O ağanın oğlu; benim oğlum hani?

Abone Ol

Sözüme nasıl başlayacağımı kestiremiyorum. Yanlış anlaşılır mıyım bilmem. Kazandıklarımıza korkularımızı da eklememiz gerek. Yani biz korkularımızla biziz. Bunu ancak şimdi mi anladık, yok mu idi eskiden; hesap edemiyorum.

Diyeceğim şu: Ağalı düzenimizi geri istiyorum. Evet, yanlış duymadınız. Çocukluğumu ve gençliğimi yaşadığım ağalı günlerimi çok özlüyorum. İşte bu yüzdendir bugünlere isyanım.

Babam derdiki: Başınız sıkıştığında Kamil amcanıza gidin. O size yardımcı olur. O yoksa, Yaşar ağbinize gidin. O da yoksa mezarlık sokaktaki Ruşen beye gidin... O da yoksa, o da yoksa...

Babamın dediklerinin hepsini aklımızda tutmadığımız nasıl da belli. Ama biz de haklıydık. Çünkü o da yoksalar, onlara kadar hiç gelmemişti. Kamil amcaya giderdik, okuldan yardım parası, kitap parası, dergi parası gibi, nakitlerle milli Eğitimi güçlü kılmamız istendiğinde. Babam gelince verecek, dememize bile lüzum olmazdı çoğu zaman. Çünkü istediğimizi elimize tutuşturmuş olurdu Kamil amca.

Yaşar ağbiye de bir kere gitmiştik. Kamil amcanın dükkanının kapalı olduğu bir gündü. Komşuları, komşusunun cenazesini kaldırıyor, demişlerdi. Ha, bak, unutmadan söyleyeyim: Ben bir manifatura dükkancısının komşusunun cenazesini kaldırmak için dükkanını kapalı tutabileceğini o gün öğrenmiştim. Gerçi sen de diyeceksinki, manifatura dükkancısı mı olacaksın Bu öğrendiğin ne işine yarayacak Bilmem, istemeden öğrenmiş olduk işte.

Yavaş sesle selam verdiğimi hatırlıyorum Yaşar Ağbiye. Babamın elini öptüğü bayram günlerinden bilirdik Yaşar Ağbiyi. Babam da ona hep Yaşarım derdi.

- Yaşar, sağol, işimi gördün demişti. Ben tutsam bir deste diyebileceğim para tomarını ona uzatan adam.

Yaşar Ağbinin, erken getirdin ağbi diyerek ve aldığı paraya şöyle bir bakarak çekmeceye koyduğunu görmüştüm. Ama kilitlememişti. Anahtarı neden delikte sokulu değildi, ben onu da bilmem.

- Sağol demişti yine o adam. Bir başkasının da ihtiyacını görürsün sen.

Yaşar ağbi işte o paradan bize istediğimizi verirken, tuhafiye dükkanında kimse yoktu. Yaşar Ağbinin bir deftere kayıt düştüğünü de görmedik. Babanızı çok özlüyorsunuz değil mi Yaşar ağbi bize böyle derken, ağlatmak mı istiyordu.

Başka kime gittiniz Mezarlıkta oturan kimdi, ona da gittiniz mi Sorularıyla üstümüze tank salma. Ben sana bizim şehrimizi anlatıyorum. Gözünde canlandır biraz. Uzunçarşı boydan boya. Herkes nasibini yer. Yani herkes birbirini tanıyor. Selam veriyor. Postacıdan başkaları da selam veriyor. Selamün aleyküm, aleyküm selam...

Artık başlayabilirim değil mi anlatacaklarıma. Çünkü ağırlıklı, iddialı bir laf söyledim. Sen de duydun. Ağalı günlerimizi özlüyorum, dedim. İşte şimdi onu anlatıyorum.

Uzunçarşıda kaç dükkanı vardı Hiç saymadım. Bildiğim, kiracılarının ondan memnun olduklarıydı. Zenginliğin gözünü seveyim. Kiracın olur, ağaya Allah razı olsun dedikleri gibi sen de dua ettirirsin. Daha ne istersin.

