!.. Anlatayım: İşte rakamların en büyüğü olan “bir”!.. Evet, bir adetlerin en büyüğüdür: Allah birdir!.. Ve “bir” rakamı “B” ile başlar!.. “Beyker”: tepeden tırnağa insanı veresiye giydiren yegâne mağaza, “B” ile başlamakta!.. “Bedava”: Yemeklerin en tatlısı... Bununda ilk harfi “B”!.. “Bey” yahut “Birli” iskambil kâğıtlarının en büyüğüdür. O da “B” ile başlıyor!.. “Beylerbeyi”: Benim doğduğum, büyüdüğüm, oturduğum yer. Bakınız: “B” ile başlamıyor mu .. Ve nihayet şair, mütefekkir, profesör Necip Fazıl Kısakürek, yani “Ben”!.. İşte bunun da ilk harfi “B”...

Elindeki kâğıda kocaman bir “BEN” yazdıktan sonra karşısındaki gence sordu:

– Artık bu sonuncu misalden, “Ben”den sonra da “B”nin büyüklüğünde şüpheniz kaldı mı ..

– Bizim Kemal diyorum, yine haber olmuş gazetelere...

– Neyini haber yapmışlar

– İsmet Paşa yaşasaydı, Beyaz Tren’iyle Gezi’ye katılırdı, demiş.

– Babasından duymuştur. Kendi bir şey dememiş mi

Türkiye tiyatrosunda perdeler

 

Nejat Uygur’un “Büyük usta” denilerek ebediyete uğurlandığını gördü gözlerimiz.

İnanmamız gerçekten çok zordu, bize o günlerde deselerdi: Adı bugün solculukla anılan ve Nejat Uygur adını ağızlarına almayan bu tiyatrocuların hepsi, onun tabutuna omuz verecekler...

Doğrusu inanmazdık.

1970’li yıllardan bahsediyorum. Hiç bir tiyatro dergisinde, hiç bir tiyatro yazısında, hiç bir tiyatrocu röportajında adını anmazlardı Nejat Uygur’un.

Sebebini kendimiz bulmuştuk; yurt kantinindeki tartışmaların müdavimi bir grup üniversiteli olarak.

O sebep şu idi: Nejat Uygur bir röportajında, sağcı tiyatro yazarları da var, demişti. Bir Necip Fazıl’ı görmezden gelemezsiniz...

Ama onlar Nejat Uygur’u yıllarca görmezden geldiler.

Ya (yine) kaptırırlarsa tiyatro sahnelerini Necip Fazıllara

1940 yılından önce yayımlanmış bir solcu dergiden aktaralım, Necip Fazıl’ı nasıl anladıklarını, bildiklerini.

“Teessürü umumî!

Şair Necip Fazıl, telâşla İş Bankası’ndan içeri girdi, soluyarak koltuğa çöktü ve esefle elini dizinde şaklattı:

– Monşer, bizim piyesin provaları bir türlü ilerlemiyor...

Sordular:

– Neden

– Suflör ağlamaktan okuyamıyor ki!

Kontrolör Lûtfullah gülümsedi:

– Desene, senin piyes, teessürü umumî üzerine oynanamıyacak!..”

Necip Fazıl’ı bilen Nejat Uygur, Demirel’i bilmez mi Demirel’i en iyi tanıyanlardandır o. Hem de yıllarca sahnelerde onu oynayarak, milletine anlatmaya çalışmıştır; yapmayın, etmeyin, oy vermeyin demeye çalışmıştır.

Yavuz Donat anlatıyor. (Sabah Gazetesi, 22 Kasım 2013)

“Bir arzunuz var mı” diyen Demirel’e, şapkasını gösterdi: “Bana bırakır mısınız ” Demirel güldü... Ama... “Şapkasını bırakmadı.” Uygur’un suratı asıldı. Biraz sonra... Hasteneye “Hediye paketi” geldi. “İmzalı” bir Demirel şapkası... Yanında şu not: “İşte şapkam... Gözlerinden öperim.” Uygur’un morali birden yükseldi. Yatakta, şapkayı başına geçirdi... Birlikte resim çektirdik.

Nejat Uygur, niçin Demirel’den şapkasını istedi Bir daha alıp gitmesin, diye olabilir mi Yoksa Demirel’i bu millete şapkasız göstererek, onun gerçek kafasıyla tanınmasını mı istemişti

Biz, o isteme anından sonrasını konuşalım.

Demirel çıkıp gidiyor. Yanındaki yaşam koçu (Hüsamettin Cindoruk veya öyle biri) itiraz ediyor.

– Beyefendi, neden şapkayı bırakmadınız Adam üzüldü yahu. Hem gazetelerin sizi yazması için bir sebep olurdu.

Mikrofon ve kameralar olmadığından Demirel’in ne dediği medyaya yansımamıştır.

