Önden gönderdiklerimiz!

Abone Ol

Yazacak pek çok konu olmakla birlikte bugünkü yazımızı, vefa gereği ve yitirdiğimiz değerlerin unutulmaması amacıyla kaybettiğimiz daha doğrusu ebediyete uğurladığımız iki insanımıza adıyoruz. Bunlardan ilki, Nureddin Uzunoğlu. Kendisiyle bir iki defa karşılaştık. Bunlardan birisi Fazilet Neşriyat’ta idi. Orada İngilizce olarak kaleme almış olduğu Kur’an meali, Peygamberler  tarihi ve fıkhi konularla ilgili kitapları teşhir ediliyor ve satılıyordu. Batı dillerinde dini kitap yazmak için iki literatüre de hakim olmanız lazım. O bunu yapabilen nadir zevattan biri idi. Hocam Küçük Hafız Mehmet Topal (Osman Zeki Soyyiğit de aynı lakabı taşır)’ın Sakarya Karakalpak mevkiinden arkadaşı ve dostu olan Yusuf Ziya Kavakçı birçok dil bilen kıymetli bir zattır. Aynı zamanda Merve Kavakçı’nın da babasıdır. ABD’de İslam merkezlerinden birisinde hocalık ve irşat faaliyetleri yürütmektedir. İngilizceye iyi bir şekilde vakıf olmasına rağmen bazen Arapça dini terimlerle İngilizce terimleri eşleştirmekte zorluk çektiğini ifade ederdi. Zira, İslami literatürü İngilizceye büyük çapta daha yeni girmektedir. Müslüman milletler ve kullandıkları dilleri bu süreci vaktiyle tamamlamışlardır. İngilizce ise bu süreçle yeni tanışmıştır. Nureddin Uzunoğlu hocamız o sahada menendi olmayan bir zattı. Bir iki defa da Birlik Vakfı’na giderken gelirken karşılaşmış olmalıyız. Çalışkan ve himmeti ali bir zattı. Bunlara ilaveten tevazuunu da unutmayalım. Nur içinde yatsın.

*

Bahse konu ikinci zat ise yine bizim camianın yakından tanıdığı isimlerden birisi: Nevzat Kösoğlu. Genelde milliyetçi muhafazakar cenahtan sayılmıştır. Bir zamanlar ateizme veya maddiyyun mesleğine karşı ruhçular ile dindarlar aynı cephede ve hendekte sayılırdı. Onun ötesinde milliyetçi muhafazakar ayrışması yoktu. Zamanla milliyetçilik ile dindar çevreler de birbirlerinden ayrıldılar. Tasnifin tasnifinde Nevzat Köseoğlu gibiler sağ ve milliyetçi cenaha düşmüş oldular.

Nevzat Kösoğlu bu cepheden madut iken Bediüzzaman Said Nursi Hayatı Yolu adlı eseriyle İslami dalgalara da kulaç açmıştır. Elbette onun İslamiyet konusuna ilgisini bu kitaba hasretmek haksızlık olur. Kategorik değerlendirmeler her zaman içinde eksiltmeler ve buharlaştırmalar barındırır. Tam aksine, bu veya benzeri kitaplar camianın yeterli ilgisinden mahrum kalmıştır. Yetim kalmıştır denebilir. ‘Evin buzağısı dana olmaz’ derler. Dolayısıyla solu veya öteki mahalleyi takdire gelince bol keseden atarız ve sınır tanımayız. Lakin kendimizi takdire gelince ‘taktir’de bulunuruz. Taktir, Arapça katreden ve damladan gelir. Damlatmak anlamındadır. Kendimizi takdire gelince taktir yapar yani anca damlatırız.

*

Burada Nevzat Kösoğlu ile Şerif Mardin arasında bu yönde küçük bir karşılaştırma yapmak istiyorum, Şerif Mardin’in Bediüzzaman’la ilgili çalışması çok alaka gördü. Sol ve bizim camiada tavan yaptı. Öyle alaka gördü ki, neredeyse kendi camiası tarafından aforoz ediliyordu! Bizim camia ise göklere çıkardı. Gerçekten yazdıkları bu kadar ilgiye ve ötesinde gürültüye değer miydi Mahalle baskısı gibi ürettiği kavramlardan biliyoruz ki, hem Türkiye hem de dünya kurulu düzeninin kalıpları etrafında düşünüyordu. Bediüzzaman’ı benimsememiş sadece tahlil etmişti. Lakin bu kitabıyla birlikte efsaneler arasına girdi. Attila İlhan ‘Hangi Amerika ’ kitabıyla bir geçeğe parmak basmıştı. Behiç Kılıç’ın ifadesiyle Şerif hangi mahalleyi temsil ediyordu Amerikan Şerifi mi yoksa bildiğimiz şeriflerden mi İçeriden yazdığınızda veya benimseyerek yazdığınızda mahallenin kompleksini tatmin edemiyorsunuz. Lakin karşıdan yazdığınızda el üstünde tutuluyorsunuz. Kalbi ısındırılanlara (Müellefe-i kulube) kendi insanımızdan daha fazla değer veriyoruz. Ne zaman bir Ömer (R.A.) daha gelip bunun kifayetine karar verecek! Velhasıl Nevzat Kösoğlu da sağın Şerif Mardin’i olmasına rağmen pek itibar görmedi. Cemil Meriç, Şerif Mardin’le mukayese edilemeyecek çapta büyük bir entelektüeldir. O da Risalelerle ilgilenmiş ama bu akademik bir alanla sınırlı kalmamış bir samimiyet ilişkisi kurmuştur. Adalet her şeyi yerli yerine koymak ise zulüm de teraziyi taşırmaktır. Kısaca kendi değerlerimizi tanımalı ve onları takdir etmeliyiz. Bu şükranın şükranıdır.