Böyle cümleleri çok duymuşumdur, bir matriks kartonunun içine koyarak koltuğumun altına soktuğum gazeteleri satmak için dolaştığım çarşıların çay ocaklarının sohbet masalarında.

Şehrimizin tek üç katlı otelinin de sahibi olan ağa, demekki iyi adamdı. Çarşıda pek görünmezdi. Ne kiradaki dükkanlarını dolaşırdı, ne de İstanbuldan gelen kumpanya artistlerini görmeye oteline gelirdi. Bir kere görmüştüm onu, faytonla gidiyordu. Hastane caddesindeydi ama nereye gidiyordu, hatırlamıyorum. Kırmızı kadifeli faytonun içinde kara elbiseli bir adam işte.

Ağa da ağa... Adını bilmezsin. Yiyip içmişliğiniz yok. Neyini özlüyorsun

Senin için herşey cevaplanacak soru demek mi

Şimdi bizim babamız yok. Babamızın bize dediği o yaşları da çoktan geçtik. Hem de çocuklarımıza hiçbir arkadaş, hiçbir dost, hiçbir yaran adı vermeden geçtik. Dahası bir ağadan da bahsetmedik onlara. Bir ağa vardı kiracılarının, konu komşusunun, bilenin, tanıyanın dua ettiği; o da rahmetli olmuştu, babamdan iki yıl önce. Böyle deseydik ne anlayacaklardı çocuklarımız Atı var mı idi Konağında atla dolaşır mı idi Bunları sorarlardı herhalde. Ne de olsa dizi çocuğuydular.

Ağa ölür, ağanın zamanı da ölür, demişler. Bizim kafamızdaki sorular da ölmüştü. Nerden mi belli Çocuklarımızın sorduklarından. Baba paran var mı Kartımın hesap günü geldi. Hesap günü derken dahi hiç hesap bilmediklerini itiraf ettiklerine mi yanarsınız, yoksa kart çocuğu olduklarına mı Karta kaçmış mı olmuştuk biz de.

Gün ağanın yaşadığı günler değil. Adını sonra söylerim. Bugün hangi gün diye lafı ağzıma tıkayacağını bildiğimden, senden önce çektim silahı. Ne de olsa Tommiks kuşağıyız biz.

Kamil amcanın oğlunun mağazasına gittim bir gün. Benim babamdan bir yıl sonra Kamil amca da rahmetli olmuştu. Ortaokulda ve lisede arada bir aynı sınıfa düşerek okumuştuk Kamil amcanın oğluyla. Hiç maç yaptık mı, hatırlayamıyorum ama, bayram yürüyüşlerinde bizim sınıfın en arkasında o olurdu, boyu yüzünden.

Sonrasını okumamış, ticareti seçmişti. Nasıl olsa sermayesi hazırdı babasından. Gerçi babası uzunçarşı esnafı idi, ama bu aveme mağazacısı.

Kalktım gittim birgün. Bir merhaba diyeyim. Bir çayını içeyim. Eski bir hukukumuz var.

Avemenin kapısı kontrollü. Cebindeki metalleri şuraya koy, telefonu çıkar, diyorlar. İçinin filmine bakıyorlar. Yürüyen merdivenlerden tırmandık, yana kayan kapılardan geçtik.

Geçerken uğramadım elbette. Bir selam vereyim dedim. Aynen böyle söyledim. Soğuk bir sağol dedi. Sonra işaretle çağırdığı biri koşarak geldi. Amcanızla ilgilenin. Herhalde bayram alışverişi için gelmiş.

Beyaz gömlekli ve papyon kravatlı çocuk, hangi giyside hangi markayı tercih ettiğimi soradursun, ben çoktan kaybolan Kamil amcanın oğlunun arkasından bakıyordum.

Önce isterseniz gömleklerden başlayalım. Bu sene italyan modası var. Bu çocuk beni ne sandıki Bari ona söyleyeyim, içimdekini.

Sana ne güzel yakışmış bu gömlek ve kravat. Bu mağazanın malı değil mi Hiç leke yok üstünde. Ah keşke babanın sana aldığı beyaz gömleği böyle temiz giyerek hep okula gitseydin.