– Benim şapka fabrikam mı var Binaenaleyh ben şapkasız mı kalsaydım

Demirel’in yanındaki o adam gider, çarşıdan bir şapka alır ve gönderir.

Biraz sonra gelen hediye paketinin bir izahı böyle. Bir izahı da Demirel’siz.

Nejat Uygur, adamın şapkası amma kıymetliymiş üzüntüsünü yaşarken, bir yakını veya orada olan biri gider, bir şapka alır ve o şapkaya Demirel göndermiş muamelesi yapar. Artık Nejat Uygur’un resimleri de şapkalı olacaktır.

Sonrası...

Nejat Uygur’un gazetelerde şapkalı resmini gören Demirel, Ecevit’le görüşmek zorunda olduğu günlerin kızgınlığı ile söyler bakımını ve hizmetini yapan görevliye.

– Kızım, gardıroptaki şapkaları envanter listelerine bakarak bir kontrol ediver. Binaenaleyh eksik varsa hastaneye bir adam sal. Fevkalade çabuk gitsin, gelsin.

Kimi Ahmet Kaya, kimi yaya

Bu ülkenin 1999 yılına damga vuran olaylarından biri de Magazin Gazetecileri Derneği’nin ödül töreni gecesinde yaşananlardı.

Ödül alıcılarından Ahmet Kaya’nın “Kürtçe şarkı söyleyeceğim” demesine fırlatılan çatallar ve haykırılan kanlı fikirler o gecenin olmazsa olmazları olarak tescillenmişti.

Alameti farikası 10. Yıl Marşı idi o gecenin.

Sanatçı sıfatlı insanlarımızın neredeyse tamamına yakını oradaydı ve kameraların görüş alanına girme yarışındaydılar.

Magazin Gazetecileri Derneği’nin ne büyük gücü varmış sanatçılarımızın üzerinde; gördük. Neden gözlerden saklanmak istiyor bu nokta ya da hiç kimse neden itiraf etmiyor

28 Şubat’ın bin yıl devam edeceğine bütün varlıklarıyla inanan olmalarının ötesindeydi sanatçıların o gece yaşadıkları. Kendilerini dernekçilere ispat etme çabası gibi yani... Verdiğiniz ya da verilen yahut verildiğini sandığım görevimi tam ve eksiksiz yapıyorum, bakın ve görün, der gibi...

Aşk ile, şevk ile söyledikleri 10. Yıl Marşı’nı neden hiçbiri o güne kadar satışa çıkaracağı bir plağa, kasete, CD’ye okumamıştı Kudsiyetine mi inanıyorlardı o marşı söylemenin, yoksa kendilerini orada olduran Dernekçiler mi istemişti vecd halinde olmalarını; rol icabı sanatçıları olduklarından...

Sanatçı dediğin üretken olur. 10. yılda 10 kere (gönüllü) okunmamış bir 10. Yıl Marşı’ndan hâlâ medet umuyor olmak, sanatçılarımızın ilerleye ilerleye tekrar başa döndüklerini mi gösterir

İnsan sanatçı olunca bu kadar mı kopuk yaşar ülkesinden Demirel’in buyruğu üzerine kızlar Arabistan’a gidecek, Magazin Dernekçileri Ahmet Kaya’ları gönderecekleri bir yer bulacaklar, burası da sanatçılarımıza kalacak; 10. Yıl Marşlı sanatlarını icra etsinler, diye.

Keser dönmese, sap dönmese...

Bugünler hayali çok başka idi onların. Belki de haklıydılar kendilerince...

Kartel gazeteleri onlara bir sıfat daha kazandırmıştı: Silahsız kuvvetlerin çatallı silahşörleri.

Ekranlardan gitmez olurlardı, aynen bugünkü gibi. Bak, ben oradaydım diye kendilerini göstererek, 10. Yıl Marşı’nın fon müziği olduğu programlarda övünür dururlardı:

Biz olmasaydık, 28 Şubat devam edebilir miydi 15 yıl ancak oldu ama, şunun şurasında bin yılın dolmasına ne kaldı Dayanmaya çalışacağız elimizde çatallarla...

Onlar “sanatçı” idiler,

Resmi ideolojiye taparcasına inanıyordular,

28 Şubat’ın bitme trendine gireceğine hiç inanmıyordular.

Bütün ödülleri o gece verip bitirdiğinden mi artık sesi duyulmuyor Magazin Gazetecileri Derneği’nin Yoksa görevlerini mi devrettiler Taksim Gezi Parkı’na.

– Amerika Filistin’in yanlız Yahudi vatanı olmasını istiyormuş...

- E, orada birbirimizimi kaziklayacayiz

Nisan – 1941 yılının en popüler dergilerinden (Akbaba) birinde yayımlanmış bu karikatür göründüğü şekliyle neyi anlatmaktadır

II. Dünya Savaşı’ndan kaçan Yahudileri...

Nasıl insanlardır bu Yahudiler

Yahudi gibi görünmeye dikkat eden, aile yapılarını korumaya çalışan, oturduklarında elleri para sayan, konuştuklarında içinde para kelimesi geçen cümleler kurmayı seven...

