Bismillahirrahmanirrahim
EĞİTİM, bütün alanlar içinde en hassas olanı. Geleceğin sağlam temeller üzerine kurulması kaliteli eğitime bağlı. Kaliteli eğitim de sağlıklı eğitimin gerektirdiği materyallerin oluşturulması ile mümkün. Eğitimin merkezinde öğretmen var. Ders müfredatları; onunla uyumlu kitaplar, yöneticiler ve fiziki ortam tamamlayıcı unsurlar arasında. Yapılan işin ulvi bir hedefi olması da çok önemli.
Sınıfa girince öğrencileri ile baş başa kalan öğretmen, geleceği inşa çalışması yaptığını unutmamalı. Yöneticiler öğretmeni devamlı onore ederek motivasyonunu yüksek tutmalı. Çünkü geleceğimiz onların elinde. İnsanlar emeklerinin takdir edilmesinden hoşlanırlar. Öğretmen 60 yaşında bile olsa üstlerince takdir edilmekten, kadir ve kıymeti bilinmekten mutlu olur.
Türkiye’de fiilen hizmette olan öğretmen sayısı 1 milyona dayandı. Ne hikmetse Türkiye’nin en kalabalık kurumunun başına “öğretmen kökenli” bir “bakan” getirilmiyor. Hukukçu, akademisyen, işletmeci, denizci gibi farklı mesleklerden gelenler eğitimcilere “bakan” yapılıyor. Şüphesiz bu kişiler kendi alanlarında “kaliteli” insanlar. “Eğitim”in başına, bir “eğitimci”nin getirilmesi işi ehline vermenin gereği. Bunun yapılmaması, “Yoksa öğretmenler cezalı mı?” sorusunu akla getiriyor.
Bu sonuçta yabancıların müdahalesi olabilir mi, dersiniz? Çünkü Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında Amerikalı John Dewey’in verdiği raporlar doğrultusunda yürümüş eğitimimiz. 27 Aralık 1947’den beri de üyelerinin 4’ü ABD’li, 4’ü Türkiyeli olan Fulbright Eğitim Komisyonu tarafından yürütülüyor. İşin iç yüzü çok iyi araştırılmalı.
EĞİTİMİN MAYASI EKSİK
ŞUURLU Öğretmenler Derneği (ÖĞDER) olarak organize olmuş öğretmenler ömrünü eğitime adamış insanlar. Eğitimle ilgili araştırma, görüş, teklif ve çözüm önerilerini Milli Şuur dergisinde yayınlıyorlar. Yazarlarının hepsi “eğitimci”.
İnsan işini severse zevk alır. İş verimliliği ve iş kalitesi artar. Zaman, zevkle iş yaparken su gibi akar; nasıl geçtiğini bilemezsiniz. Eğitim Uzmanı Halil Atlı, “öğretmen ve öğrencilerin mutsuz olduğunu”; çıkış zili çalar çalmaz kaçarcasına okuldan uzaklaştıklarını gözlemliyor:
“Zil çalar çalmaz öğrenciler ve öğretmenler son sürat okullardan kaçıyorlar ve bir an önce bulundukları yeri terk etmek için canhıraş bir çabanın içine giriyorlar.” (Milli Şuur, Mart 2018, Sayı 45, Sh. 46).
İnsan sevince mutlu olur. Öğretmenlerin dersleri bitince bazı konularda fikir alış verişi yapmaları; öğrencilerin öğretmenlerine soru sorma, kütüphaneden faydalanma, spor gibi etkinliklerde bulunmaları ancak sevilince yapılabilecek işlerdir. Bu fedakârlık, manevi duygu ve sevgi zenginliğiyle yapılabilir. Eğitimin bu eksikliği mutlaka giderilmeli.
Şair, “Bir başkası olmaktan yoruldu kalbim” der. Milli Eğitim “bize göre” olmalı; “bize göre insan” yetiştirmeli. Eğitimci Ömer Kantarcı “Batı’dan gelen kültürel kuşatma”dan yakınıyor. Yabancılaşmış insanlar, haber ve söylemlerle öğretmenlerin incitildiğini anlatarak yöneticilerinden destek istiyor:
“Milli Eğitim Bakanlığı’mızdan personeline sahip çıkmasını, yoğun ve zor şartlarda görevini ifa etmeye çalışan öğretmenlere destek olmasını, eğitim meselelerini alelade kişilerin eline bırakmamasını, öğretmenlerin dertleriyle dertlenmesin bekliyoruz” (A.g.d. Sh. 43).
ÖĞRETMEN ÖNDE OLUR
EĞİTİMİMİZİN sonuçları ortada! Değerlerimizle ne derece örtüştüğü, kalite konusundaki durumu belli! Bir yerlerde eksiklik olduğu açık! Bazı şeylerin araştırılarak sağlıklı bir zemine oturtulması şart! Eğitimci Hüseyin Yavuz eğitimin felsefesini sorguluyor: “Herkes diplomalı olmalı mı?”; “Niçin kesintisiz veya zorunlu eğitim?”; “Hep okullar mı adam yetiştirir?”; “12 yıllık eğitim kimin isteği?” (A.g.d. Sh. 37) Hepsi, üzerinde kafa yorulması gereken konular!
Eşyanın hakikatini araştırıp toplumu şekillendirme görevini üstlenen öğretmenler, değerlerimize uygun insan yetiştirme mimarlarıdır. Bülent Acun “öğretmen”i şöyle tanımlar: “Öğrencisine lazım olan bilgiyi, ilgiyle birlikte bilgece verebilen kimsedir.” Mesleği ulvi, görevi kutsaldır.
Milli Eğitim’in en başta gelen görevi, eğitimin baş aktörü olan “öğretmen”i kaliteli yetiştirmektir. Elimizde ciddi bir “öğretmen yetiştirme programı” olmalıdır. Mânâ ile maddeyi bütünleştiren bir program. Öğretmene itibar kazandıran, işsiz mesleği, ekmek kapısı olmaktan çıkaran bir program! Ulvi hedefleri olan; idealist, hedefini gözeten, şuurlu öğretmen yetiştirme programı.
Hizmet verdiği öğrencisine “kitap okumayı” sevdiremeyen sistemin fayda ve başarısından söz edilemez. Okullar “okumayı” öylesine sevdirmeli ki, eğitim alan kişi “beşikten mezara” okuyan ve öğrenen bir eyleme ulaşabilsin. Bu işin mayası manevi ve ahlaki değerlerdir.
Milli Eğitim kurumları, eğitimin mimarı olan “öğretmenler eliyle” yürütülmelidir. Hukukçuyu, işletmeciyi eğitime “bakan” yapmak, berberi kasap olarak görevlendirmekten farksızdır.