Niye dört, niye beş olmasın? demek kolay; ama aile yoksullukla boğuşurken nüfus artışı mümkün değil

Abone Ol

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan yine “her aileye en az üç çocuk” konusunu gündeme taşıdı. Hatta daha ileri giderek “Niye dört, niye beş olmasın?” dedi. Fakat ortada artık saklanamayacak bir gerçek var: Türkiye’de üç çocuk hedefi tutmuyor. Toplum bu çağrıya karşılık vermiyor. Bu noktada haklı olarak şu soruyu sormak gerekiyor: Erdoğan bu konuyu hangi vesileyle yeniden açtı ve “hızlandıralım” dediği doğum oranlarını nasıl hızlandırmayı planlıyor? Çocuk başına verilen destekleri artırarak mı, konut politikalarını değiştirerek mi, yoksa sadece çağrılarla mı? Bununla ilgili somut bir açıklama yok.

Cumhurbaşkanı konuşmasında, “Nüfus artış hızında maalesef 1.7’deyiz, bu bir intihardır” ifadelerini kullandı.

Gerçek tablo çok daha farklıdır. TÜİK’e göre AK Parti’nin iktidara geldiği 2002 yılında Türkiye’nin nüfus artış hızı yüzde 1.52 idi. Yani Türkiye her yıl yüzde 1.5 oranında büyüyordu. Doğurganlık oranı ise 2.23’tü; aile başına iki çocuktan fazlası düşüyordu. Bu rakam, toplumların kendini yenileyebilmesi için gereken 2.1 seviyesinin üzerinde bir değerdi.

Bugüne baktığımızda manzara dramatik biçimde değişmiş durumda. Nüfus artış hızı yüzde 0.24’e, yani binde 24’e kadar düşmüş. Doğurganlık oranı ise 1.48’e gerilemiş. Yani 2002’de aile başına 2.23 çocuk düşüyorken bugün bu rakam 1.48’e indi. Aradaki fark sadece bir çocuk eksilmesi değildir; bu, toplumun geleceğini belirleyen tehlikeli bir kırılmadır. Üstelik tüm bu düşüş, Cumhurbaşkanı’nın yıllardır tekrarladığı “en az üç çocuk” çağrılarına, yapılan yardımlara ve teşvik açıklamalarına rağmen yaşanmıştır. Demek ki mesele çağrı yapmakla çözülebilecek bir mesele değildir.

TÜİK’in raporlarına bakıldığında düşüşün temel sebepleri net şekilde görülüyor: Kadınların eğitim seviyesinin yükselmesi, iş gücüne daha fazla katılması, evlilik yaşının artması, barınma krizinin ağırlaşması, şehir hayatının maliyetlerinin yükselmesi… Bunlar dünyanın her yerinde doğurganlığı aşağı çeken unsurlardır. Şehirde yaşayan bir aile için bir çocuk bile büyük bir ekonomik yük haline gelirken, dört-beş çocuklu bir yaşamı hayal etmek bile mümkün değildir. TOKİ’nin 1+1 ve 2+1 dairelerinde üç çocuk değil, iki çocuk bile zor yetişiyor. Kadın hem çalışacak hem ev geçimine katkı sunacak hem de çocuk büyütecek… Böyle bir yük, ciddi bir sosyal destek olmadan taşınamaz.

ÇÖZÜM ÇAĞRI DEĞİL, GÜÇLÜ BİR SOSYAL DEVLET POLİTİKASIDIR

Her doğum yapan anneye üç yıl boyunca asgari ücret düzeyinde maaş bağlanmalıdır.


HER DOĞAN ÇOCUK İÇİN DE ASGARİ ÜCRETİN DÖRTTE BİRİ ORANINDA DÜZENLİ BİR ÇOCUK DESTEĞİ VERİLMELİDİR. ANNE ÜÇ YIL BOYUNCA ÇOCUĞUNA BAKTIKTAN SONRA İŞİNE GERİ DÖNER; EĞER İKİNCİ ÇOCUK ÜÇ YIL İÇİNDE DOĞARSA AYNI DESTEK YENİDEN BAŞLAR.


Bu sistem hem doğumu teşvik eder hem de kadının iş hayatıyla bağını koparmadan devam etmesini sağlar. Bugün pek çok Avrupa ülkesinin nüfusu bu tür sosyal politika modelleriyle ayakta duruyor.

Sonuç olarak, “üç çocuk” çağrısı ile gerçek hayat arasındaki uçurum giderek büyüyor. İnsanlar ekonomik olarak güvende hissetmiyorsa, barınma sorunu yaşıyorsa, kreş ücretleri yoksulluk sınırını zorluyorsa kimse üç çocuğu düşünmez. Devlet gerçekten üç çocuk istiyorsa, bunun sloganla değil; güçlü sosyal desteklerle mümkün olacağını kabul etmek zorundadır. Türkiye’nin doğurganlık oranı düşüyorsa bunun sebebi aileler değil, onları çocuk yapmaktan alıkoyan koşullardır.

SON SÖZ

BUGÜN ÇÖZÜM ORTADADIR: AİLEYE ÜÇ YIL MAAŞ, ÇOCUĞA DÜZENLİ DESTEK… GERİSİ KENDİLİĞİNDEN GELİR. SLOGANLARLA DEĞİL; EKONOMİ, SOSYAL POLİTİKA VE ADALETLİ BİR DÜZENLE NÜFUS ARTAR.