Zihinlerin karmaşıklaştığı bir dönemi yaşıyoruz. Kişilerin hırsları, çıkarları üzerine kurulu olan bir süreçte dengeler alt üst oldu. Sağlıklı düşünülemiyor, eleştiri ve kritik etme yoksunluğu yaşanıyor. Kesimlerin birbirlerine olan nefretleri her geçen gün daha da büyüyor. Yıllarca birlikte yol alanların çıkar veya ideal yol ayrışması ile düşmanlık baş gösteriyor. Güçlü olan veya gücü ellerinde tutunanlar karşılarında olanlara hayat hakkı tanımıyor.
Bunu, ne yazık ki bireysel anlamda da yaşıyoruz.
Basit durumlar alabildiğine abartılıyor, asıl ve sorun olabilecek durumlar ise göz ardı ediliyor. Güç ve erk sahipleri birini işaret edince onun etrafında yer alanlar daha saldırganlaşıyor. 28 Şubat’tan beri bu giderek tırmandı. Gerilimi azaltıcı, sevgi ve dostluğu geliştirici adımlar atılamıyor. Atanların sesleri ve solukları bu karmaşada cılız görünüyor ya da hiç görünmüyor.
Nefret ve öfke bize ne kazandırır, ne götürür, ona bakmak durumundayız.
Cumhuriyet ideolojisi bu milletin değerlerine tersti. On yıllarca baskı, nefret ve öfke ile insanımızı sindirdi. Fakat bu kendi kendisini tüketmesine neden oldu. Yıllarca gücü elinde tutan ve alabildiğine acımasız olan bu anlayış zamana tutunamadı. Bunun bedelini kendileri açısından ağır ödedi. Ödemeye devam ediyor.
O süreçten bu sürece nasıl geçildi, neler yapıldı da o yapı çökertildi. Ve ne oldu da tam çökmek üzere iken o yapı nasıl oldu da yeniden diriltildi, bunu yapan kimlerdir
İttihatçı jakoben gelenek baskıyı öfke ve nefrete dönüştürerek varlığını uzun yıllar sürdürdü. Üstad Necip Fazıl ile başlayan süreç, sanat düşünce ve fikir bağlamında üstad Sezai Karakoç’un oturttukları merkez önemliydi. Milletin üzerine abandırılmış kara sislerin dağıtılması sürecidir bu.
Siyasal anlamda en önemli çıkış da Milli Görüş hareketidir. Milli Görüş hareketi salt siyasal değildir. Başta tasavvuf adabı ve edebiyle buluşan bir hareket. Aynı zamanda modern dünyanın ihtiyaçlarına karşılık verecek bir hamle. Gerek sanayileşme, gerek bağımsızlık ve özgürlük anlayışı ve gerekse İslâm dünyasının buluşmasını sağlamak gibi.
Bu hareketler düşünce üretmekle ömürlerini geçirdi ve önemli bir çıkış sağladı. Jakoben ittihatçı yapı karşısında sinmiş ve içine kapanmış olan milletimizi uyandırdı, ayağa kaldırdı. Bunu yaparken karşısındakileri ötelemeden, nefret ettirmeden, düşmanlık ve husumet oluşturmadan yol almaya baktı. Kendilerine yöneltilen şiddet oklarına asla itibar etmediler. Zaman zaman ironi yapıldı, karşı salvolarda bulunuldu ama asla insanlar aşağılanmadı, küçümsenmedi. Diriliş hareketi ise saf ve som bir hâl ile hayatımızda yer aldı, merkez oldu.
28 Şubat’tan sonra mücadele tam bir savaş psikolojisine dönüştürüldü. Bu karşı tarafın da işine geldi. Çünkü çöken ve artık dağılanlar yeniden toparlandı ve bir güç haline geldi.
“Arap Baharı” diye tanımlanan süreç İslâm dünyası için yeni bir karmaşa ve nefret dönemi oldu. Mezhep, cemaat, siyasal gerilimler, kamplaşmalar nefreti giderek tırmandırıyor. Yıllarca birlikte olan cemaat ile iktidarın bir anda hasım kesilmesi nasıl izah edilebilir. On yıllarca birlikte olan Milli Görüş mensuplarının ayrışması ve giderek birbirine hasım kesilmesi nasıl izah edilecek Bu ayrışmalar ve bölünmeler emperyalizmin hoşuna gider ve sanırım süreçten de memnundurlar. Tarikat gruplarının nefret halkası içinde yer alması akıl almaz bir durum. Türkiye insanını bir bütün olarak kucaklamak, sevgiyle yaklaşmak çok mu zordur Nefreti tırmandıranlar kendilerini bir dönem için sağlama alabilirler ama geleceğe çok kötü bir miras bırakırlar. Dağıldıklarında yanlarında kimseyi bulamayacaklar.