Kendilerine yol gösteren devletin Amerika olduğunu söylerken o geminin yolcuları, neyi de ısrarla vurgulamaktadırlar

Para hırslarını ve birbirleriyle geçinemediklerini...

Bizden bir şey olmaz. Biz ancak birbirimizi kazıklarız, birbirimizi yeriz, derken o Yahudiler, ne yaptıklarının şuurundaydılar

Dünya kamuoyunun ve onlardan önce Müslüman halkları kandırdıklarının.

Biz Filistin’e, Filistinlileri öldürerek İsrail’i kurmaya gidiyoruz, deselerdi, yahut bu gerçek Türkiye ve Ortadoğu Müslümanlarınca bilinse idi, sonuç ne olurdu

1941 yılında Hitler zulmünden kaçan insanların, 1948 yılına kadar Hitler zulmünü orada (Filistin’de) uygulayarak devletlerini kuran o gemideki Yahudilere iyi bakın.

Hangisi Golda Meir’dir, hangisi Moşe Dayan’dır, hangisi Ben Gurion’dur

Neymiş, neymiş

T.Özal’a “Bir koyup üç alacağız” dedirten ve Ortadoğu’yu kan gölüne çeviren,

R.T.Erdoğan’ı “Sıfır sorunlu komşu” iddiasından, “Sıfır komşu” günlerine erdiren

Amerika’nın önceki günahlarından biriymiş, Yahudileri, Ortadoğu’nun başına atmaları...

Hatırlayalım, istedik.

@ mailden @ maile, gönülden gönüle

 

Kamuran karaş- kartel gazetelerinin bir de Fenerbahçe hakkında yazdıklarını kaleme alsanız... Gücümüz yeter mi acaba Bir de artık şu the şapgalı esprisini bıraksanız.. Adam iktidardan düşeli asırlar (!) oldu… Bugüne gelseniz artık. Sizden essahlı bir AKP eleştirisi bekliyoh…

Kamuran kardeş-Kamuran kardeş diye başlıyorum sözlerime. Hem kardeş , Karaş’a da uyar.

Kartel gazetelerinin FB hakkında yazdıklarını yeterli bulmuyor musunuz ki, bir de benim yazmamı istiyor sunuz Ama Milli Gazete’de sizin bu isteklerinizi bihakkın yerine getiren bir Kemal Belgin var. Ben dengelemeye çalışıyorum.

Latife bir yana, ağzından çıkanları kulağı duymayan bir futbol yöneticisini mizahı olarak eleştirmemizden niye alınıyor sunuz Takım ve yönetici adlarını (istediğinizle) değiştirirseniz, espiriler aynı kalmaz mı Onların öyle konuşmalarını, o takımların tarafları hakediyorlar mı

İktidardan düşmüş dediğiniz the  şapkalı Baba Bir gün Silivri’ye de düşer, duası hep dilimizde olduğundan ve hala o, 28 Şubat’ını sürdürmeye çalıştığından..

Bugünde yaşadıklarımızı anlamaya çalışmak, bugünkü sayımızda yaptığımız gibi, ancak bütüne baktığımızda daha kolaylaşır diye bildiğimizdendir, geçmişte kalmak sanılmamız.

Son cümlenizden sizin sayfamızın sürekli okuyucusu olmadığınız gibi bir kanaate vardım

Ve son kelimeniz.. Galiba aceleden klavyeye yanlış basmış olmalısınız. Bu gazetenin bir okuyucusu o fiili bekliyorum, bekliyoruz şeklinde kullanır zira.

Kamuran karaş kardeş, sağol; samimi olarak yazmışsın. Selam, sevgi ve dua.

Görevden alınan Sağlık Bakanı Recep Bey’in görevden alındığını kabul etmek istemeyen doktorlar varmış.

–Gazeteler–

– Recep Bey’in görevden alındığı günden beri karpuzlar kabak çıkıyor!

SEFERBERLİK VE YOKLUK

 

Açlığı seferberlik kuşakları yaşamış,

Mide bomboş ama yok, avuçlayamamışlar;

Eski elbise, delik çarık, yırtık çamaşır,

Yırtıklara yama yok, avuçla yamamışlar…

POLİTİKA KURSU

 

(Bazı partiler politika kursu açmışlar…)

Adayları konuşturun, havaya,

Acaba kaç martı kanıyor bakın!..

Aynaya bakarak konuşsunlar,

Sahi kaç damar tıkanıyor bakın!..

BEZ GETİRİN CAFERE

İlmiye, seyfiye, mülkiye…

Dopdolu dere tepe çete;

Cafere benzedi Türkiye,

Peçete getirin, peçete!..

EKREM ŞAMA