Eskinin tek kanallı televizyonundan daha yeni yeni çok kanallı döneme geçtiğimiz yılları bilenler bilir. Televizyonların unutulmaz şampuan reklamında genç kızların en müzmin problemi kepek meselesi “Neşe’nin kepek sorunu” üzerinden çözülmeye çalışıyordu.
O yılları (90’lar) bu reklam spotundan daha iyi hiçbir şey anlatamazdı. 12 Eylül sonrası depolitizasyon politikasıyla cuk oturuyordu. “Otur-seyret” anlayışının dört bir yana yayılmaya çalışıldığı bu dönemde Neşe’nin kepek sorunu neredeyse tüm toplumun müşterek sorunu haline gelmişti. Öyle ya, ahenkle dans etmek varken, niye ideolojik düşünsel kavgalar edelim
Neyse ki köprünün altından çok sular aktı ve muhtemel bu sular ne Neşe’de kepek sorunu bıraktı ne de cemiyette.
Şimdi ne ‘Neşe’ kaldı ne de kepek sorunu. Neredeyse neşeyi kepekle arar olduk.
2000’li yıllar aynı zamanda her şeyin karşıtıyla tanımlanmaya başladığı yıllardı. Laik-Anti laik, münzevi-dünyevi, radikal-ılımlı, Lise-İmam Hatip, açık-kapalı…
Kızlar bile kendi aralarında ikiye ayrılıyordu artık: Dindar kızlar, pek de öyle olmayan kızlar olmak üzere.
Neredeyse üzerimize elbise alırken ya da pideciden pide siparişi verirken bile bu tasnifi göz önünde bulundurma zorunluluğu hissediyorduk. Kimsenin aklına çamaşırlarımızın aynı rüzgârlarla kuruduğu gerçeği gelmiyordu.
Liseli –İmam Hatip’li, laik-dindar, açık-kapalı aynı soğuktan etkileniyor, aynı şekilde sıcaklarla bunalıyor, aynı ellerle ekmeğe uzanıyorduk hâlbuki.
Tam da neşe hayatımızdan çekilip bütün efkârımızla “sen neşeden haber ver, derdi herkes tanıyor” şarkısını mırıldanmaya başlamıştık ki hemen yanı başımızda iki kıymetli yazar neşenin çok da uzaklarda olmadığını, üstelik kepek sorunu halletmiş biçimde aramızda olduğunu köşelerinden duyurdular.
İlk yazı Yeni Şafak gazetesinden İsmail Kılıçarslan’a ait. Kılıçarslan daha yazının girişinde yargısını şu cümlelerle ortaya koyuyor: “Bence bugün dindar kızlar neşe ve yaşam kültürü bakımından İslamcı delikanlılardan fersah fersah ilerdedir. Dahası, hayatı tanıma, farklılıklara saygı, duyarlılık geliştirme, dünyayı çok daha geniş bir pencereden anlama ve anlamlandırma konusunda kızlar öndedir. Daha da dahası, hayata aktif katılım konusunda delikanlılar, kızların eline su dökemezler.” (Yeni Şafak–19 Temmuz)
Kılıçarslan erkeklerdeki hayatın kıyısında duran neşesiz hali anlatırken ise yine istisnaya gerek duymayan bir tonda konuşuyor: “Delikanlılarımız ise milli içecekleri nargile eşliğinde ‘dünyayı kurtarmamız gerekiyor’ geyiğinin dibini bulmaktadırlar.”
Sorun belli, lakin neşe hâlâ belli adreslere hiç uğramıyor. Şu bir gerçek: Meseleleri yaşamak, yani meselesi olmak her zaman meseleleri konuşmak ve altını çizmekten evladır.
Konuşmak ve altını çizmek bir ideali ve ilkeyi hayat olarak yaşamanın yerini alır ve teorik olanın kısır döngüsü etrafında dönüp duran insanlar-kadın ya da erkek- istikametlerini şaşırıp yörüngelerini kaybederler.
İslamcılık tam da böyle bir enkaza doğru sürüklenmektedir ne yazık.
Peki, bu anlamda dindar kızlar gerçekten söylendiği gibi neşve içinde mi Fatma Karabıyık Barbarosoğlu 7 Ağustos günkü yazısında cevaplıyor bunu: “İsmail Kılıçarsalan, “Neşeli dindar kızlar” diye yazmıştı. Keşke onun yazdığı gibi “neşeli” olsa idi kızlar. Evet, ne yiyelim ne içelim, ne giyelim derdiyle dertli; şairlerin seminerlerini, sohbetlerini kaçırmayan “neşeli” kızlar var. Ama bir de dünyanın yükünü çeken “kederli dindar kızlar” var.”
Barbarosoğlu, İsmail Kılıçarslan’ın aksine “kederli dindar kız” örneğini bir mektupla somutlaştırıyor. Bütün yazılanlar ortada olduğuna göre şimdi bu “neşe sorunsalını” nasıl çözeceğiz Bir deneyelim:
• Neşe inançtan ve inancı hayata dönüştürebilmekten kaynaklanan sürurdur. İyi anda ya da kötü anda her durumda inanmış insan hayatın bir sınav olduğu bilinciyle bu neşeyi kendisi teneffüs ettiği kadar başkalarına da hissettirir.
• Bir kız dindar olmakla kendi cinsiyetinin özelliklerinden sıyrılmış olmaz. Dinini ve de dindarlığını erkek elinde eril bir mikyasla ispat etmek zorunda değildir.
• Oturan ayakta olana göre ne ise konuşan, yapana ve yaşayana göre odur. İmanın, ibadetin ve ahlakın lafını etmek onu yaşamanın yanında şeker yemekle “şeker” demek arasındaki fark gibidir. Kadın-erkek kim ki konuşmayı yaşamaya tercih etmişse bu “yaşayamama neşesizliği” onu hırpalayacaktır.
• Buradan benim baktığım yerden görülen o ki, bugün Türkiye’de sözüm ona kimi İslamcı erkekler “neşe”ye değil hazza yönelmektedirler. Başlarını kapamalarından dolayı “dindar”lıklarına hükmettiğimiz kızlar ise geleneksel ve töresel baskı unsurlarını modern hayatın soluklanma aygıtlarıyla aşmaya çalışmaktadırlar.
• Uzun bir süre tüm İslam dünyasında olduğu gibi ülkemizde de söz, yazı ve kelimeler erkelerin iktidar alanına aitti. Kadınlara bu süreçte sükût, şifahi kültür ve tefekkür kaldı. Kadınların ilmihalini bile erkeklerin yazdığını düşünürsek kadınların sorumluluktan mütevellit huzursuzluklarının, öz güven kaynaklı neşeden daha baskın olduğunu söylemek yanlış olmaz.