Dur sıkılma, hemen. Bu çocuğun benim özlediğim ağalı günlerle elbet bir ilgisi yok. Yaşar ağbinin oğlunu da anlatayım; müsaade et. İşte o zaman bana hak vereceksin.

Önce telefonla görüştüm onunla. Rahmetli babasının da kurucuları arasında olduğu bir dernek için yardımcı olmasını istemiştim. Buyur gel derken, bana nasıl geleceğimi de anlattı. Ben bilmez miyim yürüyeceğim caddeleri

Vardığımda teyit ettirdi, evet evet o caddeden geldim dedirtti. Sonra tek tek sayarak verdi yardım parasını. Yani masanın üstünden ben aldım.

Arka caddeden dolmuşla gelseydim, ne olurdu dememe kalmadan, zıplayıverdi. O zaman gider, tekrar gelirdin. Çünkü kameralar sadece ön caddede var. Buraya geldiğin kayda geçmeli ne olur, ne olmaz.

İlk defa kendimi filme alınmış gibi hissettim. Gerçi bu anlattıklarım da biraz tv dizisi gibi oluyor ama.

Ben caddede yürüyorum. Ya buraya gelmediysem Geldin, geldin dedi Yaşar ağbinin oğlu. Buranın girişinde de kamera var. Hem neden paraları açık ve net sayarak verdim sana. Bak şu kameraya... Gülümse biraz...

Yaşar Ağbinin oğlunun sahibi olduğu şirketten çıkınca, döndüm şöyle bir baktım aşağıdan yukarı... Binalar yükselirken içindekiler de yükselmiyor mu idi

-          Öyle bakmakla kimin olduğunun anlayamazsın bey amca, dedi kapıdaki özel güvenlikçi delikanlı.

-          Kiminmiş Adını bağışla yiğidim, dedim ben de.

Ağanın oğlunun demesin mi

Kamil amcanın oğlunun mağazası da ağanın oğlunun öteki yüksek avemesinde idi.

İşte şimdi anladın mı ben neden ağanın oğlunun günlerini değil de ağalı günleri özlüyorum. Şimdi anladın mı

Ağanın oğlunun günlerinde kaybettiklerimize tahammülümüz de ekleniyor. Giderek tükeniyor mukavemetimiz, dayanma gücümüz... Korkularımız çoğalıp dururken.

Ağanın oğlundan bana ne, demek hakkım değil mi

Gülerlerce geçti zaman

Yine o!

"Zamanı kokutanlar.." diyordu üstad Necip Fazıl. Fakat bu zamanın zaman kollayıcısı...

Yine yazmış saygısızlığını, iftirasını... Elbette izin alarak yazmıştır; inanırız!

Ah diyor ah! Tansu Çillerle Mesut Yılmaz kavga etmeselerdi... "Normal olan onların koalisyon yapması idi."

28 Şubatın soruşturma tutanaklarına geçen kartel talan etmişti ülkeyi, cümlesine muhatap patron ve tetikcileri de hem o günlerde hem de ifade gününde böyle diyorlardı.

"Halk ANAYOL istedi!"

 ile Mesut Yılmaz, yüzde 19 ile Tansu Çiller başbakan olabilirler ama, sandığın birincisi RP ! ile iktidar olamaz.

Zamanın karalamacısı böyle diyor.

% 50 ile tek başına ve gösteri rüzgarları estirmek...

Yani ne gerek var havuz hesabına, çalışanlara verilen yüzde elli zamlara, denk bütçeye, D-8 devletler birliğine.. Ne gerek var

Kartel patronuna koşan ve pijamayla karşılanan başbakanlardır bu ülkenin ihtiyacı...

Normallik budur.

Başka ne diyor, zamanın kara boyacısı

"Milli Görüş uygulanacakmış gibi rüzgarlandı."

Ya ne olacaktı Milli Görüş anlatılarak oy alınmadı mı seçmenlerden Pijamalı patron görüşünden yahut ötekileri tercih edip ötelere gidenlerin görüşlerinden başkasına yasağı kim koyuyor

"Kanlı mı olacak, kansız mı... İlk duyduğumda küçük dilimi yutacaktım.",

Yoksa yuttu mu Nasıl da farkında değil yuttuğunun. Altına bir baksaydı görürdü. önemsediği o küçük dilinin münasip bir yerinden çıktığını. Belki de zamanın arşivinde saklıyorlardır.

