Toplantı için Nevşehir’e varmıştık… Dönerken, Kırşehir üzerinden değil de, yeni açılan otobandan bir an evvel Ankara’ya varmayı murat ettik.
Döndük Aksaray yoluna… Kırk kilometre sonra vasıl olduk otobana… Yeni açılmış. Tek tek arabalar gördüm. Revan olduk yola. Git git… İki yüz kilometre sonra Ankara göründü.
Yolun bir yerinde, kartlı, okutmalı geçiş değil de, doğrudan tahsilatın yapıldığı gişelere girdik… İşte tokatı orda yedik.
Tahmin ederim ki, birçok insan gişeler yüzleşmesinde şok yaşamıştır. Bu denli pahalı bir yol yoktur herhalde.
Birçok ülke gezdim. Kimilerine arabamla gittim. En tuhaf tünel Gürcistan’da idi… Tiflis’e varmadan önce dağdan geçerken kısa bir tünele girdik. Sonra bizi manuel bir kaldıraç karşıladı. Makbuz karşılığı para ödedik. Gülüştük görevlilerle.
Almanya’da otobanları kullandım. Suriye… Şam’a kadar gittim. İran, Tebriz, Şencan… Tahran otobanında araba kullandım.
Selanik Atina karayoluna yürüdük… Arkadaşlarımla. Velhasılı, birçok yol, yolak, şehir gördük görmesine de, Nevşehir Ankara arası otobanın şokunu hâlâ atamadık.
Devlet bir şirketle anlaşma yapmış… Gelirini belirli bir zamanda şirkete bırakmış… O da köprünün başını tutmuş… Harcadığını milletten, vatandaştan çıkarmaya… Kâra geçmeye çalışıyor. Bu işler böyledir… İnsanımız vergi veriyor. Dönüyor bir daha veriyor.
Çeşitlilik anlamında ve tuttuğundan para koparma bakımından bizim ülke, başı geçer herhalde. Gelir dağılımındaki adaletsizlik bir yana… Yükü paylaşımda da gariplikler çok.
Kaçamayan tokadı yiyor… Takati kesilen… Oltaya takılan zokayı yutuyor anlayacağınız.
Hâlbuki hukuk devletinde… İnsanın insan olduğu toplumlarda, gelir de gider de adilane paylaşılır. Altta kalanın canı çıkmaz.
Nevşehir Ankara arasını arabanızla geçerken, otobanı kullanırsanız, yaktığınız mazot ya da benzin parası kadar da yola ödemek zorunda kalmanız tuhaf değil mi?
Zaten az araç geçiyor bu yollardan. Nedeni belli. Devletin, özel sektörle vatandaşı karşı karşıya getirmesi… Bu usulü tercih etmesi, belki ilk anda pratik ve yararlı görünse de, altyapıyı devletin üstlenmesi doğrudur.
Son günlerde, halkla çok iç içe, yüz yüze temaslarda bulunuyorum. Halk, perişan… Umutsuz. Yılgın.
Eskiden, umutlar taze ve canlıydı. Mevcut iktidara yüklenen umutların boşa çıkması, birçok kesimde hayal kırıklığının yanında inançsızlık oluşturmuş… Hatta öyleki geçenlerde dar toplantının birinde, besmele ile söze başlayınca tepki topladım. Tuhafıma gitti… Aman, dediler, besmele ile başlayanların bize yaptıkları, keyfilikleri ortada…
İçim kanadı. İçim yandı. Bu ülke. Bu ülkenin insanları, besmele ile söze başlayanı neden yadırgasındı? Kim yaptı bu kötülüğü? Kim, inancı bu denli ayaklara düşürdü? Nasıl oldu bu tuhaflıklar, gariplikler?
Üzülüyor insan. Kahroluyor.
Düşünmek… Düşünmek, yeniden tefekkür etmek gerekiyor. Nasıl bu hale geldik, nasıl bu menfi dönüşümü yaşadık?
Bu soruya doğru cevap bulursak, çıkışı da buluruz. Dualarımla.