O filmi hazırlayanlar çoktan itiraf ettiler hünerlerini. Kimisi keşke yapmasaydım dedi, kimisi işimiz bu diye sahiplendi. Lakin zamanın karacıları görme ve duyma özürlü.

Zamanın denizcileri, deniz ötecileri nasıllar acaba Onlar da dillendiriyorlar mı bu üfürüğü

"Sonradan çok pişman olduğum duymuştum ama iş işten geçmişti."

Bu iftirayı kartel kalemşörleri dahi yapmamıştı. Nerede duymuş, nasıl duymuş, ne zaman duymuş Duyarken, küçük dilini önceden yuttuğuna göre hangi dilini ya da neyi yutmuş

Zamanın sahiplerine, yani karalama için kullanılan ve hammaddesi kağıt olan zamanın sahiplerine şu soruyu sormak hakkımızdır.

Bu kara boyacıya yalan ve iftira yazıları yazsın diye mi para ödüyorsunuz Son bir söz de SP idarecilerine: Küçük dil yutturan o konuşmanın tamamının kaydını verin ve dinletin.

Söz bitmedi!

 oyla ve 76 milletvekili ile azınlık hükumeti kuran ve hiçbir zamancıya rahatsızlık duyurmayan hükumetin başını öven patron vekili, sözcü zamancıya da var diyeceklerimiz.

"Ecevit 28 Şubatta ihtilali önledi!" demiş, Meclis komisyonunda.

İnsanlar buna günlerce gülerce...

Ecevitin onca yandaşı, arkadaşı, partidaşı, yoldaşı, yazarı, çizeri, öveni vardı; hiç birinin böyle bir iddiası yoktu.

Hatta evini, odasını paylaştığı ve mirasını bıraktığı hanımefendinin dahi böyle deme ihtiyacı hiç olmadı.

İnsan günlerce düşünse lafı böyle gülerce olmaz.

Zamaneler deyip, geçmek olmaz.

Ecevitin al bir ata, al bir at yoksa kır bir ata binerek denizler aştığına da inanabilirler. Bu onların sorunudur, problemidir, meselesidir. Biz ilgilenmeyiz, lakin bu ülke insanlarını (bilmez, görmez, kandırılır) sanmalarınadır itirazımız.

Alemi kör sanmak zamanı, size mi miras

Dün neredeydiniz

Malalayı yazıyorlar.

"Benim sokağa çıkma hakim var. Okula gitme hakim var. Şarkı söyleme hakim var. Eğitim hakim var. Gezme hakım var."

Diyen Malalayı yazıyorlar.

Aferin çekiyorlar ona.

Talibanın tozunu attırdı diyorlar.

Sanıyorlarki kendilerinin Taliban benzerlikleri hatırlanmayacak.

28 Şubat soruşturmalarında başarılamasa dahi, birgün yüzlerine çarpılmayacak yaptıkları... Bu ülkenin kızlarının sokağa çıkma hakkı yok mu idi Eğitim hakkı yokmu idi Okula gitme hakkı yok mu idi

Neden onları polislere karşılattınız okul kapılarında.

Neden işkenceler yaptınız/yaptırttınız ikna odalarında

Neden Arabistana gitsinler diyenleri alkışladınız gazetelerinizde.

Neden, neden, neden

Bizim Talibancılığımız çağdaş yaşamcı laikcilik üzerinedir ve atılamaz bizim tozumuz, topumuz.. mu diyorsunuz

Bu ülkenin Malalarının da ahı vardır

KİBRİT

Esir olmuşsan tembelliğe;

Sana çok yakışır karanlık.

Gayreti kuşan kalk ayağa,

Bir kibrit yak, ışır karanlık...

YUSUF YÜREKLİ

Tuzak kuranlar kardeşlerinse,

Nasibinde varsa bir kör kuyu;

Yusuf yürekli olmalısın ki,

Hak nimete çevirsin korkuyu...